17. ADİ ORTAKLIK ve ORTAKLARIN SORUMLULUĞU

• Adi Ortaklığın Unsurları • Adi Ortaklığın Borçlarından Ortakların Sorumlulukları • SGK Alacaklarının Tabi Olduğu Zamanaşımı • Kanunların Zaman İtibarıyla Uygulama Alanının Tespiti ve Önemi • Zamanaşımının Durması veya Kesilmesi

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

İstanbul Barosu üyesi Sayın Av. E. D., müvekkili P. Temizlik ve Servis Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. ile davalı SGK Başkanlığı arasında Bakırköy 9. İş Mahkemesi nezdinde E: 2010 / 307 sayılı dosya ile görülmekte olan bir dava hakkında yazılı bir hukukî mütalaa hazırlamam için tarafıma müracaat etmiştir.

Sayın Avukat E. D., şahsıma müracaatında dava dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir. Dosya içindeki tüm belgeler tamamen objektif bir bakış açısıyla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİA ve SAVUNMANIN ÖZETİ

I. Davacının İddia ve Savunmalarının Özeti

Davacı şirket vekili, davalı SGK Başkanlığı Bağcılar SGK Merkez Müdürlüğü’nün 13666323 sayılı yazısıyla esasında davacı şirketle bir ilgisi bulunmayan B. – M.B. Ortak Girişimi adı ile resen iş yeri tescil edildiğini, bu tescil ile ilgili olarak davacı şirketin iş yerinin işvereni olduğu iddiasıyla prim borcu, işsizlik sigortası ve gecikme zammını içeren toplam 714.213,49 TL’yi ödemesi gerektiğinin belirtildiğini, söz konusu yazıya yasal süresi içinde itiraz edildiğini, bu itirazların derhâl reddedildiğini, THY A.O.’nun Genel Müdür Yardımcılığı 1 ve 2 bakım hangarları ve çevre birimleri hizmetleri 2002 / 01-12 dönemi işinin işveren B. Temizlik Güv. İlaç Mak. Araç Bak. Onarım Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti.’ye (ki bundan sonra kısaca B. Ltd. Şti olarak anılacaktır) ait bir iş yeri olduğunu, davacı şirketin başka şirkete-işverene ait prim borcundan sorumlu tutulamayacağını, ilgili yazıda belirtilen işin işveren tarafının davacı şirket olmaması sebebiyle işlemin kişi yönünden sakat olduğunu, fiilen ve hukuken tarafı olunmayan bir ilişkiden hareketle bir kişi hakkında iş yeri tesisi dâhil işlem yapılamayacağını, söz konusu iş ile ilgili davacı şirketin herhangi bir iş sözleşmesinin de mevcut olmadığını, davacı şirketçe THY A.O.’dan herhangi bir istihkak alınmadığını ve fatura kesilmediğini, söz konusu iş ile ilgili olarak bir iş ortaklığı tesis olunmadığını, ihale kesinleşmeden önce davacı şirketçe verilen “ortak girişim beyannamesi”nde ortaklık sözleşmesinin idare ile yapılan sözleşmeden önce noterde tasdik ettirilerek verilmesi ifadesinin yer aldığını ancak ortaklık gerçekleşmediği için sözleşmenin de yapılmadığını, B. Ltd. Şti.’nin işi üstlenebilmesi için yeterli teminat mektubu limiti olmadığından davacı şirketten teminat mektubu yardımı isteğinde bulunduğunu, bunun üzerine davacı şirketçe teminat mektubu desteği verildiğini, taraflar arasındaki ilişkinin bunun ötesine gitmediğini, davacı şirketin bu işten kesinlikle herhangi bir kazanç ve menfaat temin etmediğini, söz konusu işin sahibi B. Ltd. Şti. olduğu için tüm faturaların B. Ltd. Şti adına kesildiğini, hak edişlerin B. Ltd. Şti. tarafından tahsil edildiğini, kurulduğu iddia edilen ortaklık tarafından sigortalı çalıştırılmadığını, sigortalılara ücret ödenmediğini ve hiçbir şekilde işçi-işveren münasebeti kurulmadığını, resmi defter ve kayıtlarında bilirkişilerce yapılacak incelemede bu hususun açıkça tespit edileceğini, başlangıçta iş yeri tesisi işleminin B. Ltd. Şti. adına açıldığını, beyannameler – bildirgeler verildiğini ve prim ödemelerinin de yapıldığını, durum bu iken hatalı müfettiş raporuna istinaden mevcut, tesis edilmiş, tescil edilmiş iş yerinin iptal edilerek mevcut olmayan iş ortaklığı adına resen iş yeri tesis edilmesinin neticede yapılan işlemi tümüyle sakat hâle getirdiğini, yapılan işlemin iki iş yeri tesisi anlamına geldiğini, davacı şirketin bir an için adi ortaklığın tarafı olduğu kabul edilecek olsa dahi yapılması gereken işlemin eksik primlerin tahsili talebi olduğunu, yeni bir iş yeri tahsisi ve prim tahakkuku olmayacağını, Bağcılar SGK Müdürlüğü’nce tesis edilen işlemin sebep, konu ve usul itibarıyla de hukuka ve ayrıca kamu etiğine aykırı olduğunu, bir şirketin borcundan diğer bir şirketin sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, davacı şirketten talep edilen borcun nereden çıktığına ilişkin olarak yapılan araştırma neticesinde bu işle ilgili olarak B. Ltd. Şti.’nin hak edişlerinden kesinti yapılarak ve teminat mektupları nakde çevrilerek borcun kapatıldığının görüldüğünü, ancak SGK’nın, kendisine yapılan bu ödemeleri B. Ltd. Şti.’nin diğer dosyalarına dağıtarak ödemesi sebebiyle eksik ödeme yapıldığı yönünde bir görünüm oluştuğunu, eğer THY A.O. yönetimi tarafından hak edişten kesinti yapılması ve teminat mektuplarının nakde çevrilmesi suretiyle Bakırköy SGK Müdürlüğü’ne yapılan ödemelerin sadece ilgili olduğu dosyadan düşülecek olursa herhangi bir borç kalmadığının görüleceğini, kaldı ki huzurdaki davaya konu olayda zamanaşımı süresinin dolduğunu, 06.07.2004 tarihinden önceki dönemlere ait Sosyal Güvenlik Kurumu’nun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde beş yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağını, dolayısıyla davaya konu 2002 yılına ait prim ve diğer alacakların zamanaşımına uğradığının ve bu nedenle tahsil kabiliyetinin kalmadığının açık olduğunu, davaya konu borcun doğumuna sebep olan müfettiş raporunun kesinleşmediğini, borcun kaynağı işbu raporun davacı şirket tarafına tebliğ edilmediğini, rapor hakkında bilgi sahibi olmadan itiraz etmelerinin istendiğini, bu raporla ilgili Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na itirazda bulunulduğunu, itiraz neticesinde raporun tekrar değerlendirilmeye alınacağına ilişkin davacı şirkete yazı gönderildiğini, inceleme ve değerlendirmenin tamamlandığına ilişkin davacı şirkete tebligat gelmediğini, dolayısıyla mezkûr raporun kesinleşmediğini, yapılacak inceleme sonunda Teftiş Başkanlığı’nın mezkûr raporu iptal ederek yeni bir inceleme yaptırabilme hakkı bulunduğunu, davalı kurumun bu inceleme ve değerlendirme sonucunu beklemeden davacı şirketin toplam 714.213,49 TL tutarında prim borcu, işsizlik sigortası ve gecikme zammı ödemesi yönünde yazı gönderdiğini, bu durumun başlı başına hukuka aykırılık teşkil ettiğini, rapora ilişkin değerlendirmenin müvekkil şirket lehine neticelenmesi durumunda davalı kurumca yapılan bütün işlemlerin yok hükmünde olacağını, davalı kurumların sebebiyet verdikleri durum nedeniyle gerek kamunun gerekse müvekkil şirketin önemli ölçüde zarar göreceğini, davacı şirket hakkında telafisi imkânsız zararların meydana gelmemesi için mahkemeden ihtiyati tedbir talebinde bulunduklarını, şirketin yüzlerce kişiye istihdam sağladığını, yüzlerce kişinin işsiz kalmaması ve dava neticelendiğinde tahsil kabiliyetinin olabilmesi için ihtiyati tedbir taleplerinin teminatsız olarak kabul edilmesi gerektiğini aksi takdirde davalı kurumun davacı şirket hakkında yapacağı icra takibatının miktarı da göz önünde bulundurulduğunda bunun şirketin ticari faaliyetinin sona ermesi anlamına geleceğini, davacı şirketin iyiniyetle ticari faaliyetini sürdürdüğünü, davacı şirketle ilgili olarak maddi hata yapıldığını, ilgili idareye yapılan itirazlara rağmen maddi hata içeren ve kesinleşmemiş müfettiş raporuna istinaden davacı şirkete bir başka şirketin prim borcunun resen tahakkuk ettirildiğini, müfettiş raporu müvekkil şirkete tebliğ edilmediğinden, dosyaya ibraz edilmesi hâlinde her türlü cevap ve itiraz haklarını saklı tuttuklarını ileri sürmüşlerdir.

 

II. Davalının Savunmalarının Özeti

Davanın yasal süresinde açılmadığını, tedbir talebinin kabulü için dava konusu alacaklarının tamamı kadar teminat gösterilmesinin zorunlu olduğunu, davacının teminat göstermediğini, bu nedenle davacının tedbir talebinin kabul edilemeyeceğini, davacının ileri sürdüğü iptal nedenlerinin yasal dayanağının bulunmadığını, kurumun prim ve diğer alacaklarının 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu, dava konusu alacağın dayanağı olan raporun tarihinin 03.03.2009 olduğu nazara alındığında davacının bu konudaki itirazının yasal dayanağının bulunmadığının açıkça anlaşıldığını, davacının ihale konusu işin tarafı olmadığı yönündeki itirazının mevcut ihale sözleşmesi karşısında hükümsüz olduğunu, müfettiş raporu ve ekli sözleşmeden dava konusu işin B. – M.B. ortak girişimi tarafından üstlenildiğinin açıkça anlaşılmakta olduğunu, İstanbul 8. Noterliği’nce düzenlenen Ortak Girişim Beyannamesinde THY A.O. tarafından yapılacak ihalelere B. – M.B. özel ortaklığı olarak katılacaklarını, akdolunacak sözleşme konusunda ortakların müşterek ve müteselsil sorumlu olduğunu beyan ve taahhüt ettiklerini, davacı adına istihkak ödemesi ve fatura bulunmamasının kendisinin işveren ortağı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmayacağını, dava konusu ihale ile ilgili B. Ltd Şti adına kaydı yapılan iş yerinin, müfettiş raporu esas alınarak yeniden davacının da ortağı olduğu ortak girişim adına tescilinin yapıldığını, davacı şirketin ihale ile aldığı işi ortaklık adına Kuruma bildirmediğini, bu konuda üzerine düşen yasal görevi yerine getirmemiş olması nedeniyle sorumlu olduğunu, davacının da ortağı olduğu ortak girişim adına ihale sözleşmesi imzalandığı hâlde Kuruma bu hususun bildirmediğini, bu nedenle davacı Kurumun prim alacaklarının ödenmesine de engel olduğunu, davacının borcun ödenmemesinden müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu, ortak girişimi oluşturan ortaklardan her birinin Kuruma karşı borcun tamamından sorumlu olduğunu, Kurum müfettişlerinin hazırladığı raporların aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğunu, resmi ihale dosyasındaki ihale sözleşmesi ve diğer tüm ihale belgeleri esas alınarak hazırlanan rapora göre davacının da ortağı olduğu ortak girişim adına yapılan iş yeri tesciline karşı davacının ileri sürdüğü iddiaların hukukî ve maddi dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için iki temel hukukî sorunun incelenmesi gerekmektedir:

Bunlardan ilki, davacı şirket ile B. Ltd. Şti.’nin bir adi ortaklık oluşturup oluşturmadığı meselesidir. Eğer davacı ile B. Ltd. Şti.’nin bir adi ortaklık oluşturmadığı sonucuna varılacak olursa davacının açtığı davanın kabulü gerekecektir.

İncelenmesi gereken ikinci sorun ise şudur: Eğer davacı ile B. Ltd. Şti.’nin bir adi ortaklık oluşturduğu sonucuna varılacak olursa bu kez de davacının zamanaşımı iddialarının ele alınması gerekecektir. Zira davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisi bulunsa bile adi ortaklığın borcu zamanaşımına uğramış ise davalının davacının adi ortaklığın borçlarından müteselsil olarak sorumlu tutulması gerektiği yönündeki iddiaları davacının haklı zamanaşımı savunması karşısında reddedilecektir.

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

I. Davacının Adi Ortaklık Bulunmadığı Yönündeki İddialarının İncelenmesi

Adi ortaklık Türk Borçlar Kanunu’nun 620. ve devamındaki maddelerinde düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunu’nun “tanım” kenar başlığını taşıyan 620. maddesinin 1. fıkrası adi ortaklık sözleşmesini şu şekilde tanımlamıştır:

“Adi ortaklık sözleşmesi iki veya daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir.”

Doktrinde hükmün bu düzenlemesinden ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 520. maddesinden hareketle adi ortaklığa ilişkin şu tanımlara yer verildiği görülmektedir:

1. Doktrinde Doğanay, kaynak İsviçre Borçlar Kanunu m. 530’dan da etkilenerek adi ortaklığı şu şekilde tanımlamıştır(1):

“ … İki ya da daha çok kişinin ortak bir gayeye birlikte erişmek için güçlerini ya da araçlarını birleştirmeyi akit uyarınca taahhüt ettikleri şahıs birliğidir. … ”

2. Doktrinde Domaniç de adi ortaklığı şu şekilde tarif etmiştir(2):

“ … Şirket, iki veya daha fazla hakiki yahut hükmi şahsın, iktisadi bir gayeye erişmek yani ortaklara kar dağıtmak veya tasarruf sağlamak maksadıyla, bir kısım sermayelerini birleştirmek hususunda yaptıkları bir anlaşmadır. … ”

3. Doktrinde Poroy / Tekinalp / Çamoğlu’na göre de adi ortaklığın şu şekilde tanımlanması gerekir(3):

“ … Adi ortaklık, kişisellik öğelerine göre şekillenmiş, ortaklık haklarının ve yapısının, sermayeye dayalı olarak değil, ortakların kişiliklerine bağlı bir tarzda biçimlendiği; ortakların ortaklık borçlarından bütün malvarlıklarıyla, birinci derecede ve zincirleme sorumlu olduğu; her türlü iktisadi ve gayri iktisadi konu için herhangi bir şekle bağlı olmaksızın kurulabilen veya oluşabilen; bir ticari işletme işletmesi şart olmayan; tüzel kişiliği bulunmayan bir ortaklıktır. … ”

4. Doktrinde Barlas da adi ortaklığın şu şekilde tanımlanabileceği düşüncesindedir(4):

“ … Adi ortaklık, emeklerini veya araçlarını herhangi bir müşterek amaç doğrultusunda birleştirerek, bu amaca ulaşma konusunda birlikte çaba göstermeyi sözleşmeyle birbirlerine karşı yükümlenen kişilerce oluşturulan, tüzel kişiliği bulunmayan bir kişi topluluğudur. … ”

Doktrinde adi ortaklığa ilişkin olarak yapılmış olan bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, adi ortaklığın varlığından bahsedebilmek için birtakım unsurların varlığı şarttır. Bunlardan biri “müşterek amaç” unsurudur. Gerçekten de ortaklık ilişkisine katılan kişilerin müşterek bir amaç etrafında toplanmaları adi ortaklığın temel unsurudur. Dolayısıyla bir hukuksal ilişkinin adi ortaklık olarak kabul edilebilmesi için sözleşmede ortaklığa amaç olarak belirlenen nihai hedefin bütün ortakların gözünde “müşterek” olması şarttır.

Bununla birlikte, adi ortaklığın varlığından söz edebilmek için ortakların müşterek bir amaç etrafında toplanmış bulunmaları yeterli değildir. Ortakların ayrıca, ortaklığın amacının gerçekleşmesine yönelik faaliyetlere katılmayı, bu yolda diğer ortaklarla işbirliği yaparak, onlarla birlikte çaba sarf etmeyi üstlenmiş olmaları gereklidir. Amaç ortak araç veya güçlerle izlenmeli, taraflar amacın izlenmesinde birlikte etkin olmalıdırlar. Bu unsur doktrinde “affectio societatis” deyimiyle anılır.

Fransız ve İngiliz dillerine “affection” şeklinde geçen “affectio” tabiri Latincede yapmak, kurmak, imal etmek manasına gelen Facio – Ad = Afficio mastarından çıkarılmış bir isimdir. Lügat manasında etkili olma anlamına gelmektedir. Bu bağlamda “affectio societatis” şirket işlerinde etkili olma, yani geniş anlamda idareye iştirak, ihtimam gösterme ve zararlı olmama olarak anlaşılmalıdır(5).

Latince tabiriyle ifade edilen bu unsur, geniş manada, ortakların şirket gayesinin elde edilmesine faal olarak katılma niyetlerini ifade eder. Bir diğer söyleyişle ortaklar kural olarak, şirket gayesinin temini için, faal olarak gayret sarf etmek niyetindedirler ve bir şirketten bahsetmek için bu niyetin de bulunması gereklidir.

Ancak, burada söz konusu edilen faal olarak katılma niyetini, ortağın, münhasıran şirket işlerinde fiilen çalışması şeklinde dar tefsir etmeyip, faaliyet göstermek üzere kurulan şirketin harekete geçmesi ve gayesine varması için, fiilen iştirak ederek veya etmeyerek yardımcı olması, borçlarını yerine getirmesi, mesela ortaklık faaliyetine iştirak etmeyen bir ortağın sermaye borcunu zamanında ödemesi, TBK.m.626’da bahsedildiği üzere, şirketin amacını engelleyici veya zarar verici işleri yapmaktan sakınması tarzında da yorumlamak lazımdır.

Yargıtay da konuya ilişkin bir kararında, adi ortaklığın varlığı için “affectio societatis” unsurunu zımnen zorunlu görmüş, bu unsurdan yoksun kazanç paylaşma ilişkisinin bir adi ortaklık ilişkisi olarak nitelendirilemeyeceğini kabul etmiştir. Gerçekten de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin T: 10.05.1966, E: 1965 / 4379, K: 6966 / 5530 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(6):

“ … Davada, sözleşmede kararlaştırılan ve ödünç verilen 4500 lira ödeninceye kadar verilmesi şart edilen aylık üç yüz lira temettü’ün ödetilmesi istenilmiştir. Mahkemece de kabul edildiği üzere, sözleşme ödünç ve fahiş faiz şartından ibarettir. Bir kimsenin bir işletmeye veya ortaklığa yalnız kârdan belli aralıklarla belli oranda pay almasını sağlayarak para vermesi, o sözleşme ortaklık olarak tanımlansa bile paylı ödünçten ibarettir. Çünkü sözleşmede ödünç verilen paranın maden cevheri çıkartılmaya başlanmasından itibaren her ay ticaretin yarısından ödünç geri verilmeye başlanacak ve sona erince kâr payı da ödenmeyecektir. Bu sözleşmenin görünüşü ile ortaklık olarak tanımlanması BK.’nun 523. maddesine aykırı olduğu gibi bütününü kapsayan sözlerin bir arada yorumlanması fahiş faiz şartı ile amacın ödünçten ibaret olduğunu göstermektedir. … ”

Doktrinde Domaniç’in de isabetle belirttiği üzere, “affectio societatis” şirket akdinde zaruri bir unsurdur ve şirketi kâra iştirakli hizmet akdi, müşterek mal, iştirak hâlinde mülk gibi anlaşmalardan ayırmakta ve ayrıca ortaklara, idareye iştirak, denetleme, rekabetten ve şirket için muzır hareketlerden kaçınma ve netice itibarıyla şirketin kâr ve başarı sağlamasında, sermaye katkısı dışında da aktif ve pasif yollardan etkili olma hak ve borçlarını ifade etmektedir(7).

Kısacası, ortakların belirli bir amaca ulaşmak için birlikte çaba sarf etme konusunda yükümlülük altına girmeleri, adi ortaklığın varlığı bakımından zorunludur. Bu unsur ortaklık sözleşmesinin içeriğinde mutlaka yer almalıdır. Eğer ortaklar ortaklık sözleşmesine istinaden değil de bu sözleşmeden tamamen bağımsız biçimde, aralarında mevcut bir başka hukukî ilişki sebebiyle birlikte çaba yükümlülüğü altında bulunuyor iseler veya esasen böyle bir yükümlülük hiç söz konusu değilse (örneğin, hatır için o amaç etrafında birleşme) ortada bir adi ortaklık yoktur. Diğer yandan, sırf sözleşmede ortaklar için katılma paylarını ifa yükümlülüğünün öngörülmüş bulunması, birlikte çaba yükümlülüğüne yer verildiği anlamına gelmez.

Birlikte çaba yükümlülüğü bir yan edim yükümü olmayıp, asli edim yükümü durumundadır ve adi ortaklığın sürekli borç ilişkisi karakterine uygun olarak, süreklilik arz etmelidir. İlişkiye katılanlardan biri sadece bir defalık (ani edimli) bir katılma yükümü altında ise, ortada ortaklık yoktur; bağışlama veya karşılıklı edim değişimini amaçlayan bir hukuksal ilişki söz konusudur(8).

Adi ortaklık ilişkisinin varlığından söz edilebilmesi için gerekli bir diğer unsur ise “sözleşme bağı”dır. Adi ortaklık, onu oluşturan kişilerin iradelerine dayanan bir hukuksal ilişkidir. Gerçekten, bir hukuksal bağın adi ortaklık olarak kabul edilmesi için, öncelikle, tarafların ortaklık kurma niyetiyle hareket ederek, bu yolda oluşan iradelerini birbirlerine yöneltmeleri ve bu irade açıklamalarının karşılıklı olarak kabulü gerekir(9).

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin T: 24.11.1980, E: 80 / 6387, K: 80 / 6111 sayılı kararında da aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(10):

“ … İlişkinin yalın (adi) ortaklık olarak tanımlanabilmesi için, Ticaret Yasasında tanımlanan ortaklıkların belirli niteliklerini taşımaması koşulu yanında; ilişkide ayrıca sözleşme, sözleşmeyi yapacak kişiler, katılma payı, ortak amaç ve işbirliği öğeleri bulunmalıdır. Öğelerden sözleşmenin varlığı ise, ya bağlayıcı (iltizami) işlem, ya da amaç doğrultusunda bir çalışmanın varlığı ile belirlenir. Amaç doğrultusunda çalışma ise az-çok işbirliğini gerektirir. Bu öğenin bulunmaması sözleşmeyi sonuca katılmalı hizmet ya da ödünç gibi öteki tür sözleşmelere kaydırır. … ”

Kanun, adi ortaklık sözleşmesinin geçerliliğini özel bir şekil şartına tabi tutmamıştır.

Somut uyuşmazlığa bütün bu açıklamalar çerçevesinde bakıldığında kanımızca davalının davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunu ispatladığı kabul edilemez. Bu bağlamda dikkati çeken en önemli husus şudur: Dosya içinde davacı ile B. Ltd. Şti. arasında yapılmış bir adi ortaklık sözleşmesi yoktur. Böyle bir sözleşmenin davalı üçüncü kişi tarafından mutlaka yazılı delil ile ispatlanması şart değildir ama böyle bir sözleşmenin kurulduğunu gösteren başkaca bir delil de yoktur. Davalının bu konuda sunabildiği tek delil davacı şirket ile B. Ltd. Şti. tarafından THY A.O.’na verilen ortak girişim beyannamesidir. İhale öncesinde verilen, İstanbul 8. Noterliği’nce 21.12.2001 tarih ve 19360 sayı ile tasdik edilmiş “ortak girişim beyannamesi” nde aynen şu ifadeye yer verilmiştir:

“ … İhalenin üzerimizde kalması halinde ortaklık sözleşmesi idare ile yapılan sözleşmeden önce noterliğe tasdik ettirilerek verilecektir. … ”

Ortak girişim beyannamesindeki bu ifade tarafların ihaleyi kazandıkları takdirde ortaklık sözleşmesinin noter tasdikli bir örneğinin ihaleyi yapan THY A.O.’ya verileceğini belirtmektedir. Ancak dosya içinde ihale kazanıldıktan sonra anılan kuruma imzaları noter tasdikli böyle bir adi ortaklık sözleşmesinin verildiğine dair herhangi yazılı delil veya başkaca bir ispat aracı yoktur.

Beyannamede yer alan bir diğer ifade de şu şekildedir:

“ … Vermiş olduğumuz müşterek teklif neticesinde iş üzerimize kaldığı takdirde sözleşmenin bütün ortaklarca müştereken imza edileceğini … ”

Ortak girişim beyannamesinde her ne kadar böyle bir ifadeye yer verilmiş ise de davacı şirket ile THY A.O. arasında böyle bir sözleşme yapıldığını gösterir herhangi bir yazılı delil veya başkaca bir ispat aracı yoktur.

Gerek bu ifadede gerekse hemen yukarıdaki ifadede ileride yapılacak olan sözleşmelerden bahsedilmektedir. Ancak dosya içinde bu sözleşmelerin yapıldığına bir diğer söyleyişle varlığına ilişkin herhangi bir yazılı delil veya başkaca bir ispat aracı yoktur.

Bununla birlikte bu değerlendirmemiz karşısında davalı Kurum’un böyle bir yazılı delili elde etmekte yaşayabileceği güçlükler göz önünde bulundurularak şu iddianın ileri sürülmesi mümkündür: “Davacı ile B. Ltd. Şti. arasında fiilen bir adi ortaklık ilişkisi bulunmasına rağmen onlar arasında yazılı bir adi ortaklık sözleşmesi yapılmamış olabilir; esasen böyle bir sözleşme sözlü şekilde de yapılabilir ve buna kanunen hiçbir engel yoktur veya taraflar arasında yazılı şekilde bir ortaklık sözleşmesi yapılmış olmasına rağmen bunun ispatına yarayacak delillere ulaşılamamış olabilir.” Ancak, bu iddia karşısında da davalının anılan şirketler arasında adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunu gösteren ya da hiç değilse mahkeme nezdinde bu yönde bir kanaatin oluşmasına imkân sağlayacak diğer ispat araçlarını ortaya koymasının şart olduğunu belirtmemiz gerekir.

Meseleye bu açıdan bakıldığında davacı işlerin başlangıcından beri hiçbir işlemin gerçekleşmesine katılmadığını, işin içinde fiilen yer almadığını, onun adına veya adi ortaklık adına bir fatura düzenlenmediğini, THY A.O. ile bir sözleşme imzalamadığını THY A.O.’dan herhangi bir tahsilat yapmadığını, kâr paylaşımı safhasında hiçbir şekilde yer almadığını ileri sürmüş ancak onun bütün bu iddialarına rağmen davalı Kurum, davacının bu iddialarını çürütebilecek veya zayıflatabilecek herhangi bir fatura, ticari defter kaydı, vergi kaydının varlığını ispatlayamamıştır.

Bu düşüncemiz karşısında da davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisi bulunmasına rağmen onların vergi mevzuatı bakımından tabi oldukları kurallara uymamış oldukları iddia edilebilir; mesela adi ortaklık katma değer vergisi ödemekle yükümlüdür dolayısıyla da adi ortaklık adına fatura düzenlenmesi gerekmesine rağmen onların bunu yaptırmayarak vergi mevzuatına aykırı hareket etmiş olmalarının onlar arasında bir adi ortaklık ilişkisinin bulunmadığını göstermeyeceği iddia edilebilir.

Ancak bu takdirde, davalı Kurum’un hiç değilse B. Ltd. Şti. tarafından davacıya aralarındaki adi ortaklık ilişkisi çerçevesinde kâr paylaşımı için yapılmış bir ödeme olarak nitelendirilebilecek veya davacı tarafından B. Ltd. Şti.’ye aralarındaki adi ortaklık ilişkisi çerçevesinde sermaye koyma borcunun ifası olarak veya zarara katılma olarak nitelendirilebilecek bir ödeme yapıldığına dair bir ispat aracını ya da davacının THY A.O. ile yapılan sözleşme konusu işlerin icrasında, bir diğer söyleyişle var olduğu iddia edilen adi ortaklığın müşterek amacının gerçekleşmesi için az ya da çok şu ya da bu şekilde faaliyette bulunduğunu gösteren ispat araçlarını sunması gerekir ki dosya içinde bu yönde de bir ispat aracına rastlanmamıştır.

Kısacası, dosya içinde davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisinin mevcut olduğunu gösteren bir ispat aracına rastlanamamıştır. Dolayısıyla menfi tespit davalarının bir özelliği olarak davalı Kurum’un davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisinin bulunduğuna dair iddialarını ispat yükümlülüğünü yerine getirdiği kabul edilemez. Hâl böyle olunca da davacının B. Ltd. Şti’nin borçlarından müteselsil olarak sorumlu olduğu kabul edilemez.

 

II. Davacının Zamanaşımı İddialarının İncelenmesi

1. Konuya İlişkin Mevzuat Açısından

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın prim ve diğer alacakları on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Zira anılan Kanun’un 93. maddesinin 2. fıkrası şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Kurumun prim ve diğer alacakları ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak on yıllık zamanaşımına tâbidir. Kurumun prim ve diğer alacakları, hizmet tespiti veya asgarî işçilik uygulaması nedeniyle doğmuş ise zamanaşımı süresi; mahkeme kararının kesinleşme tarihinden, Kurum veya diğer kamu idarelerinin denetim ve kontrolle görevlendirilen memurları tarafından yapılan tespitler sonucunda doğmuş ise rapor tarihinden veya bu idareler tarafından düzenlenen belgelerden doğmuş ise belgenin Kuruma intikal ettiği tarihi takip eden yılbaşından itibaren beş yıl olarak uygulanır. Ancak, bu durumda zamanaşımı süresi on yıldan az olamaz. Bu alacaklar için gecikme cezası ve gecikme zammı, alacağın ait olduğu ayın veya dönemin sonundan itibaren uygulanır.”

Ancak hemen belirtmek gerekir ki, gerek Kurum alacaklarının zamanaşımı süresinin on yıl olduğunu belirten gerekse kurum alacaklarını zamanaşımının başlangıcını çeşitli ihtimallere göre farklı şekilde belirleyen bu hüküm, ancak ve ancak 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girişinden yani 01 Ekim 2008 tarihinden sonraya(11) ilişkin Kurum alacakları için uygulanacaktır(12).

Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken Kanun ise 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’dur. Zira bu davadaki prim alacağı 2002 yılına ilişkindir. Anılan Kanun’un 80. maddesinin 5. fıkrasının 1. cümlesinin 3917 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişikliğe uğramış hâli şu şekildedir(13):

“Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nun 51. maddesi hariç diğer maddeleri uygulanır.”

Bu değişiklik 3917 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince 8 Aralık 1993 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiş ve bu hüküm 5918 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile değişikliğe uğrayıncaya kadar yani 6 Temmuz 2004 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır(14).

O hâlde 8 Aralık 1993 ila 6 Temmuz 2004 tarihleri arasına ilişkin Kurum alacaklarının zamanaşımı bakımından 6183 sayılı Kanun’un uygulanacağı açıktır. Hükmün atıf yaptığı 6183 sayılı Kanun’un zamanaşımına ilişkin düzenlemesi 102. maddesinde yer almaktadır. Anılan hükme göre:

 “Amme alacağı, vâdesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlarındaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur. Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur.”

Dolayısıyla 08.12.1993 ila 06.07.2004 tarihleri arasına ilişkin prim alacaklarında zamanaşımı, prim alacağı ödeme vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıldır.

Gerçekten de 506 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 3917 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 08.12.1993 tarihinden önceki dönemde ve 5198 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 06.07.2004 tarihinden sonraki dönemde doğmuş Kurum alacakları on yıllık, aradaki dönemdeki Kurum alacakları ise beş yıllık zamanaşımına tabidir.

 

2. Konuya İlişkin Yargıtay Kararları Açısından

Yargıtay da konuya ilişkin uyuşmazlıklarda Kurum alacağının muaccel olduğu tarihte hangi zamanaşımı süresi yürürlükte ise söz konusu alacağa o zamanaşımı süresinin uygulanacağı, daha sonra meydana gelen kanun değişikliklerinin zamanaşımı süresini değiştirmeyeceği yolunda kararlar vermiştir. Bu kararlara göre Kurum’un somut uyuşmazlıktaki 2002 yılına ilişkin prim alacağının zamanaşımı süresi 5 yıldır ve bu alacak 01.01.2008 tarihinde zamanaşımına uğramıştır.

a. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun T: 20.12.2006, E: 2006 / 21 – 806, K: 2006 / 814 sayılı kararının özet kısmında aynen şu ifade yer almaktadır(15):

“ … Eldeki davada, 1997 ile 1998 devresine ait prim borcu ve gecikme zammı ihtilaf konusudur. Bu devrede yürürlükte olan 506 SK’nın 80. maddesine göre zamanaşımı süresi 5 yıldır. 5918 SK ile anılan maddede yapılan değişiklik ile prim alacakları yine 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi tutulmuştur. Söz konusu değişiklik ise değişiklik yasasının yürürlük tarihi olan 06.07.2004 tarihinden sonra muaccel olan alacaklara uygulanmalıdır. … ”

b. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun T: 20.09.2006, E: 2006 / 21 - 546, K: 2006 / 565 sayılı kararının özet kısmında yer alan ifade de aynen şu şekildedir(16):

“ … Yargılamaya konu prim alacağının Kasım 1997 devresine tahakkuk ettirilmiş ve gecikme zammının bu tarih itibariyle başlatılmış olması karşısında, anılan devrede yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanunun 80. maddesi uyarınca belirlenmelidir. 5198 sayılı Kanunun 11. maddesi ile anılan yasanın 80. maddesine getirilen düzenlemenin, yürürlük tarihi olan 6.7.2004 tarihinden sonra muaccel olan alacaklara uygulanması gerekmektedir. … ”

c. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 19.01.2009, E: 2007 / 13934, K: 2009 / 52 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(17):

“ … Diğer taraftan, dava konusu somut olayda, Kurumun prim alacağı yönünden zamanaşımı süresinin ne olması gerektiği hususunun değerlendirilmesine gelince; 506 sayılı Kanunun 80. maddesinde 3917 sayılı Kanunla yapılan değişiklik uyarınca, Kurumun süresi içerisinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gereği öngörülmüş; 3917 sayılı Kanunla yapılan bu değişiklik aynı Kanunun 8. maddesi hükmüne göre, 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe girmiş; daha sonra, 24.06.2004 tarih, 5198 sayılı Yasayla aynı maddede yapılan değişiklik sonucunda, Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasanın 102. maddesinin de uygulanma olanağı bulunmadığı düzenlemesi getirilmiş ve düzenleme 06.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu durumda, zamanaşımı süresi bakımından 3917 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 08.12.1993 tarihinden önceki dönemle, 5198 sayılı Yasanın yürürlüğü sonrasına ilişkin prim ve gecikme zamları yönünden, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun alacak hakkı, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Giderek, zamanaşımının başlangıç tarihi ise, yine, Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi gereğince alacağın muaccel olduğu tarihtir ve zamanaşımının kesilmesi ve durdurulmasına ilişkin Borçlar Kanunu’nun 132. ve ardından gelen maddeleri de burada aynen geçerlidir. 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren, 3917 sayılı Kanunun getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu tarihler arasındaki döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden ise, 6183 sayılı Kanunun zamanaşımına ilişkin 102. ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. … ”

d. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 29.04.2003, E: 2003 / 2909, K: 2003 / 3891 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(18):

 “ … 3917 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 8.12.1993 tarih ve bundan sonraya ilişkin prim ve gecikme zamları yönünden ise; 6183 sayılı Kanunun zamanaşımına ilişkin 102 ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. maddesi hükmüne nazaran zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. … ”

e. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 19.09.2006, E: 2006 / 3541, K: 2006 / 11184 sayılı kararındaki açıklama da aynen şu şekildedir(19):

 “ … 3917 sayılı Kanunun getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu tarihler arasındaki döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden 6183 sayılı Kanunun zamanaşımına ilişkin 102. ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. …”

f. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 27.03.2007, E: 2006 / 16478, K: 2007 / 4643 sayılı kararında da benzeri açıklamalara yer verilmiştir(20):

 “ … 08.12.1993 tarihi ve sonrasına ilişkin prim ve gecikme zammı borcu yönünden ise 6183 Sayılı Kanunun “Tahsil Zamanaşımı” başlığını taşıyan 102 ve ardından gelen maddeleri uygulanacaktır. Anılan madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı da alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yılbaşı olarak belirlenmiştir.

 

 Somut olayda, ödeme emrine konu primin vadesinin 1999 yılı Şubat sonu olması, 01.01.2000 tarihinde başlayan zamanaşımı süresinin, ödeme emrinin tebliğ edildiği 16.01.2006 tarihinden önce ve 01.01.2005 tarihinde sona ermesi karşısında, davanın kabulü ile ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken, olaya uygulanma imkânı bulunmayan 5198 sayılı Kanunla değişik 506 sayılı yasanın 80. maddesi kapsamında davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür. … ”

g. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 14.02.2008, E: 2007 / 25251, K: 2008 / 1851 sayılı kararında da yukarıdaki kararlara benzer şekilde değerlendirmelere gidilmiştir(21):

 “ … 08.12.1993 tarihi ve sonrasına ilişkin prim ve gecikme zammı borcu yönünden ise, 6183 sayılı Kanunun “Tahsil Zamanaşımı” başlığını taşıyan 102. ve ardından gelen maddeleri uygulanacaktır. Anılan madde hükmüne göre zamanaşımı süresi beş yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı da, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yıl başı olarak belirlenmiştir. … ”

h. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin T: 15.02.2011, E: 2011 / 673, K: 2011 / 1624 sayılı kararında varılan sonuç da yukarıdaki kararlara paraleldir(22):

 “ … 8.12.1993 tarihi ve sonrasına ilişkin prim ve gecikme zammı borcu yönünden ise 6183 Sayılı Kanunun "Tahsil Zamanaşımı" başlığını taşıyan 102 ve ardından gelen maddeleri uygulanacaktır. Anılan madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı da alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yılbaşı olarak belirlenmiştir. … ”

ı. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin T: 08.03.2011, E: 2010 / 1916, K: 2011 / 2023 sayılı kararında da yukarıdaki kararlara benzer şekilde aynen şu ifadeye yer verilmiştir(23):

 “ … 8.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 Sayılı Kanunun getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden ise, 6183 Sayılı Kanunun zamanaşımına ilişkin 102. ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. … ”

 

3. Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü Tebliği Açısından

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü’nün kurum alacaklarının terkini ve zamanaşımı konulu, 01.08.2012 tarihli genelgesinde de aynen şu ifade ve ardından şu örnek yer almaktadır(24):

Ödeme vadesi 30.09.2008 veya öncesinde sona eren sigorta primi ve işsizlik sigortası primlerinin zamanaşımı süresi, ödeme vadesi;

07.12.1993 ve öncesinde sona eren alacaklar için, Borçlar Kanunu hükümlerine istinaden, ödeme süresinin sona erdiği tarihi takip eden günden itibaren on yıl,

08.12.1993 ila 05.07.2004 tarihleri arasında sona eren alacaklar için, 6183 sayılı Kanun hükümlerine istinaden, alacağın ödeme süresinin sona erdiği tarihi takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıl,

06.07.2004 ila 30.09.2008 tarihleri arasında sona eren alacaklar için, Borçlar Kanunu hükümlerine istinaden, ödeme süresinin sona erdiği tarihi takip eden günden itibaren on yıl olarak dikkate alınacaktır.

Örnek 5 - Özel nitelikteki iş yeri işverenlerince 2002 / Ağustos ayına ilişkin yasal süresi içinde düzenlenen aylık sigorta primleri bildirgelerinden dolayı tahakkuk eden primlerin ödeme süresi 30.09.2002 tarihinde sona ermektedir. Ödeme süresi 30.09.2002 tarihi itibarıyla sona eren alacaklar, 6183 sayılı Kanuna göre ödeme süresinin sona erdiği tarihi takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğundan, beş yıllık zamanaşımı süresi 1/1/2003 tarihinde başlayıp, zamanaşımını kesen veya durduran hâllerin bulunmaması hâlinde 31.12.2007 tarihinde sona ermiş olacaktır.

 

4. Ara Sonuç

Yukarıda zikrettiğimiz mevzuat hükümlerinin, ikisi Hukuk Genel Kurulu kararı yedisi de ilgili hukuk dairelerinin kararları olmak üzere toplam dokuz Yargıtay kararının ve Sigorta Genel Müdürlüğü’nün tebliğinin de açıkça ortaya koyduğu üzere:

1. Kurum’un 2002 yılına ilişkin prim alacağı için zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğunu kabul eden 5510 sayılı Kanun hükümleri uygulanamaz.

2. Kurum’un prim alacağına uygulanması gereken kanun Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’dur.

3. Kurum’un 2002 yılına ilişkin prim alacağının zamanaşımı süresi 6183 sayılı Kanunun 102. maddesi uyarınca 5 yıldır.

4. Bu alacağa 5510 sayılı Kanun uygulanamayacağı için zaman-aşımı süresinin başlangıcı için de müfettiş raporunun bildirildiği tarihin esas alınmayacağı açıktır.

5. Bu zamanaşımının başlangıç süresi alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır.

6. Dolayısıyla Kurum’un 2002 yılı prim alacağı 01.01.2008’te zamanaşımına uğramıştır.

Bu noktada akla haklı olarak şu soru gelebilir: Acaba zamanaşımı süresini kesen veya durduran bir olgu var mıdır? Dolayısıyla bu tespitin bu açıdan da irdelenmesi gerekir. 6183 sayılı Kanunun 103. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler, 104. maddesinde de zamanaşımını durduran sebepler belirlenmiştir. 6183 sayılı Kanunun zamanaşımının işlememesine zamanaşımının durmasına ilişkin 104. maddesi şu şekilde kaleme alınmıştır:

 “Borçlunun yabancı memlekette bulunması, hileli iflâs etmesi veya terekesinin tasfiyesi dolayısiyle hakkında takibat yapılmasına imkân yoksa bu hallerin devamı müddetince zamanaşımı işlemez.

 Zamanaşımı, işlememesi sebeplerinin kalktığı günün bitmesinden itibaren başlar veya durmasından evvel başlamış olan cereyanına devam eder.”

Bu açıdan bakıldığında dosya içindeki belgelerde davalı (veya davacı) tarafça sunulmuş ve zamanaşımının durmasına neden olabilecek bir sebebin varlığını gösteren hiçbir belge yoktur. Dolayısıyla zamanaşımının durduğunu (işlemediğini) kabul etmek mümkün değildir.

6183 sayılı Kanunun zamanaşımının kesilmesine ilişkin 103. madde ise şu şekilde kaleme alınmıştır:

 “Aşağıdaki hallerde tahsil zamanaşımı kesilir:

 1. Ödeme,

 2. Haciz tatbiki,

 3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat,

 4. Ödeme emri tebliği,

 5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi,

 6. Yukarıdaki 5 sırada gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması,

 7. İhtilâflı âmme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi,

 8. Amme alacağının teminata bağlanması,

 9. Kaza mercilerince icranın tehirine karar verilmesi,

 10. İki âmme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı âmme idaresi tarafından borçlu âmme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi.

 11. (Ek: 25.12.2003 - 5035 / 5 / md.) - Yürürlük m.50 a) Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması.

 Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımının bir bozma karariyle kesilmesi halinde zamanaşımı başlangıcı yeni vâde gününün rastladığı; âmme alacağının teminata bağlanması veya icranın kaza mercilerince durdurulması hallerinde zamanaşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür.”

Bu açıdan bakıldığında da dosya içinde ilk bakışta zamanaşımını kesebilecek gibi görünen üç tane belgeye rastlanmaktadır. Bu belgeler, SGK tarafından düzenlenen ödeme emirleridir. Bununla birlikte hemen belirtmemiz gerekir ki, ödeme emirlerinin düzenlenme tarihleri 27.12.2010’dur. Dosya içinde bu belgelerin B. Ltd Şti.’ye ne zaman tebliğ edildiğine dair bir bilgi bulunmamakla birlikte, bu ödeme emirlerinin düzenlenme tarihlerinden daha sonraki bir tarihte tebliğ edilmiş olduğu açıktır. Dolayısıyla, bu ödeme emirlerinin 5 yıllık alacak zamanaşımı 01.01.2008 tarihinde dolduktan sonra tebliğ edilmiş olması nedeniyle zamanaşımını kesmeleri mümkün değildir(25).

 

E. SONUÇ

Yukarıdaki açıklamalar ve gerekçeler ışığında:

1. Davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisinin bulunduğu kabul edilemez. Zira adi ortaklığın varlığından bahsedebilmek için gerekli olan unsurlar yoktur. Ayrıca davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunu iddia edenin bu iddiasını ispatlaması gerekir. Ancak, dosya içinde bu ilişkinin ispatına ilişkin bir tane belge bulunmaktadır ve fakat bu belgenin tek başına adi ortaklık ilişkisini ispatlaması mümkün görünmemektedir.

2. Bununla birlikte davacı ile B. Ltd. Şti. arasında bir adi ortaklık ilişkisi bulunduğu kabul edilecek olsa dahi;

a. Kurum’un prim ve diğer alacakları zamanaşımına uğramıştır. Zira davacı şirkete davalı Kurum tarafından tahakkuk ettirilen borçlar 2002 yılına ilişkindir. 2002 yılına ilişkin olarak prim ve gecikme zammı alacakları açısından zamanaşımı süresi 6183 sayılı Kanunun 102. maddesine göre 5 yıldır ve zamanaşımının başlangıç süresi bakımından alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşı esas alınacağı için bu alacağın 01.01.2008 tarihinde zamanaşımına uğradığı açıktır.

b. Kurum alacağı 01.01.2008 tarihinde zamanaşımına uğradığı için Kurum’un 27.12.2010 düzenleme tarihli ödeme emirlerinin 6183 sayılı Kanuna göre zamanaşımını kesen bir sebep olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

 

 
 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 


* Bu hukukî mütalaa 04.02.2014 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Ümit Yaşar Doğanay; Adi Şirket Akdi, İstanbul, 1968, s: 5.

(2) Hayri Domaniç; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C: 1, İstanbul, 1988, s: 377.

(3) Reha Poroy / Ünal Tekinalp / Ersin Çamoğlu; Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, İstanbul, 2009, s: 46.

(4) Barlas, age, s: 18.

(5) Hayri Domaniç; Adi - Kollektif ve Komandit Şirketler, İstanbul, 1988, s: 12 - 14.

(6) M. Yalman / E. Taylan; Adi Ortaklık, Ankara, 1976, s: 57 (Domaniç, age, s: 13, dn: 11’den naklen).

(7) Domaniç, age, s: 14.

(8) Barlas, age, s: 38 - 41.

(9) Barlas, age, s: 55.

(10) Karar için bkz. YKD., 1981, S: 11, s: 1454 veya Domaniç, age, s: 71, dn: 1.

(11) 31.05.2006 kabul tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu için bkz. RG. 16.06.2006, S: 26200. Bu hüküm 5510 sayılı Kanun 108. maddesi uyarınca 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak, daha sonra Kanunun yürürlüğe ilişkin 108. maddesi 5754 sayılı Kanun’un 74. maddesinin (d) bendi ile değişikliğe uğramış ve 5510 sayılı Kanunun bu hükmünün 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe gireceği kabul edilmiştir.

(12) Aziz Can Tuncay / Ömer Ekmekçi; Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul, 2011, s: 185. Ayrıca belirtmek gerekir ki, anılan hüküm 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 56. maddesi ile değişikliğe uğramış ve aynen şu şekilde kaleme alınmıştır: “Kurumun prim ve diğer alacakları ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak on yıllık zamanaşımına tabidir. Kurumun prim ve diğer alacakları; mahkeme kararı sonucunda doğmuş ise mahkeme kararının kesinleşme tarihinden, Kurumun denetim ve kontrolle görevli memurlarınca yapılan tespitlerden doğmuş ise rapor tarihinden, kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemelerden doğmuş ise bu soruşturma, denetim ve inceleme sonuçlarının Kuruma intikal ettiği tarihten veya bankalar, döner sermayeli kuruluşlar, kamu idareleri ile Kanun’la kurulmuş kurum ve kuruluşlardan alınan bilgi ve belgelerden doğmuş ise bilgi ve belgenin Kuruma intikal ettiği tarihten itibaren, zamanaşımı on yıl olarak uygulanır. Bu alacaklar için 89 uncu madde gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı, 88 inci maddede belirtilen ödeme süresinin son gününü takip eden günden itibaren uygulanır.” (RG. 8.5.2008, S: 26870).

(13) 01.12.1993 kabul tarihli ve 3917 sayılı 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun ile 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun için bkz. RG. 08.12.1993, S: 21782.

(14) 24.06.2004 kabul tarihli ve 5198 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, Sosyal Sigortalar Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun için bkz. RG. 06.07.2004, S: 25514.

(15) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(16) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(17) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(18) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(19) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(20) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(21) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(22) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(23) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(24) Tebliğ için bkz. http://www.sgk.gov.tr.

(25) Eğer anılan ödeme emirleri zamanaşımı süresi içerisinde B. Ltd. Şti.’ye tebliğ edilmiş olsaydı bu ödeme emirlerinin davacıya karşı işleyen zamanaşımını kesmesi için ayrıca davacıya tebliğ edilmiş olması aranmazdı. Zira bu durumda Borçlar Kanunumuzun 155. maddesinin 1. fıkrası uyarınca müteselsil borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımı diğerlerine karşı da kesilmiş olurdu.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X