4. KUSURLU KISMİ İFA İMKÂNSIZLIĞININ SONUÇLARI

• Sözleşmenin Yorumu • Kusurlu Kısmi İfa İmkânsızlığı • Kısmi İfa İmkânsızlığının Tam İmkânsızlığa Dönüşmesi • Aşırı İfa Güçlüğünün Şartları ve İfa Güçlüğü ile İfa İmkânsızlığı Kavramlarının Ayırt Edilmesi

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

X Tütün Ürünleri Satış ve Pazarlama AŞ vekili … 25.02.2013 tarihli dilekçesi ile İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Hukuk Fakültesi Dekanlığı’na müracaat etmiş ve Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2012 / 659 sayılı dosya üzerinden görülmekte olan bir dava hakkında borçlar hukuku alanında uzmanlaşmış bir öğretim üyesinden yazılı olarak hukukî mütalaa almak istediğini dile getirmiştir.

İstanbul Barosu üyesi Sayın Av. … bu dilekçesi üzerine İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Hukuk Fakültesi Dekanlığı 26 Şubat 2013 tarihli ve 58938191 / 741 sayılı yazısı ile bu işte İstanbul Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi adına yazılı olarak hukukî mütalaa hazırlama görevini şahsıma vermiştir.

Bu görevlendirmenin akabinde Sayın Av. … şahsıma müracaat etmiş ve Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde görülmekte olan davanın dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir.

Uyuşmazlığa ilişkin olarak tarafıma tevdi edilen belgeler tam bir tarafsızlıkla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel ve objektif değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİA ve SAVUNMANIN ÖZETİ

I. Davacının Dava Dilekçesindeki İddialarının Özeti

Davacı X Tütün Ürünleri Satış ve Pazarlama AŞ vekili, 25.05.2012 tarihli 4 sayfalık dava dilekçesinde, davalı M.T. AŞ ile müvekkili arasında 01.06.2010 tarihinde “009302 No’lu Tedarikçi Sözleşmesi” imzalandığını, gelecek dönem yapılacak sözleşmelerin bedellerinin belirlenmesi için de 31.08.2010 tarihinde “009302 numaralı Tütün Mamulleri Sözleşmesinin Ek Protokolü’nün imzalandığını, bu sözleşme ve ek protokolün taraflar arasındaki tüm yazışmalarda zikredildiğini, dolayısıyla anılan sözleşme ve protokolün mevcudiyeti ve geçerliliği konusunda taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığını, bu sözleşme uyarınca davalı M.T.’nin belirli bedeller karşılığında M.T. markalarından M., M.J., 5M, T., M.C. mağazalarında her kasa üzerinde bulunan sigara satış ünitelerindeki raflarda ön yüzlerde müvekkilinin ürünlerinden belirli sayıda bulundurma yükümlülüğü altına girdiğini, sözleşmeye göre Ş. mağazalarında 1 satış ünitesi bulunan mağazalarda 5 ön yüz, Ş. mağazaları haricindeki mağazalarda ise 8 ön yüz tahsis edileceğinin kararlaştırıldığını, davalı şirketin bu ediminin karşılığında da müvekkilinin ödeyeceği ücretin 01.06.2010 ila 31.05.2011 tarihleri arasındaki 1. yıl için 3.000.000 TL, 01.06.2011 ila 31.05.2012 tarihleri arasındaki 2. yıl için 3.500.000 TL, 01.06.2012 ila 31.05.2013 tarihleri arasındaki 3. yıl için 4.000.000 TL olarak belirlendiğini, 1. yılın bedelinin tümüyle ödendiğini, 1. yıl için gereken hizmetin alındığını, 2. yıl içinse davanın açıldığı tarihe kadar ihtirazî kayıt ile 1.580.000 TL ödendiğini, sözleşmenin 2. yılının başında davalı şirketin esasen sözleşme uyarınca ön yüz bulundurmayı taahhüt ettiği Ş. Mağazalarını 01.08.2011 tarihi itibarıyla sattığını, bu satışın ticari kayıtlarla sabit olduğunu, bu durumun davalı tarafça da kabul edildiğini, bu tarihten itibaren davalının Ş. Mağazaları açısından sözleşmedeki edimini yerine getirmeye son verdiğini, müvekkilinin sözleşmeyi imzalarken sözleşmenin yapıldığı sıradaki koşulların değişmeyeceğini göz önünde bulundurarak hareket ettiğini, ancak bu son durum karşısında sözleşmedeki edimler arasındaki dengenin bozulduğunu, müvekkilinin bu değişime katlanmasının beklenmesinin mümkün olmadığını, davalının bu edimini kendi isteği ile imkânsızlaştırdığından hareketle müvekkilinin ediminin indirilmesi gerektiğini, sözleşme adaletinin ancak bu şekilde yeniden tesis edilebileceğini, davalının Ş. Mağazaları’nı sattıktan sonra 752320 sıra numaralı 31.07.2011 tarihli “Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı KDV hariç 1.000.000 TL tutarlı bir fatura tanzim ettiğini ve müvekkiline gönderdiğini, müvekkilinin bu faturanın içeriğini kabul etmediğini, buna rağmen bir ödeme yapıldığını, ancak bu ödemenin gelecekte kararlaştırılacak indirimli sözleşme bedeline mahsuben avans olarak ödendiğini, bu durumun Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 22.08.2011 tarihli ve 12676 yevmiye numaralı ihtarname ile davalı tarafa bildirildiğini, bu bildirim üzerine taraflar arasında sözleşmedeki bedelin indirilmesi için birçok görüşme yapıldığını, davalının başlangıçta bedel indirimini kabul ettiğini ancak daha sonra karar değiştirerek sözleşmedeki bedelin ödenmesi gerektiği konusunda ısrar ettiğini, davalı ile sözleşmedeki bedelin indirilmesi konusunda görüşmelerin devam ettiği sırada davalının 235372 sıra numaralı 30.11.2011 tarihli “Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı KDV hariç 580.000 TL tutarlı bir fatura daha tanzim ettiğini ve müvekkiline gönderdiğini, müvekkilinin bu faturanın içeriğini de kabul etmediğini, faturanın itiraz süresi içinde Beşiktaş 11. Noterliği nezdinde düzenlenen 26.12.2011 tarihli ve 58431 yevmiye numaralı ihtarname ile davalı tarafa iade edildiğini, bunun üzerine davalının Kadıköy 4. Noterliği nezdinde 23.01.2012 tarihli ve 5161 yevmiye numaralı ihtarnameyi keşide ettirdiğini ve bu ihtarname ile faturanın taraflar arasındaki protokole uygun olarak düzenlendiğini iddia ederek tekrar müvekkiline gönderdiğini, bu gelişme üzerine müvekkilinin bu fatura bedelini gelecekte kararlaştırılacak yeni dönem bedelinden mahsup edilmek üzere ihtirazî kayıt ile cari hesaba kayıt edilerek mahsuplaşma yoluyla ödediğini ve bu durumun davalı tarafa Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 31.01.2012 tarihli ve 2007 yevmiye numarası ile düzenlenen ihtarname ile bildirildiğini, davalının bu bildirime itiraz ettiğini ve Kadıköy 30. Noterliği nezdinde düzenlediği 06.03.2012 tarihli ve 7009 yevmiye numaralı ihtarname ile bu ihtirazî kaydı kabul etmediğini, davalı şirket tarafından 31.03.2012 tarihli, 564662 sıra numaralı KDV hariç 744.186,39 TL bedelli “M.T. (İst. Avrupa) Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı, 564663 sıra numaralı KDV hariç 43.692,04 TL bedelli “5M (İst. Avrupa) Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı, 564664 sıra numaralı KDV hariç 148.173,38 TL bedelli “T. (İzmir Bölgesi) Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı, 564665 sıra numaralı KDV dâhil 43.815,91 TL bedelli “M.C. (İst. Avrupa) Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı, 564666 sıra numaralı KDV dâhil 20.132,28 TL bedelli “M.J. (İst. Anadolu) Alan Kullanım Bedeli” açıklamalı toplam KDV hariç 1.000.000 TL bedelli 5 adet fatura tanzim edildiğini ve bu faturaların 24.04.2012 tarihinde müvekkiline tebliğ edilmiş olduğunu, bu faturaların Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 26.04.2012 tarihli ve 5889 yevmiye numaralı ihtarname ile süresi içerisinde iade edildiğini, ancak kalan tutarlara ilişkin faturaların aynı kapsamda gelmeye devam ettiğini, davalı ile yapılan görüşmelere, ihtarnamelere ve dönem sonuna gelinmesine rağmen anlaşma sağlanamadığını, müvekkilinin yine de iyiniyetini göstererek Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 26.04.2012 tarihli ve 5988 yevmiye numaralı ihtarname ile davalıya taraflar arasındaki ticari ilişkide satış adedinin % 30’luk kısmının Ş. Mağazaları’ndan elde edildiğini ve Ş. Mağazaları’nın davalı tarafından satılmasından sonra sözleşmedeki edimler arasındaki dengenin bozulduğunu, bu nedenle Sözleşme’nin 2. ve 3. yıl bedelinin Ş. Mağazaları satış oranlarına göre indirilmesi gerektiğini aksi hâlde aleyhine dava yoluna gideceğini bildirdiğini, davalının bu ihtarnameyi 30.04.2012 tarihinde tebellüğ ettiğini ancak dava tarihine kadar herhangi bir cevap vermediğini, anlaşma da sağlanamadığından son çare olarak dava açmak zorunda kaldığını, taraflar arasında sözleşme ilişkisinin kurulduğu tarihte davalı bünyesinde 1230 adet Ş. Mağazası bulunması sebebi ile de daha çok mağazada görünürlük sağlanmakta iken, bu mağazaların davalı tarafından satılması ve sözleşme dışı kalması sebebi ile sözleşme ile ulaşılmak istenen mağaza adedi ile mağaza ve tüketici çeşitliliği amacının gerçekleşmediğini, yoksun kalınan pazar payının ve görünürlük kaybının ortaya çıkaracağı zararın büyümesini önlemek için aynı konuda Ş. Marketler Ticaret AŞ ile 01.10.2011 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yeni bir sözleşme imzalandığını, tüm bu kriterlerin ve mahkemece takdir edilecek diğer hukukî nedenlerin göz önünde bulundurularak sözleşme bedelinde davalı tarafından ifa edilmesi mümkün olmayan kısım oranında indirim yapılması gerektiğini ileri sürmüştür.

 

  II. Davalının Cevap Dilekçesindeki Savunmalarının Özeti

Davalı M.T. vekili, 05.10.2012 tarihli cevap dilekçesinde, davacı ile müvekkili arasında imzalanan 009302 sayılı 2010 yılı tedarikçi sözleşmesine ek olarak imzalanan tütün mamulleri sözleşmesi ek protokolünün, 01.06.2011 tarihinden başlamak ve 31.05.2013 tarihinde sona ermek üzere akdedilmiş olduğunu, hâlen yürürlükte bulunduğunu, müvekkilinin taraflar arasında imzalanan anılan ek protokol ile mağazalarındaki satış ünitelerinde; tek sigara satış ünitesine sahip mağazalarda 5 ön yüzü, birden fazla “cou” bulunan mağazalarda ise 8 ön yüzü 5 sırada ve yan yana olacak düzende yer sağlamayı, davacının ise bu yerlerde ürünlerin kararlaştırılan şekilde muhafazası için 01.06.2011 - 31.05.2012 tarihleri arasındaki 2. yıl bedeli olarak 3.500.000,00 TL, 01.06.2012 - 31.05.2013 tarihleri arasındaki 3. yıl bedeli olarak 4.000.000 TL ödemeyi kabul ve taahhüt ettiğini, anılan ek protokol nedeniyle müvekkilinin 2. yıl bedeli olan 3.500.000,00 TL için; 31.07.2011 tarih BE seri 752320 sıra numaralı, 30.11.2011 tarih AT seri 235372 sıra numaralı, 30.04.2012 tarih I seri 328720 sıra numaralı, 30.04.2012 tarih I seri 328721 sıra numaralı, 30.04.2012 tarih I seri 328722 sıra numaralı, 30.04.2012 tarih I seri 328723 sıra numaralı, 30.04.2012 tarih I seri 328724 sıra numaralı, 31.03.2012 tarih C seri 564662 sıra numaralı, 31.03.2012 tarih C seri 564663 sıra numaralı, 31.03.2012 tarih C seri 564664 sıra numaralı, 31.03.2012 tarih C seri 564665 sıra numaralı, 31.03.2012 tarih C seri 564666 sıra numaralı faturaları davacıya gönderdiğini, müvekkilinin 3. yıl için belirlenen tutar için (01.06.2012 - 31.05.2013 dönemi) 31.07.2012 tarih Y seri 487356 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 487357 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500689 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500691 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500690 sıra numaralı toplam KDV hariç 1.140.000,00 TL tutarlı faturaların düzenlediğini ve bu faturaların davacıya tebliğ edildiğini, kalan tutara ilişkin faturaların ise taraflar arasındaki sözleşmeye uygun olarak 31.05.2013 tarihine kadar düzenleneceğini, davacının Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 31.01.2012 tarihli ve 2007 yevmiye numaralı ihtarname ve Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 22.08.2011 tarihli ve 12676 yevmiye numaralı ihtarname ile 31.07.2011 tarih BE seri 752320 sıra numaralı, 30.11.2011 tarih AT seri 235372 sıra numaralı ve toplam KDV hariç 1.580.000,00 TL tutarlı faturaları ve Beyoğlu 6. Noterliği nezdinde düzenlenen 24.08.2012 tarihli ve 09870 yevmiye numaralı ihtarname ile müvekkili tarafından ek protokolde 3. yıl (01.06.2012 - 31.05.2013 dönemi) için belirlenen tutara ilişkin olarak düzenlenen 31.07.2012 tarih Y seri 487356 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 487357 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500689 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500691 sıra numaralı, 31.07.2012 tarih Y seri 500690 sıra numaralı toplam KDV hariç 1.140.000,00 TL tutarlı faturaları ihtirazî kayıtla ödediğini bildirdiğini, ihtirazî kaydın gerekçesinin taraflar arasında ek protokolün imzası sonrasında Ş. Mağazaları’nın devri nedeniyle değişen koşullara uygun yeni fiyat belirlenmesi suretiyle 2. ve 3. yıl bedelinde indirim yapılması iddiası olduğunu, davacının dava dilekçesinde, müvekkilinin mağazalarında davacı ürünlerinin belirli ön yüzlerde bulundurulması karşılığında ödenmesi gereken bedelin 01.06.2011 - 31.05.2012 dönemi için kalan bakiye bedel (3.500.000 - 1.580.000 = 1.920.000 TL) ve 01.06.2012 - 31.05.2013 tarihleri arasındaki 3. yıl bedellerinde değişen koşullar nedeniyle ifa edilmesi mümkün olmayan kısımlar oranında yapılması gereken indirim tutarının belirlenmesini dava ettiğini, kural olarak sözleşmelerde ana ilkenin ahde vefa ilkesi olduğunu, ancak olağanüstü şartların gerçekleşmesi hâlinde sözleşmenin uyarlanmasının söz konusu olabildiğini, bu hususun TBK’nın 138. maddesinde düzenlendiğini, TBK’nın “aşırı ifa güçlüğü” başlığını taşıyan 138. maddesinde “sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen olağanüstü bir durum borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kuralına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa, borçlu hâkimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” hükmünü havi bulunduğunu, kanuni tanımdan da anlaşılacağı üzere sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasının talep edilebilmesi için ifanın aşırı derecede güç olmasının, sözleşme koşullarının katlanılamaz derecede ağırlaşmasının ve dengenin aşırı derecede bozulması gerektiğini belirtmekte, davacıya ait ürünlerin sergileneceği formatlara ilişkin müvekkili tarafından verilmiş bir taahhüt veya bu konuda akde eklenmiş bir yükümlülüğün söz konusu olmadığını, sözleşmenin kurulduğu tarihten bu yana müvekkili tarafından işletilen tek sigara satış ünitesine sahip mağazalarda 5 ön yüzü, birden fazla “cou” bulunan mağazalarda ise 8 ön yüzü 5 sırada ve yan yana olacak düzende yer sağladığını, sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasının talep edilebilmesi için kanuni tanımda yer alan ifanın aşırı derecede güç olması, sözleşme koşullarının katlanılamaz derecede ağırlaşması, dengenin aşırı derecede bozulması, işlem temelinin çökmüş olması şartlarının somut olayda gerçekleşmediğini, diğer taraftan TBK’nın 138. maddesinin uygulama alanı bulabilmesi için sözleşmenin kurulması anında öngörülemeyen bir durumun gerçekleşmiş olması gerektiğini, karşı tarafın olayın gerçekleşeceğini öngörmüş veya öngörmesi gerekiyor idi ise, yaptığı seçimin, kurduğu sözleşmenin sonuçlarına da katlanması gerektiğini, somut olarak taraflar öngörmeseler bile, eğer bu beklenebilir ise yine de uyarlama talep edilemeyeceğini, Ş. Mağazaları’nın müvekkilinden ayrılmasının davacı tarafından öngörülebilir nitelikte olduğunu, kaldı ki davacının TTK.m.18/f.1 hükmüne göre tacir olduğunu ve aynı Kanun’un 18. maddesinin 2. fıkrasına göre ticaretine ilişkin faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerektiğini, Yargıtay’ın da sözleşmenin uyarlanmasını isteyen tarafın tacir olması durumunda “basiretli tacir gibi davranma yükümünü” dikkate aldığını, hatta Yargıtay’ın yalnızca sözleşmenin bir tarafının tacir olmasını yeterli saydığını belirtmektedir.

Davalı, cevap dilekçesinin devamında, davacının mahkeme tarafından verilmiş bir tedbir kararı varmışçasına 2. ve 3. yıla ilişkin faturalara itiraz ederek faturaları müvekkiline gönderdiğini, müvekkilinin sözleşme ile yüklendiği edimlerini aynen yerine getirmekte olması, davacının Ş. Mağazaları’nın devri nedeniyle uğradığı herhangi bir zarar olmaması ve davacının basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü altında olması nedeniyle 2. yıl ve 3. yıl sözleşme bedelinde indirim talebinin kanuni dayanağı bulunmadığını, derdest davanın ve davacının tüm taleplerinin reddi gerektiğini iddia etmiştir.

 

III. Davacının Cevaba Cevap Dilekçesinin Özeti

Davacı X vekili, 01.11.2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde, önceki beyanlarını tekrar ederek, taraflar arasındaki davaya mesnet sözleşme ve ek protokol metninde tarafların mutabık olduğunu, davalının cevap dilekçesinde ayrıca Ş. Mağazaları’nı 01.08.2011 tarihinde devrettiğini de kabul ettiğini, bu nedenle davada çözümlenmesi gereken hususun davalı tarafından Ş. Mağazaları’nın devri sonrasında, taraflar arasındaki sözleşme bedelinin yeni duruma göre belirlenmesi olduğunu, davalının cevap dilekçesinde, 2. yıl sözleşme bedeli için yapılan ödemeler sonrası kalan 1.920.000 TL bakiye bedel üzerinden müvekkilinin talepte bulunduğunu ifade ettiğini, bu ifade ile davada indirime tabi tutulacak toplam sözleşme bedelinin azaltılmaya çalışıldığını, 2. yıl için ödenen tüm bedellerin ihtirazı kayıt ile ödendiğinin açık olduğunu, bakiye bedel olarak yapılan tanımın, ödeme sonrası kalan bedel olarak değil, Ş. Mağazaları’nın satış ve devri sonrası kalan bedel olduğunun açık olduğunu, 2. yıl sözleşme dönemi 01.06.2011 tarihinde başlamasına rağmen, Ş. Mağazaları’nın satışının 01.08.2011 tarihinde gerçekleştiğini dolayısıyla 2. yıl için 01.08.2011-31.05.2012 tarihine kadarki bedel üzerinden indirim talep edildiğini, davalının cevap dilekçesinde, müvekkiline ait ürünlerin hâlen tek sigara satış ünitesine sahip mağazalarda 5 ön yüz ve birden fazla satış ünitesine sahip mağazalarda 8 ön yüz olarak sergilendiğini ifade ettiğini, sözleşme içeriğine bakıldığında ise, form sözleşme olmasına rağmen bir ünite bulunan Ş. Mağazaları için özel olarak bir düzenlemenin yapıldığını ve davalı tarafından taahhütte bulunulduğunun açık olduğunu, kaldı ki Ş. Mağazaları’nın satılması sonrasında 1230 mağazada artık sözleşmenin ifasının imkânsız hâle geldiğini, davalının cevap dilekçesinde, müvekkilinin sözleşmeyi yaparken basiretli bir tacir olarak bu durumu önceden öngörmesi gerektiğini iddia ettiğini, ayrıca TBK.m.138’in uygulanabilmesi için sözleşme kurulması sırasında öngörülemeyen bir durumun gerçekleşmiş olması gerektiğini ileri sürdüğünü, hâlbuki basiretli tacirin faaliyetlerinde bir olayın meydana gelmemesi için önceden gerekli önlemleri almak ve bütün dikkat ve itinayı göstermekle mükellef olduğunu, ticari hayatın içinde elde edilen tecrübeler neticesinde duruma göre bir olayın olacağını önceden kestirmenin mümkün olduğu hâllerde, tacirin bunun önüne geçmekle mükellef olduğunu, gerekli tedbirleri almazsa kusurlu olduğunu, taahhüdün yerine getirilmemesi keyfiyetinin borçluya isnadı mümkün olan bir kusurdan ileri gelmediği ve taahhüdün ifasını imkânsız kılan olayın önüne geçilmesi tacirin imkân ve iktidarının dışında olduğu takdirde mücbir sebep dolayısıyla sorumluluktan kurtulduğunu, huzurdaki davada da, sözleşmedeki edimler dengesinin bozulmasının piyasa koşullarından ya da müvekkilinin fiilinden dolayı oluşmadığını, bizzat davalının kendi bünyesinde bulunan Ş. Mağazaları’nı satması nedeniyle meydana geldiğini, bir şirketin elindeki mağazaların bir kısmını satması sonrası, ilgili mağazaları kapsayan sözleşmenin uygulandığını iddiası ile borçtan kurtulmasının mümkün bulunmadığını, davalının da borçtan kurtulması için öngörülemeyecek bir durumun meydana gelmiş olması ve davalının bu durumun oluşmaması için gerekli tedbirleri almış olmasının gerekli olduğunu, davalının ise kendi iradesi ile Ş. Mağazaları’nı satmış bulunduğunu, mücbir sebep nedeniyle ifa imkânsızlığından yararlanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir.

Davacı vekili, cevaba cevap dilekçesinin devamında, Ş. Mağazaları’nın satılarak davalının bünyesinden çıktığı 01.08.2011 tarihinden 31.05.2012 tarihine kadar olan 2. yıl dönemi bakiye bedeli ve 01.06.2012 - 31.05.2013 tarihleri arasındaki 3. yıl bedellerinde değişen koşullar nedeniyle ifa edilmesi mümkün olmayan kısımlar oranında yapılması gereken indirim tutarının belirlenmesini talep etmiştir.

 

IV. Davalının İkinci Cevap Dilekçesinin Özeti

Davalı vekili, 26.11.2012 tarihli ikinci cevap dilekçesinde, önceki beyanlarını tekrar ederek, davacının cevaba cevap dilekçesinde, 2. yıl için 01.08.2011 - 31.05.2012 tarihine kadarki bedel üzerinden indirim talep edildiğini belirttiğini, oysaki dava dilekçesindeki talebinin; 2. yıl dönemi bakiye bedeli ve 3. yıl bedellerinde indirim talebi olduğunu, buna rağmen davacının harç bedelinin düşük olması amacıyla cevaba cevap dilekçesinde sadece 2. yıl için indirim talebinde bulunduğunu iddia etmesinin kabul edilemeyeceğini, taraflar arasındaki sözleşme ve ek taahhütten önce, format bazında herhangi bir ayrım yapılmadığından / müvekkilinin format bazında taahhüdü söz konusu olmadığından davacının müvekkiline vermeyi yükümlendiği borcun orada gösterilen koşullar uyarınca edasını engellemeyeceğini, orada gösterilen koşullar dışında mağaza azalmasını ileri sürerek sözleşme dışı istekte bulunmasını haklı gösterecek yasal bir düzenleme de bulunmadığını, davacının, müvekkilinin mağaza sayısını bildiğini, mağazaların azalmasını (Ş. mağazalarının satışının gerçekleşebileceğini -ki bu hususun ticari piyasalarda ve basında da yer aldığını-) sözleşme / ek taahhüt sırasında da gerekli ücret pazarlığı için ileri sürebileceğini, tedbirsizliğinden doğan zararı müvekkilinden istemesinin dayanaksız olduğunu belirtmiş ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği iddiasını yinelemiştir.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

Taraflar arasındaki uyuşmazlık kısaca şu şekilde özetlenebilir:

Davacı, davalının sözleşmede Ş. Mağazaları açısından taahhüt ettiği edimini yerine getiremediğini, bir diğer söyleyişle davalının borcunun ifasını kendi kusuru ile imkânsız hâle getirdiğini dolayısıyla da bu nedenle uğradığı zararın giderilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Davalı ise kendisinin sözleşmede Ş. Mağazaları açısından özel bir taahhüdünün bulunmadığını ve davacının Ş. Mağazaları’nın üçüncü kişilere devredilebileceğini öngörmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

O hâlde, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için şu dört temel sorunun incelenmesi gerekir:

1. Davalı, davacının ürünlerini Ş. Mağazaları’nda teşhir etmekle yükümlü müdür?

2. Davalının, davacının ürünlerini Ş. Mağazaları’nda teşhir etmesi mümkün müdür?

3. Davalının borcunun ifasının imkânsız hâle gelmesinin hukukî sonucu nedir?

4. Somut uyuşmazlıkta aşırı ifa güçlüğüne ilişkin TBK m.138 uygulanabilir mi?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

I. Davalı, Davacının Ürünlerini Ş. Mağazaları’nda Teşhir Etmekle Yükümlü müdür?

Davacının temel iddiası, ürünlerinin (sigaralarının) teşhiri ile ilgili olarak davalının Ş. Mağazaları açısından da bir sergileme taahhüdünde bulunduğu yönünde iken davalı, sözleşmede bu yönde ayrıca bir taahhütte bulunmadığını, taahhüdünün tüm mağazalarını kapsadığını ama hiçbir mağazası bakımından ayrı, özel bir taahhüdünün bulunmadığını ileri sürmektedir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın kaynağındaki bu en temel sorunun yanıtlanabilmesi için taraflar arasındaki sözleşmelerin hükümlerinin incelenmesi ve yorumlanması gerekmektedir. Şöyle ki:

Davacı X ile davalı M.T. arasında kapak sayfasında “Tedarikçi Sözleşmesi 2010” ifadesine yer verilen (ki bu ifadenin hemen altında M., T., 5M, Ş., M.C. ifadelerine yer verilmiştir) ve M.T.’nin kendi kayıtları bakımından 009302 numarasını taşıyan ve 01.06.2010 ila 31.05.2011 tarihleri arasında geçerli olacağı kararlaştırılan sözleşmenin 2. sayfasının son satırında şu ifadeye yer verilmiştir:

“Ş. Mağazaları harici (1 Cou üzeri) 8 slot verilecektir. Ş. Mağazalarında 1 Cou Üniteler 5 slot verilecektir.”

Davacı X ile davalı M.T. arasında daha sonra 31.08.2010 tarihinde bu sözleşmeye ek olarak ikinci bir sözleşme daha yapılmıştır. “009302 No’lu Tütün Mamulleri Sözleşmesinin Ek Protokolü” başlığını taşıyan bu sözleşmenin “Sözleşmenin Konusu ve Kapsamı” kenar başlığını taşıyan 1. maddesi şu şekildedir:

“Bu Sözleşme’nin konusu SATICI’nın portföyünde bulunan ve SATICI’nın işbu sözleşme süresi içinde piyasaya çıkaracağı yeni ürünlerin, ALICI’ya ait olan veya ALICI’nın işlettiği mağazalarda satılması ve teşhiri şartlarını içerir.”

Sözleşmenin “Ürünlerin Teşhiri” kenar başlığını taşıyan 2. maddesi ise şu şekilde kaleme alınmıştır:

“ALICI, Anlaşma tarihinden itibaren Mağazalar’daki sigara satış ünitelerinde, SATICI’nın ürünlerine tek sigara satış ünitesine sahip mağazalarında 5 ön yüz; Birden fazla Cou bulunan mağazalarında da ise 8 ön yüzü 5. sırada ve yan yana olacak düzende yer sağlamayı kabul ve taahhüt eder.

SATICI, ALICI’ya, bu yerlerde ürünlerin kararlaştırılan şekilde muhafazası için ikinci dönem (2. yıl) KDV hariç 3.500.000 Türk Lirası, üçüncü dönem (3. yıl) KDV hariç 4.000.000 Türk Lirası ödeyecektir.”

Hemen belirtmek gerekir ki, bu sözleşmede satıcı olarak anılan taraf davacı X, alıcı olarak anılan taraf da davalı M.T.’dir.

Toplam üç maddeden oluşan ve tek sayfadan ibaret bu sözleşmenin (ek protokolün) 3. maddesi, sözleşmenin, süresinin sonunda kendiliğinden sona ereceğini ve sona ermenin sonuçlarını düzenlemektedir. Kısacası sözleşmede yorum için kendisinden yararlanılabilecek başka bir hüküm bulunmamaktadır.

Hemen yukarıdaki iki hükmün ve ilk sözleşmenin kapak sayfasından sonraki ikinci sayfasının sonundaki “Ş. Mağazalarında 1 Cou Üniteler 5 slot verilecektir.” şeklindeki ifadenin bir arada incelenmesi ve ticari hayatın doğal akışı bizi şu sonuca götürmektedir: Davacı, davalı ile sigaralarının satışı için bir sözleşme yapmış; bu sözleşmeyi yaparken de sigaralarının davalıya ait mağazalarda (ki buna Ş. Mağazaları da dâhildir) teşhir edilmesini özellikle de belirli bir biçimde ve yerde teşhir edilmesini istemiş, davalının bu ediminin karşılığında da ona belirli bir bedel ödemeyi taahhüt etmiştir. Davacı için, böyle bir sözleşme yapılırken, kendi ürünlerinin davalıya ait veya onun işlettiği mağazalarda, ne şekilde ve ne kadar süreyle teşhir edileceği olgularının ne kadar önemli olduğu ortadadır. Esasen davacı açısından en önemli olan husus da ürünlerinin toplam kaç mağazada teşhir edileceği olgusu olsa gerekir. Zira davacı, sigaraları ne kadar çok sayıda mağazada onun arzuladığı şekilde teşhir edilirse o kadar fazla tanıtım yapabilme ve o kadar fazla ürün satışı yapma imkânına kavuşacaktır. Dolayısıyla, davalının, kendisinin davacının ürünlerinin Ş. Mağazaları bünyesinde teşhiri için ayrıca bir taahhütte bulunmadığı veya taraflar arasındaki sözleşmedeki tutar belirlenirken toplam mağaza adedinin veya Ş. Mağazaları adedinin herhangi bir öneminin bulunmadığı yönündeki iddiası kabul edilemez. Bir diğer söyleyişle, davacının ürünlerinin teşhiri için Ş. Mağazaları’ndaki teşhir imkânının ayrı bir öneminin bulunmadığı ve toplam teşhir bedelinin de Ş. Mağazaları’ndaki teşhir olasılığı dikkate alınmaksızın deyim yerindeyse götürü bir biçimde kararlaştırıldığı iddia edilemez. Böyle bir iddia hayatın doğal akışına aykırı olacaktır ve bu olgunun davalı tarafından ayrıca ispatı gerekir ki dosya içinde sözleşmenin bu şekilde yorumlanmasını gerektirecek herhangi bir belge veya delile rastlanmamıştır. Esasen böyle bir iddianın bizi götüreceği son değerlendirme şu olacaktır: “Davalının davacının ürünlerini teşhir edeceği mağaza adedi ne olursa olsun veya mağaza adedi sözleşmenin kurulmasından sonra ne kadar azalırsa azalsın davacı her halükarda sözleşmedeki bedeli ödemeye devam edecektir!” Böyle bir değerlendirmenin ticari hayatın doğal akışına ve (üstelik de her iki tarafı tacir olan) bir sözleşmede normalde var olması beklenen edimler arasındaki dengeye (bir diğer söyleyişle sözleşme adaletine) ne derece aykırı olduğu ortadadır.

Kısacası, taraflar arasındaki sözleşmedeki ve ek protokoldeki düzenlemelerin lâfzî ve ticari hayatın doğal akışına uygun yorumu, tarafların davalının teşhir ediminin kapsamını dolayısıyla da onun bu ediminin karşılığında davacının ödeyeceği tutarı belirlerken Ş. Mağazaları’nda yapılacak teşhiri de göz önünde bulundurduklarını göstermektedir.

Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da şudur: Sözleşme hükmünde tereddüt hâlinde hükmün düzenleyen taraf aleyhine yorumlanması esastır(1). Somut uyuşmazlıkta da özellikle ilk sözleşmenin, genel işlem şartları olarak davalı tarafından yaratıldığı açıktır. O hâlde hükmün davalı aleyhine yorumlanması temel yorum kurallarına da uygundur.

 

  II. Davalının, Davacının Ürünlerini Ş. Mağazaları’nda Teşhir Etmesi Mümkün müdür?

Hemen yukarıda da belirttiğimiz üzere davalı, davacının ürünlerinin Ş. Mağazaları’nda da teşhir edilmesine ve satışına imkân sağlamayı taahhüt etmiştir. Ancak, gerek davalının gerekse davacının beyanları ile sabit olduğu üzere davalı 01.08.2011 tarihinden itibaren Ş. Mağazaları’nı dava dışı üçüncü bir kişiye devretmiştir.

Sözleşme ilişkisinin nispi olduğu ve kural olarak sadece taraflarını (ve külli haleflerini) bağladığı açıktır. Dolayısıyla Ş. Mağazaları’nı devralan dava dışı üçüncü kişinin davacı ile davalı arasındaki sözleşmeden davalı bakımından doğan borçlardan sorumlu olması kural olarak mümkün değildir(2).

Esasen davalı ile davacı arasındaki uyuşmazlık da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Davacı, davalı ile sözleşme yaparken sözleşmedeki bedelin Ş. Mağazaları’nda gerçekleştirilecek teşhir ve satış imkânı da dikkate alınarak belirlendiğini, anılan mağazaların üçüncü bir kişiye devri üzerine davalının teşhir ve satışa sunma edimini Ş. Mağazaları bakımından yerine getiremediğini ve bu nedenle ürünlerinin Ş. Mağazaları’nda tekrar sergilenebilmesi için dava dışı üçüncü kişi ile yeniden sözleşme yapmak zorunda kaldığını dolayısıyla da uğradığı zararın giderilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Bütün bu tespitler, davalının davacının ürünlerini Ş. Mağazaları’ nda teşhir ve satışa sunma edimini imkânsız hâle getirdiğini göstermektedir. Bu bir ifa imkânsızlığı hâlidir. Bu ifa imkânsızlığının taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine etkisinin değerlendirilebilmesi için bu ifa imkânsızlığının davalının kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığını incelemek gerekir. Bu sorun hemen aşağıda ayrı bir başlık altında ele alınacaktır.

 

III. Davalının Borcunun İfasının İmkânsız Hâle Gelmesinin Hukukî Sonucu Nedir?

Davalının Ş. Mağazaları’nı üçüncü kişiye devrederken, devir sonrasında artık bu mağazalar bünyesinde davacının ürünlerini teşhir edimini yerine getiremeyeceğini öngördüğü ve bunu göze aldığı açıktır. Borçlunun borca aykırı davranışta bulunurken borca aykırı davranışının sözleşmeden doğan borçlarının ifasını imkânsız hâle getireceğini öngörmesi ve bu imkânsızlığı göze alması onun bakımından bir ağır kusurdur ve bu kusur ağır ihmal derecesindedir.

Davalının kendi kusuru ile yarattığı ifa imkânsızlığının sözleşmeye etkisine gelince bu meselenin çözümü için ifa imkânsızlığının kapsamına bakmak gerekir. Dikkat edilecek olursa somut uyuşmazlıktaki ifa imkânsızlığı bir kısmi ifa imkânsızlığıdır. Gerçekten de davalı sadece Ş. Mağazaları’nı devretmiş ve davacının ürünlerinin, sahibi olduğu veya işlettiği mağazalar bünyesinde teşhirine ve satışa sunulmasına dair taahhüdünü sadece bu mağazalar zinciri bakımından imkânsızlaştırmıştır. O hâlde bu ifa imkânsızlığının bir kısmi ifa imkânsızlığı olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

Kısmi ifa imkânsızlığının taraflar arasındaki akdi ilişkiye etkisi ele alınırken borçlunun sözleşmedeki ifası mümkün diğer edimlerini yerine getirmesinin alacaklıyı tatmin edip etmediğine bakılır. Zira alacaklı kısmi ifayı kabule mecbur değildir (TBK m.84) ama alacaklının bölünebilen bir edim söz konusu ise kısmi ifayı kabul etmesine de herhangi bir engel yoktur. Ancak, alacaklının kısmi ifayı kabul etmesi onun ifa edilmeyen edim bakımından uğradığı zararın giderilmesini kusurlu borçludan talep etmesine engel değildir. Alacaklı hem ifası mümkün olan edimlerin yerine getirilmesini talep edebilir hem de kısmi ifa imkânsızlığı nedeniyle uğradığı zararın giderilmesini talep edebilir.

Doktrinde:

1. Oğuzman / Öz bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(3):

“ … Kısmî imkânsızlığa gelince, prensip itibariyle alacaklı kısmî ifayı kabule mecbur olmadığı cihetle (TBK m.84), borcun bütününün ifası mümkün olmadığı gerekçesiyle, imkansızlık hükümlerinin uygulanmasını isteyebilir. Fakat alacaklı bölünebilen edimin mümkün olan kısmî ifasını kabul edeceğini beyan ederek, kısmî ifa ile birlikte, imkânsızlaşan kısım için borcun gereği gibi ifa edilmemiş olması sebebiyle tazminat isteyebilir. Şayet alacaklı, alacağının bir kısmını aldıktan sona geri kalan kısım imkânsızlaşmışsa, ancak o kısım için tazminat isteyebilir. Şayet evvelce aldığı kısım, geri kalan ifa edilmediği cihetle, alacaklı için değer taşımıyorsa, tazminatın hesabında bu husus nazara alınacaktır. Bu takdirde ifa edilen kısmın iadesi ile, edimin tamamı için tazminata karar verilmesi mümkündür. … ”

2. Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop’a göre de(4):

“ … Borçlar Kanunumuz, daha akit yapılırken mevcut olan kısmî imkânsızlık hakkında hüküm koymuş (BK. m. 20); fakat sonradan meydana gelen kısmî imkânsızlık durumunu düzenlemeden bırakmıştır.

Burada kastedilen anlamda kısmî imkânsızlık, sadece bölünebilen borçlar bakımındandır. Bölünemeyen bir şeyin, bir kısmı harab olursa, kısmî imkânsızlık değil, tam imkânsızlık söz konusu olur.

Doktrin ve kazaî içtihatlar, BK. nun 20/II, 193/II ve 206 ncı maddelerini göz önünde tutarak kıyas yolu ile şu çözüm tarzını kabul ediyor: Edimin imkânsız olan kısmı için aynen ifa istemi sona erer; halen mümkün olan kısmı içinse, bu istem devam eder. Demek ki alacaklı, istediği takdirde, borçlu, edimin halen mümkün olan kısmını ifa etmekle yükümlüdür. Bu takdirde alacaklı, ifanın imkânsız hale gelen kısmı için - borçlu kusurlu ise - tazminat isteyecektir. Fakat kısmî ifa alacaklıya artık menfaat vaat etmiyorsa, o, ifanın tamamı imkânsız hale gelmişçesine, kısmî ifayı reddederek, kusurlu borçludan bütün edim için tazminat isteyebilir. Ne var ki, kısmî imkânsızlık vuku bulmadan önce alacaklı ifanın geriye kalan kısmını zaten elde etmiş bulunuyorsa, bu çözüm şekli mutlak olarak kabul edilemez: Eğer ifanın gerçekleştirilen kısmı borçluya iade edilemiyor veya böyle bir iadenin borçlu için önemli bir zarar doğuracağı anlaşılıyorsa, o takdirde alacaklı artık, edimin tamamı imkânsız olmuş gibi hareket edemez; sadece imkânsız hale gelen kısmı için tazminat istemekle yetinmelidir. … ”

3. Feyzioğlu’na göre de(5):

“ … İmkânsızlık bazan da “kısmî” olur. Eğer bu kısmî imkânsızlık objektif ve akdin yapılışı sırasında var ise BK. md. 20/II uyarınca hareket edilir. Yâni mümkün olan kısım geçerli sayılır; ancak imkânsız kısım olmadıkça akdin yapılmayacağı söylenebilen hallerde akdin tüm olarak butlanı cihetine gidilir.

 Fakat kısmî imkânsızlık sübjektif ise, ya da akdin doğumundan sonra hâsıl olmuş ise, yine kıyasen BK. md. 20/II den yararlanarak borçlunun sorumluluğu şu hal tarzına bağlanır: Borçlu, kalan kısmı ifa imkânına sahip bulundukça, alacaklı o kısmın yine aynen ifasını talep etmek; ifa edilemeyen kısım için de tazminat istemek durumundadır; ancak ifası mümkün olan kısım alacaklı için artık bir anlam ve yarar taşımıyorsa kusurlu borçluya karşı borcun tümünün aynen ifasını istemekten vazgeçerek akdin hiç ifa edilmemiş olmasından dolayı uğradığı zararlarının tazminini isteyebilir. … ”

Doktrindeki bütün bu açıklamalar da göstermektedir ki, davacı somut olayda davalıdan sözleşmedeki ifası imkânsız hâle gelmeyen edimlerin ifasını talep edebilir ve davalının kusuru ile ifası imkânsız hâle gelen diğer edimler için uğradığı zararın giderilmesini talep edebilir.

Yargıtay da kısmi ifa imkânsızlığı ile ilgili olarak verdiği bir kararda alacaklının kısmi ifa imkânsızlığı nedeniyle kusurlu borçludan tazminat talep edebileceğine karar vermiştir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin T: 02.06.2004, E: 2003 / 6445, K: 2004 / 3081 sayılı kararına göre:

 “ … 2-25.11.1992 günlü “daire satış sözleşmesi” başlıklı belgenin konusu, 278 parsel sayılı taşınmaz üzerine yapılacak binanın 13 nolu bağımsız bölümü ve bağımsız bölümü üzerine dıştan merdivenli 2 oda, 1 mutfak, banyo ve tuvalet şeklinde geri kalan kısmı da teras olacak şekilde inşa edilecek olan yerdir. Davacı bu sözleşmede kararlaştırılan nitelikteki yere karşılık satış bedeli ödemiştir.

29.3.2002 günlü bilirkişi raporunda, bağımsız bölüm satış sözleşmesinde tanımlanan yerin binada bulunmadığı, esasen, mimari projeye göre de mümkün olmadığı açıklanmıştır. Yine bu rapordan davacının elinde sözleşmede tarifi yapılan olmasa bile bir bölüm yerin bulunduğu görünmektedir. Daha açığı davalı, davacıya satışını yaptığı halde sözleşme konusu yerin bütününü kusuruyla davacıya teslim edememiş, böylelikle … kısmi imkânsızlık … meydana gelmiştir. İfadaki imkânsızlık borçlunun kusuru sonucu meydana geldiğinden alacaklı, kusuruyla temerrüde düşen borçludan bu aşamada aynen ifayı isteyemez.

Ne var ki, davadaki ayni hak talebinin içinde sözleşmeye uygun teslimi yapılmayan kısmın yerine tazminat borcu geçeceğinden, borçlu B.K.nun 96. maddesince alacaklının hakkını elde edememesinden dolayı uğradığı zararı ödemekle yükümlü tutulmalıdır.

 Bu durumda mahkemece yapılması gereken iş; gerek duyulursa yeniden keşif yapılarak bilirkişilerden ek rapor alınıp, davacıya sözleşmeye göre teslimi mümkün olmayan taşınmaz bölümünün değerinin dava tarihindeki değerini saptamak, çoğun içinde az da bulunduğu kuralı uyarınca bu bedelin tahsiline hüküm kurmaktan ibarettir. Değinilen yönler üzerinde durulmadan davanın yazılı olduğu şekilde reddi doğru olmadığından karar bozulmalıdır. … ”

 

  IV. Somut Uyuşmazlıkta Aşırı İfa Güçlüğüne İlişkin TBK. m.138 Uygulanabilir mi?

Davalı M.T., cevap dilekçesinde davacının dilekçelerindeki edimler arasındaki dengenin bozulduğuna dair açıklamalarını esas alarak burada TBK.m.138’deki aşırı ifa güçlüğüne ilişkin hükmün uygulama alanı bulamayacağına dair savunmalar yapmış ve bu savunmasını kendisinin Ş. Mağazaları’nı devredebileceğinin davacı tarafça çok rahatlıkla öngörülebilir olduğu olgusuna dayandırmışsa da bu savunmanın herhangi bir hukukî değeri yoktur. Şöyle ki: Davacının iddia ve taleplerinin TBK.m.138 ile hiçbir ilgisi yoktur. Davacının iddiası, davalının edimini kısmen imkânsızlaştırmış olması nedeniyle uğradığı zararın giderilmesine ilişkindir. Esasen aşırı ifa güçlüğüne ilişkin TBK.m.138’in uygulama alanı bulabilmesi için davalının kusurunun bulunmaması, ifanın aşırı güçleşmesine rağmen hâla mümkün olması, ancak, borçludan sözleşmedeki borcunu aynı koşullarla ifa etmesinin beklenmesinin TMK.m.2’deki dürüstlük kuralına aykırı olması gerekir. Hâlbuki somut uyuşmazlıkta davalı kendi ediminin ifasını kendi kusuru ile imkânsızlaştırmıştır. Uyuşmazlığın temelinde yatan olgu bir ifa güçlüğü değil bir ifa imkânsızlığı olgusudur. Bu ifa imkânsızlığı bir kısmi ifa imkânsızlığıdır ve bu kısmi ifa imkânsızlığı davalı borçlunun kusuru ile meydana gelmiştir. Dolayısıyla davalının kendi kusuru ile meydana getirdiği bu kısmi ifa imkânsızlığı nedeniyle davacının uğradığı zararı gidermesi gerekir. Somut uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında kendisinden yararlanılması gereken hüküm TBK.m.138 değil, TBK.m.112’dir.

 

  E. SONUÇ

Taraflar arasındaki sözleşmenin yorumundan sözleşmede, davacı tarafça ödeneceği kararlaştırılan bedelin davacının ürünlerinin davalıya ait veya davalının işlettiği tüm mağazalarda ve bu arada Ş. Mağazaları’nda da teşhir ve satım imkânı göz önünde bulundurulmadan belirlendiği sonucuna varılması mümkün değildir. Zira gerek sözleşmedeki hükümlerin lâfzî yorumu gerekse ticari hayatın doğal akışındaki prensipler (karşılıklı akitlerde edimler arasında bulunması gereken denge, sözleşme adaleti) davacının ödeyeceği bedelin belirlenmesinde, sözleşmenin kurulduğu sırada davalıya ait veya onun tarafından işletilen tüm mağazaların bu arada Ş. Mağazaları’nın da mevcut olmasının ve bu mağazaların adedinin etkili olduğunu göstermektedir.

Bunun aksine bir iddia ticari hayatın doğal akışına aykırı olup bu iddianın davalı tarafça ispatlanması gerekir. Hâlbuki dosya içinde bu iddiayı ispatlayabilecek herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.

Davalı, Ş. Mağazaları’nı devrettiği tarihten itibaren davacı ile arasındaki sözleşmeden doğan borçlarının bir kısmının - davacının ürünlerinin, sahibi olduğu veya işlettiği mağazalarda bu arada Ş. Mağazaları’nda da teşhirine ve satımına imkân sağlanmasına ilişkin borcunun - ifasını kendi kusuru ile imkânsız hâle getirmiştir. Dolayısıyla davacı, kusurlu davalıdan TBK m.112 uyarınca kısmi ifa imkânsızlığı nedeniyle uğradığı zararın giderilmesini talep edebilir.

Bu bağlamda davacı, sözleşme ile kararlaştırılan toplam bedelde davalının kendi kusuruyla ifasını imkânsız hâle getirdiği edimleriyle orantılı bir indirime gidilmesini de talep edebilir.


 

İSTANBUL ANADOLU 6. ASLİYE TİCARET

MAHKEMESİ’NİN KARARI

(T: 29.05.2014, E: 2013 / 286, K: 2014 / 146)*

“ … Bilindiği gibi Ş. mağazası her mahallede mevcuttur. Bazı mahallelerde birden fazladır ve market olarak çalıştığından sayıları da fazla olduğundan 01/08/2011 tarihinden itibaren davalı taraf Ş. mağazalarında davacının ürünlerini satamayacak ve davacı tarafın ürünleri satılmadığı için zarar göreceği açıktır. Davacı taraf zararın tespit etmesi mümkün olmadığından HMK nın 107.md uyarınca belirsiz tespit davası açabileceğinden kuşku yoktur. Davacının zararı Ş.’nin satılmasından önceki cirosu ile Ş.’nin satılmasından sonraki cirosunun ve karının karşılaştırılması yoluyla tespit edilebilecektir. Bilirkişi heyeti davacı tarafın defterlerini incelemiş ve aynı şekilde kıyaslamak suretiyle satışlarının yıllık %15 nispetinde Ş.’nin satılmasından itibaren düşüş gösterdiğini tespit etmiştir. Ş.’nin satılmasından davacı tarafın kusuru yoktur. Şayet davacı taraf Ş.’nin satılacağını önceden bilse tedarik sözleşme bedellerini buna göre daha az öderdi. Yani bu sözleşmeyi bu bedelde yapmazdı. O halde sözleşmenin 3 yıllık süre ile devam edeceği düşüncesiyle sözleşmeyi yapan davacının zararını davalı taraf karşılamak zorundadır. Bir başka deyişle satışlarda düşüş oranının sözleşmeye yansıtılması suretiyle davacının zararının giderilmesi gerekir. Aynı nedenle de aynı oranda her dönem bedelinin bu oranda indirilmesi gerekir. Mahkememizce bilirkişi heyetinin raporunda takip ettiği yöntem ve satış rakamlarına göre tespit edilen %15 oranı sözleşmeye ve sözleşme içindeki Ş. mağazalarının herkes tarafından yakinen bilinen satış durumuna uygun bulunmuş, rapor aynen benimsenmiş, sözleşmedeki dönem bedellerindeki %15 indirim yapılmak suretiyle sözleşme bedelinin uyarlanmasına karar verilmiştir.

HÜKÜM:

1- Davanın ıslah edilmiş hali ile KABULÜNE,

2- Taraflar arasındaki davaya konu sözleşmenin 2. dönemi olan 1.8.2011 - 31.5.2012 tarihleri arasındaki döneme ilişkin sözleşme bedelin(in) KDV hariç 2.975.000 TL olduğunun tespiti ile sözleşme bedelinin bu miktara indirilmesine,

3- Akdi ilişkinin 3.yılı olan 1.6.2012 – 31.5.2013 dönemi için KDV hariç 4.000.000 TL olan sözleşme bedelinin mevcut şartlara göre %15 oranında indirilerek neticeten 3.400.000 TL’ye indirilmesine,

Dair, kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde temyizi kabil olmak üzere verilen karar taraf vekillerinin yüzlerine karşı açıkça okunup usulen anlatıldı.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



* Bu hukukî mütalaa 19.03.2013 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Kemal Oğuzman / Turgut Öz; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C: 1, İstanbul, 2011, s: 204.

(2) Dava dışı üçüncü kişi anılan işletmeleri tüm aktif ve pasifleri ile devralmış olsa idi TBK m.202 uyarınca işletmenin borçlarından sorumlu tutulabilirdi.

(3) Oğuzman / Öz, age, s: 421.

(4) Selahattin Sulhi Tekinay / Sermet Akman / Haluk Burcuoğlu / Atilla Altop; Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s: 910.

(5) Feyzi Necmeddin Feyzioğlu; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C: 2, İstanbul, 1977, s: 177.

* Bu hükmün 08.09.2014 tarihinde kesinleştiği 22.09.2014 tarihli kesinleşme şerhi ile tasdik olunmuştur.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X