29. MUVAZAA ve HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI

• Muris Muvazaasının İspatı ve Özellikle Edim Bedelinin Rayiçten Düşük Olması • Karma Bağışlamanın Unsurları ve Karma Bağışlamanın Sebebinin Resmi Senette Gösterilmemesinin Sonuçları • Muvazaa Sebebiyle Hükümsüzlüğün Aradan Uzun Yıllar Geçtikten Sonra İleri Sürülmesinin Sonuçları • Kuru Mülkiyetin Devri - Tam Mülkiyetin Devri Ayrımı • Mirasın Fiili Taksiminin Muris Muvazaası İddiası Bakımından Değerlendirilmesi • En Yakın Mirasçıların Tamamının Mirası Reddinin Sonuçları • Mirasın Reddinin İptali • Kötü Niyetli Zilyedin İade Borcu ve İade Borcunun İfasının İmkânsızlaşması Üzerine Talep Edilecek Tazminatın Tabi Olduğu Zamanaşımı Süresi

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

İstanbul Barosu mensuplarından Sayın Av. A.G.U., müvekkilleri ile davacı X. arasında … ... Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde E: … / … ve bu dosya ile birleştirilen E: … / … sayılı dosya ile görülmekte olan bir dava hakkında yazılı bir hukukî mütalaa hazırlamam için tarafıma müracaat etmiştir.

Sayın Av. A.G.U.’nun şahsıma müracaatında, tevdi ettiği dosya içindeki tüm belgeler tam bir tarafsızlıkla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. UYUŞMAZLIĞIN ÖZETİ

I. BİRİNCİ DAVA

1. Davacının Dava Dilekçesinin Özeti

Davacı X. vekili, 02.08.2012 tarihli dava dilekçesinde özetle, kök muris M.’nin, 05.06.1960 tarihinde vefat ettiğini ve geride mirasçı olarak eşi E. ile ondan doğan çocukları O1, O2, O3 ve evvelce boşandığı ilk eşinden doğan kızı B.’yi bıraktığını, B.’nin 12.04.2006 tarihinde vefat ettiğini ve geride mirasçı olarak eşi Z. ile müvekkili X.’i bıraktığını, B.’nin eşi Z.’nin de 02.11.2010 tarihinde vefat ettiğini, dolayısıyla X.’in B.’nin tek mirasçısı olduğunu, X.’in dedesi kök muris M.’nin, … ili, … ilçesi, … … ada … parselde bulunan bir taşınmazın mülkiyetini 05.03.1946 tarihinde eşi E.’ye sattığını, ancak bu satış sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu, zira taşınmazın kök muris tarafından eşine gerçek bedelinden 25 kat daha düşük bir bedelle satıldığını, kök murisin ikinci eşi E.’nin ev hanımı olup dava konusu bu taşınmazı satın alma gücünün bulunmadığını, M.’nin ekonomik durumunun iyi olup dava konusu taşınmazı satma ihtiyacının söz konusu olmadığını, böylece kök muris M.’nin, birinci eşinden olma kızı B.’yi mirasından mahrum bırakmak amacıyla hareket ettiğini, E.’nin ileride B.’nin kendisine karşı davalar açacağını düşünerek muvazaalı işlemlerle kök muristen intikal eden menkul ve gayrimenkulleri alt soyuna devrettiğini iddia etmiş ve hâlen davalıların adına tapuda kayıtlı taşınmazların tapularının iptali ve miras payı oranında davacı adına tescilini, kök muristen intikal eden ancak üçüncü şahıslara satılan veya herhangi bir hukukî nedene dayalı olarak devir edilen taşınmazların, dava tarihi itibarıyla değerleri üzerinden miras payı oranında davacıya tazminat ödenmesini talep etmiştir.

 

2. Davalıların Cevap Dilekçesinin Özeti

Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle, dava için zamanaşımı süresinin dolduğunu zira muvazaalı olduğu iddia edilen işlemin 05.03.1946 tarihinde yapıldığını, yarım asrı dahi geçmiş bir zaman önce yapılan bu işleme dayanılarak dava açılmasının hukuken himaye edilmeyeceğini, taşınmazın gerçek değerinin çok altında bir fiyatla satıldığından bahsedilmesinin doğru olmadığını zira dava konusu taşınmazın tam mülkiyetinin satılmamış olup intifa hakkının kök muris M.’de bırakıldığını bu sebeple sadece çıplak mülkiyetinin satışı için belirlenen bedelin uygun bir bedel olduğunu ileri sürmüştür.

Davalılar vekili cevap dilekçesinde, kök muris M.’nin mali durumu yerinde bir kişi olup ticaretle uğraştığını ancak ticaret hayatında zaman zaman mali sıkışıklıkların yaşanmasının ve nakit para ihtiyacı duyulmasının son derece doğal bir durum olduğunu, kök muris M.’nin eşi E’nin kendi ailesinden varlıklı bir kişi olduğunu, M.’nin sermaye ihtiyacının olduğu dönemde ailesine ait bir taşınmazı satarak ona sermaye olarak verdiğini ifade etmiştir.

Davalılar vekili, davacının miras bırakanı (annesi) B.’nin, taşınmazın satış tarihi olan 1946’dan ölümü tarihi olan 2006’ya kadar davalılar ile çok yakın ilişkiler içinde olduğunu, dava konusu taşınmazın satışında gerçekten bir usulsüzlük olsa idi davacının miras bırakanı olan annesi B.’nin yakın ilişkiler içinde bulunduğu davalılar aleyhine dava açmasının söz konusu olması gerektiğini, bu zaman dilimi içerisinde herhangi bir dava açılmadığını, işlem tarihinden 66 sene sonra açılan bu davanın hakkın kötüye kullanılması nedeniyle reddi gerektiğini iddia etmiştir.

Davalılar vekili, davacı X. ve babası olan Z.’nin, miras bırakanları B.’nin mirasını reddettiklerini ve bu sebeple davacı X.’in huzurdaki davayı açma hakkının bulunmadığını, O1, O3 dışındaki diğer davalıların dava konusu taşınmaza usul ve yasaya uygun olarak tapu kaydına güvenmek sureti ile malik olduğunu, hukuk sistemimizde kişilerin tapu kaydına dayalı güvenlerinin hukuken himaye edildiğini, tapu kaydına güvenerek taşınmazda malik olan davalı müvekkillerin iyiniyetinin korunması gerektiğini, yine davacının murisi tarafından kullanılmayan bir hakkı kullanmasının mümkün olduğu kabul edilse dahi tasarrufun iptali ve tenkis davaları için Medenî Kanun’da öngörülen sürelerin dahi geçirildiğini bu sebeple de davanın reddedilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

 

3. Davalıların Talebi Üzerine Hazırlanan Hukukî Mütalaa

Davalılar vekili tarafından, görülmekte olan uyuşmazlıkla ilgili olarak bir öğretim üyesine müracaat edilip hukukî mütalaa talep edilmiştir. Davalıların talebi üzerine hazırlanan hukukî mütalaada yazar özetle, kök muris M.’nin ölümünde mirasçı olan kızı B.’nin, babasının ölümünden kendi ölümüne kadar geçen 46 yıl boyunca muvazaa iddiasında bulunmadığını, diğer mirasçılarla terekeyi paylaştığını, bu suretle mirasçıların terekenin fiili bir surette taksimi yoluna gittiklerini, muris hayattayken kendisi mirasçıları arasında bir paylaştırma yapmışsa onun mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğine göre, murisin ölümünden sonra mirasçıların kendi aralarında fiili bir paylaşıma gitmeleri durumunda da artık mal kaçırmadan bahsedilemeyeceğini, bu sebeple muris muvazaasına dayalı olarak tapu iptali yoluna gidilemeyeceğini, zaten davacının annesi üzerinden kendisine intikal eden mirası da reddettiğini bu sebeple de murisin terekesi üzerinde mirasçı sıfatı bulunmadığını, buna rağmen olayda bir muris muvazaası olduğu ve davacının muris muvazaası sebebiyle dava açmaya hakkı bulunduğu varsayımında dahi, davacının ancak, taşınmazın arsa değerinin devrin vuku bulduğu 1946 yılındaki çıplak mülkiyetinin kıymeti üzerinden hak talep edebileceğini, yine muris muvazaasına dayalı şekil eksikliği iddiasının mirasın açılmasından 52 sene sonra, annesinin mirasını reddetmiş olan davacı tarafından ileri sürülmesinin açıkça hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceğini ifade etmiştir.

 

II. İKİNCİ DAVA

1. Davacının Dava Dilekçesinin Özeti

Davacı X. vekili 19.02.2013 tarihli dava dilekçesinde özetle kök muris M.’nin … ili, … ilçesi, … Mahallesinde bulunan, tapuda … ada … parsel sayılı arsanın 26.09.1958 tarihinde, ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketine 687.163.75 lira bedel gösterilerek satıldığını, bu satışın muvazaalı olduğunu zira taşınmazı satın alan ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi’nin 07.11.1958 tarihinde 300.000 lira ana sermaye ile kurulduğunu, dava konusu taşınmazı 26.09.1958 tarihinde(1) 687.163 liraya kök muris M.’den satın aldığını, satış tarihinde ana sermayesi 300.000 lira olan bir şirketin satış tarihinde var olmayan bir parayla dava konusu taşınmazı satın aldığını iddia etmenin mümkün olmadığını, bu işlemin aslında bir satış işlemi değil bağış işlemi olduğunu bu sebeple işlemin muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu, dava konusu … ada, … numaralı parselin; davalıların üzerine geçtikten sonra imara tabi tutulduğunu ve …, … ve … numaralı parseller hâline geldiğini, davalıların bu taşınmazlar üzerine kat karşılığı inşaatlar yaptığını, daha sonra bu taşınmazları kendi altsoylarına muvazaalı şekilde sattıklarını, onların da bu taşınmazları üçüncü kişilere sattığını iddia etmiş ve netice-i talep olarak artık davalılar üzerinde olmayan bu taşınmazlar için davacının hissesine düşen 3/16 miras hissesi oranına karşılık gelen değerin, ikinci olarak da hâlen arsa hisseleri üzerlerinde bulunan davalılar bakımından bu taşınmazlardaki arsa hisselerinin davacının 3/16 miras hissesi oranında iptalini talep etmiştir.

 

III. DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ

1. Davaların Birleştirilmesine Karar Verilmesi

… … Asliye Hukuk Mahkemesi 15.03.2013 tarihli kararı ile iki dava arasında bağlantı bulunduğuna ve yargılamanın daha önce açılan E: 2012 / 375 esas sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir.

 

2. Tarafların Diğer Dilekçelerinin Özeti

Davalılar vekili, 02.06.2014 tarihli beyan dilekçesinde özetle, davacı X.’in, annesi B.’nin mirasını reddettikten sonra kendi kızı L. aleyhine dava açıp mirasın reddinin iptalini sağladığını ve huzurdaki davayı kötü niyetle açtığını, davacının annesi B.’nin davalılarla hiçbir husumetinin bulunmadığını bilakis B.’nin babasının vefatından sonra miras işlemlerini yapması için (baba bir anne ayrı) kardeşi O1’e vekâletname verdiğini, eğer B.’nin miras nedeni ile bir itirazı söz konusu olsa idi davalılardan O1’e verdiği vekâletnameyi iptal etmiş olması gerektiğini, davalıların T. Ticaret ve Limited Şirketi’ndeki hisselerini B.’ye herhangi bir karşılık almaksızın devrettiğini bu şekilde mirasın kardeşler arasında fiilen taksim edildiğini iddia etmiştir.

Buna karşılık davacı X. vekili 20.08.2014 tarihli dilekçesinde davalıların bazı beyanlarına cevap olarak; dava konusu taşınmaz otelin 1949 yılında açıldığını, 10.12.1957 tarihinde yandığını, bu tarihten sonra tekrar inşa edilmediğini ve arsasının boş kaldığını, şirketin ise fiili faaliyetini durdurduğunu, taşınmaz 1957’de yandıktan sonra 26.09.1958 tarihinde kök muris tarafından şirkete satışın yapıldığı anda satın alınan otelin mevcut olmadığını, bu sebeple şirket müdürü olan O1’in kök muris ile yaptığı satış işleminin muvazaalı olduğunu, yine davalının dosyaya sunduğu B.’ye hisse verildiğini gösteren beyanın gerçek dışı olduğunu zira B.’nin ... P. Ltd. Şti’ye giriş tarihi olan 31.01.1974’te 375 hissesinin bulunduğunu şirketin anonim şirkete dönüştürüldüğü tarih olan 10.09.1974’te ise hisselerinin 75’e düşürüldüğünü iddia etmiştir.

 

  C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekir:

  1. Davacı, muvazaa iddialarını ispatlamış kabul edilebilir mi?

2. Davacının, muvazaa iddiasını dedesi kök murisin vefatından 52 yıl sonra ileri sürmesi hukuken nasıl değerlendirilmelidir?

3. Davacının annesi B. ile diğer mirasçıların, kök murisin tere-kesini paylaşmış olmaları davacının muvazaa iddiasını hukuken nasıl etkiler?

4. Davacının, annesi B.’nin mirasını reddettikten sonra bu reddi kendi mirasçısı aleyhine dava açarak iptal ettirmesi mümkün müdür?

5. Davalılar anneleri lehine yapılan tescilin yolsuzluğunu bilmiyorlarsa ve bu durumu bilmeleri gerekmiyorsa onlar taşınmazların mülkiyetini iyiniyetle kazanabilirler mi?

6. Davacının, davalılardan ellerinden çıkardıkları taşınmazların bedelini talep etmesi zamanaşımına tabi midir?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

  I. Davacının Muvazaa İddialarını İspatladığı Kabul Edilebilir mi?

Davacının muvazaa iddialarının tam bir açıklıkla ele alınabilmesi için bu iddiaların iki alt başlık altında incelenmesi gerekir. Zira davacı, kök murisin iki kazandırmasının muvazaalı olduğunu iddia etmektedir.

 

  1. Davacının Y’deki Taşınmazla İlgili Muvazaa İddiaları

Kök murisin ilk eşinden olan kızı B.’nin kızı davacı X.’e göre, kök muris 05.03.1946 tarihinde … ili, … ilçesi, … … ada … parseldeki taşınmazını (ki bundan sonra kısaca Y’deki taşınmaz olarak anılacaktır) 5.500 TL bedelle eşine satmıştır, ancak kök murisin eşine yaptığı bu satış gerçek bedeli üzerinden değil 25 kat düşük bir bedelle yapılmıştır.

Davacı X.’e göre bu düşük bedelli satış işlemi annesi B.’nin miras payını azaltmak ondan mal kaçırmak maksadı ile yapılmıştır. Davacının bu iddialarının aşağıdaki üç açıdan incelenmesi gerekir:

a. Kök muris, Y’deki taşınmazını eşine satmış mıdır? Yoksa gerçekte satılan taşınmazın kuru mülkiyeti midir?

b. Davacı taşınmazın 25 kat düşük bedelle satıldığı iddiasındadır. Davacı bu iddiasını dile getirirken bir karşılaştırma yapmaktadır. Davacının yaptığı bu karşılaştırma kabul edilebilir mi?

c. Kök murisin vefatından önce Y’deki taşınmazın kuru mülki-yetini, intifa hakkını kendisinde saklı tutarak eşine piyasa değerinin altında bir bedelle devretmesi muris muvazaasının yegâne delili olabilir mi?

Hemen aşağıda bu üç sorunun yanıtını ayrı başlıklar altında inceleyeceğiz.

 

  a. Kök muris Y’deki taşınmazını eşine satmış mıdır? Yoksa gerçekte satılan taşınmazın kuru mülkiyeti midir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacının, kök murisin Y’deki taşınmazı eşine sattığına dair iddiası doğru değildir. Bu iddia gerçek dışıdır zira bizzat davacı tarafın dosyaya sunduğu deliller arasında yer alan resmi senette aynen şu ifadeye yer verildiği görülmektedir:

 “ … vasıfları bu resmi senette yazılı gayrimenkulün tamamı M.’nin uhdesinde olup kendisi ölünceye kadar intifa hakkını uhdesinde ipka ederek çıplak mülkiyetini 5500 lira mukabilinde E.’ye sattığını kendisi öldükten sonra da çıplak mülkiyet her kimin uhdesinde olursa olsun intifa hakkının çıplak mülkiyet sahibine geçeceğini beyan ve ifade ettikten sonra müşteri E. de işbu satışı böylece kabul edip intifa hakkını(n) ölünceye kadar M. uhdesinde kalacağını talep ve beyan ettiler. … ”

Görüldüğü üzere kök muris, Y’deki taşınmazını eşine satmamıştır. Kök muris Y’deki taşınmazın intifa hakkını kendisinde saklı tutmuş ve taşınmazın sadece kuru mülkiyetini eşine satmıştır. Dolayısıyla kök murisin ilk eşinden olan kızı B.’nin kızı davacı X.’in Y’deki taşınmazın kök murisin eşine satıldığına dair iddiaları doğru değildir, gerçek dışıdır.

 

  b. Davacı, taşınmazın 25 kat düşük bedelle satıldığı iddiasındadır. Davacı bu iddiasını dile getirirken bir karşılaştırma yapmaktadır. Davacının yaptığı bu karşılaştırma kabul edilebilir mi?

Yukarıda da ortaya konulduğu üzere kök muris Y’deki taşınmazını eşine satmamıştır. Kök muris, eşine Y’deki taşınmazın sadece kuru mülkiyetini satmıştır. Davacının, kök murisin taşınmazı eşine sattığına dair iddiası hatalı olunca bu hatalı temele dayalı olarak yaptığı değerlendirme de bu değerlendirme bakımından esas aldığı karşılaştırma da kaçınılmaz olarak hatalı olmaktadır.

Gerçekten de davacı, bu (tam) mülkiyet hakkı nakline dair satışın gerçek bedelinden 25 kat düşük bedelle yapıldığını iddia etmekte ve bu iddiasını ispatlamak amacıyla da 15.11.1946 tarihinde Y İstasyon mevkiinde yapılan bir diğer satışı örnek olarak göstermektedir.

Hemen yukarıda da belirttiğimiz üzere kök murisin, eşine Y’deki taşınmazın (tam) mülkiyetini devretmesi söz konusu değildir. Kök muris, eşine taşınmazın sadece kuru mülkiyetini devretmiştir. Bir taşınmazın kuru mülkiyetinin devri ile (tam) mülkiyetinin devrinin birbiri ile karşılaştırılması mümkün değildir. Taşınmazın kuru mülkiyetinin devrinin karşılığının, taşınmaz üzerindeki (tam) mülkiyet devrinin karşılığından çok daha az olacağı tartışmasızdır. Zira kuru mülkiyet hakkını devralan kişi taşınmazı kullanamaz ve ondan yararlanamaz; o, sadece taşınmazı paraya çevirme hakkına sahip olur. Hâlbuki bir taşınmazın (tam) mülkiyet hakkını devralan kişi onun üzerinde kullanma, yararlanma ve paraya çevirme haklarına sahip olur. O hâlde, kök murisin yaptığı işlem sadece bir “kuru mülkiyet nakli” iken davacının bu işlemi sanki bir “tam mülkiyet nakli” gibi göstermesi, daha sonra da bu işlemin bedelini aynı tarihlerde aynı bölgede yapılan bir “tam mülkiyet nakli” işleminin bedeli ile mukayese ederek işlemin muvazaalı olduğunu iddia etmesi kabul edilemez.

Tekrar vurgulayacak olursak, kök murisin hukukî işleminin gerçek bedelinden daha düşük bir bedelle yapıldığı iddiasının ispat edilebilmesi için işlemin gerçek niteliğinin dikkate alınması kısacası ortada bir (tam) mülkiyet nakli bulunmayıp sadece bir kuru mülkiyet naklinin var olduğunun dikkate alınması gerekir.

Nitekim dosyaya sunulan ek bilirkişi raporunda 05.03.1946 tarihinde taşınmazın kuru mülkiyetinin değerinin 12.402 TL olduğu sonucuna varılmıştır. O hâlde bu bilirkişi raporu doğrultusunda davacının kök murisin taşınmazı gerçek değerinden 25 kat daha düşük bir devir bedeli ile eşine devrettiği iddiasının doğru olmadığı sonucuna varılması gerekir. Zira taşınmazın çıplak mülkiyetinin devir değeri kök muris ile eşi arasında 5.500 TL olarak kararlaştırılmıştır.

 

  c. Kök murisin vefatından önce Y’deki taşınmazın kuru mülkiyetini intifa hakkını kendisinde saklı tutarak eşine piyasa değerinin altında bir bedelle devretmesi muris muvazaasının yegâne delili olarak kabul edilebilir mi?

Devir bedeli ile objektif piyasa değeri arasındaki fark tek başına işlemin muvazaalı olduğunu ispat etmek için yeterli olamaz. Nitekim Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin T: 18.03.2013, E: 2012 / 15285, K: 2013 / 3677 sayılı kararında da(2):

 “ … her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunsa da, anılan hususun tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı … ”

değerlendirmesine yer verilmiştir.

Bir taşınmazın satış bedeli gerçek satış bedelinden düşük gösterilmiş olsa dahi bu durum tek başına muris muvazaasının delili olamaz. Zira aşağıdaki ihtimallerle karşı karşıya kalınması mümkündür:

aa. Kök murisin eşi, gerçek bedel ile görünürdeki bedel arasındaki farkı kök murise ayrıca ödemiş veya taraflar arasında buna denk başkaca bir işlem yapılmış olabilir. Bu ihtimalde muvazaa iddiasının tümüyle reddi gerekir.

Gerçekten de doktrinde Kocayusufpaşaoğlu bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(3):

 “ … Özellikle her iki tarafın da durumu bilerek ve kendi istekleriyle borçlarını tam olarak veya bununla bir tutulabilecek biçimde ifa etmiş bulundukları ihtimallerde, artık gizli sözleşmenin şekil eksikliğinden ötürü butlanını ileri sürmek imkânı kalmayacaktır. Taşınmazlarla ilgili olarak tapu sicil müdürlüğünde yapılan işlemlerde durumun hemen hemen her zaman böyle olacağı ve karşılıklı ifa sonucu MK.m.2/II’nin yardımı ile işlemin geçerlilik kazanacağı kuşkusuzdur. … ”

bb. Kök murisin eşi, gerçek bedeli kök murise ödememiş olsa dahi bu durum da tek başına muvazaanın ispatı için yeterli olamaz. Kök muris, taşınmazın kuru mülkiyetini eşine naklederken ondan gerçek bedelden daha düşük bir bedel talep etmiş olabilir ve aradaki farkı eşine bağışlamak istemiş olabilir. Böyle bir durumda da karma bağışlamadan söz edilir ve işlemin muvazaalı olduğu iddia edilemez.

Nitekim doktrinde Dural / Öz de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(4):

 “ … Öğretide belirtildiği üzere bir karma bağışlamadan söz edebilmek için hem iki tarafın edimleri arasında önemli bir değer farkı bulunmalı hem de taraflar bu değer farkının bir tarafa kısmen karşılıksız kazandırmada bulunma amacıyla gerçekleştirildiği hususunda anlaşmış olmalıdırlar. … ”

Bütün bu açıklamaların da gösterdiği üzere kök murisin taşınmazın kuru mülkiyetini eşine gerçek bedelinden çok daha düşük bir bedelle devrettiği iddiası(5) tek başına işlemin muris muvazaası ile sakat olduğunu göstermez. Zira eşi, kök murise kuru mülkiyet naklinin gerçek bedelini ödemiş olabilir ya da taraflar arasında buna denk bir işlem yapılmış olabilir; hatta aradaki farkın ödenmemiş olması da mümkündür zira kök muris aradaki farkı eşine bir karma bağışlama ile bağışlamış da olabilir(6).

Kısacası, davacının iddiasının aksine kök muris eşine Y’deki taşınmazın tam mülkiyetini devretmemiştir. Sadece kuru mülkiyetini devretmiştir. Davacının devrin gerçek bedelinden 25 kat daha düşük bir bedelle gerçekleştirildiği iddiası ek bilirkişi raporundaki değerlendirme ile çürütülmüştür. Aradaki fark ek bilirkişi raporuna göre sadece 6.902 TL’den ibarettir. Bu farkın kök murise ödenmiş olması söz konusu olabilir ya da buna denk bir işlem yapılmış olabilir. Örneğin taraflar kuru mülkiyet devrinin bedelini, vergi veya tapu harç ve masraflarını azaltmak maksadı ile düşük göstermiş olabilirler. Ayrıca bedeller arasında bir fark olmasına rağmen aradaki fark kök murise ödenmemiş ya da buna denk bir işlem yapılmamış olsa dahi bu farkın kök muris tarafından eşine karma bağışlama ile bağışlanmış olması da mümkündür.

Yukarıda ortaya koyduğumuz bu açıklamaların da gösterdiği üzere davacı muvazaa iddiasını ispatlayabilmiş değildir. Hâlbuki TMK.m.6’ya göre herkes kendi iddiasını ispatla yükümlüdür. O hâlde davacının muvazaa iddialarının reddi gerekir.

 

2. Davacının B’deki Taşınmazla İlgili Muvazaa İddiaları

Davacı X., kök muris M.’nin … ili, … ilçesi, … Mahallesi … ada, .. parsel sayılı arsayı (ki bundan sonra kısaca B’deki taşınmaz olarak anılacaktır) ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi’ne sattığını ancak bu satışın da muvazaalı olduğunu iddia etmektedir. Davacı, anılan şirketin 07.11.1958 tarihinde 300.000 TL sermayeyle kurulduğunu, dava konusu taşınmazı ise kök muris M.’den tapuda 26.09.1958 tarihinde 687.163 TL’ye satın aldığını, şirketin taşınmazı satın aldığı tarihte ana sermayesinin taşınmazın bedelini ödemeye yetmediğini bu durumun da yapılan satışın muvazaalı bir satış olduğunu gösterdiğini iddia etmektedir.

Davacının iddiaları dikkatle incelendiğinde şu husus göze çarpmaktadır. Davacı, ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi’nin 07.11.1958 tarihinde kurulduğunu ve uyuşmazlık konusu taşınmazı da kuruluşundan önce 26.09.1958 tarihinde satın aldığını iddia etmektedir.

Bu iddianın mantık dışı olduğu açıktır. Davacı, ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi’nin 07.11.1958 tarihinde ana sözleşme değişikliğine gittiğini gözden kaçırmıştır. Gerçekten de bizzat davacının dava dilekçesinin eki olarak mahkemeye sunduğu 15.11.1958 tarihli ve 513 sayılı ticaret sicili gazetesinin 6. sayfasında önce şirketin ana sözleşmesinin eski hâli ardından şirketin ana sözleşmesinin değiştirilmiş hâli ilan edilmiştir. Bir diğer söyleyişle ticaret sicili gazetesindeki ilan şirketin kuruluşuna ilişkin değil, aksine şirket ana sözleşmesinin tadil edilmesi ve şirket ana sermayesinin 300.000 TL’den 1.500.000 TL’ye çıkarılmasına dair ortaklık ana sözleşme değişikliğine ilişkindir.

Kısacası, davacının iddiasının aksine, ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi 07.11.1958 tarihinde kurulmamıştır. Dolayısıyla davacının iddia ettiğinin aksine ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi satış işleminin yapıldığı tarihte sahip olduğu ana sermayesinin çok üstünde bir işlem yapmamıştır. Muvazaalı olduğu iddia edilen satışın yapıldığı tarihte şirket ana sermayesi 1.500.000 TL olup şirket bu tarih itibarıyla bu taşınmazın satış bedelini peşin olarak ödeyebilecek bir malvarlığına sahiptir.

Ayrıca bir şirketin bir taşınmazı satın alırken satış bedelini mutlaka kendi kaynaklarından karşılaması şart değildir. Satış bedelinin bankalardan kredi alınarak veya üçüncü kişilerden ya da ortaklardan borç alınarak peşin ödenmesi mümkün olduğu gibi bu bedelin peşin ödenmeyerek yıllar içinde taksitlerle de ödenmesi mümkündür. Yani bir an için şirketin kök murisin taşınmazını satın aldığı sırada malvarlığının taşınmazın satış bedelini ödeyemeyecek durumda olduğu kabul edilecek olsa dahi – ki gerçekte durumun böyle olmadığı dosyaya ibraz edilen belgelerden anlaşılmaktadır – bu durum da kök murisin muvazaalı bir işlem yaptığını ispatlamak için yeterli olamaz.

Diğer yandan dikkat çeken bir diğer husus da şudur. Davacı X., kök murisin B’deki taşınmazı annesinin miras payını azaltmak maksadı ile ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirketi’ne sattığını iddia etmektedir. Ancak, davacının annesi bu şirketin ortakları arasındadır. Bu durum davacının muvazaa iddialarının gerçekliğinden bir kez daha şüphe edilmesine neden olmaktadır.

 

II. Davacının, Muvazaa İddiasını Kök Murisin Vefatından 52 Yıl Sonra İleri Sürmesi Hukuken Nasıl Değerlendirilmelidir?

Yukarıda yaptığımız açıklamalarda davacının muris muvazaası iddialarının kabul edilemeyeceği sonucuna varmış bulunuyoruz. Bu başlık altında muris muvazaasının şartlarının oluştuğu varsayımında böyle bir iddianın kök murisin ölümünden 52 yıl sonra dile getiriliyor olmasının hukukî sonuçlarına değineceğiz.

Somut olaydaki taşınmazlara ilişkin muvazaalı işlemlerde şu hukukî değerlendirmelerin yapılması gerekir. Eğer kök murisin taşınmazlara ilişkin satış işlemleri muvazaalı ise ortada iki işlem vardır. Birincisi satış sözleşmesidir ve görünüşteki işlem olarak anılır. Görünüşteki satış işlemi muvazaalı olduğu, bir diğer söyleyişle tarafların gerçek iradelerine uygun olmadığı için kesin hükümsüzlükle sakattır (818 sayılı Borçlar Kanunu m.18)(7). İkinci işlem ise bağışlama sözleşmesidir ve gizli işlem olarak anılır. Gizli işlem tarafların gerçek iradelerine uygun olduğu için kural olarak geçerlidir. Ancak, gizli işlem geçerlilik şekline tabi ise ve taraflar geçerlilik şekline uygun bir işlem yapmamışlarsa, bu kez gizli işlem şekil eksikliği nedeniyle kesin hükümsüz olacaktır.

Bununla birlikte bu sonuç her zaman kabul edilemez. Zira gizli işlemin şekil eksikliği nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülmesi TMK.m.2’deki dürüstlük kuralına aykırı ise bu iddia dinlenmez ve gizli işlem geçerli kabul edilir.

Esasen doktrinde ve Yargıtay kararlarında da şekil eksikliği sebebiyle geçersizliğin ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurabileceği ve bu gibi hâllerde sözleşmelerin şekle uyularak yapılmadığı için geçersiz olduğu yönündeki iddiaların dikkate alınmaması gerektiği kabul edilmiştir. Bu konuda doktrinde Oğuzman / Seliçi / Oktay-Özdemir tarafından yapılan açıklamalar aynen şu şekildedir(8):

 “ … Bugün İsviçre Federal Mahkemesinin ve Yargıtayımızın kararlarında hâkim olan görüş, kanunun geçerlilik şekli olarak aradığı şekle uyulmadan yapılan sözleşmenin kesin hükümsüz olduğudur. Sözleşmedeki şekil noksanına rağmen taşınmaz alacaklı adına tescil edilmişse, tescile sebep teşkil eden sözleşme geçerli olmadığı için mevcut tescil yolsuz bir tescildir. Mülkiyetin devrini sağlamaz ve malik yani – şekline uygun olmayan sözleşmedeki borcunu ifa etmiş bulunan kimse – kaydın düzeltilmesini dava edebilir. Fakat … şekil noksanı sebebiyle sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürmek, bir hakkın kötüye kullanılması teşkil ediyorsa (MK.m.2) kaydın düzeltilmesi davası sonuç vermez … ”

Yargıtay da konuya ilişkin kararlarında aradan uzun yıllar geçtikten sonra muvazaa sebebiyle geçersizlik iddiasında bulunmanın hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurabileceğini kabul etmiş ve bu yöndeki iddiaların reddine karar vermiştir.

Bu konuda birçok örnek karar bulunmaktadır. Biz sadece iki örnek karar zikredeceğiz:

a. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin T: 30.01.2014, E: 2013 / 21600, K: 2014 / 1631 sayılı kararında aynen şu ifadelere yer verilmiştir(9):

“ … Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payı oranında tescil, mümkün olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir… Davacılar, mirasbırakanları F. K. tarafından davacıların murisi olan H.K’a yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır… Çekişmeye konu yapılan … taşınmazlar yönünden … parsellerin … kadastro tespiti sırasında davalıların da murisi olan H.K. adına tespit edildiği ve kadastro tespitlerinin 15.3.1982 tarihinde kesinleştiği, kök miras bırakan F.K.’ın ise öldüğü 6.4.1991 tarihinden dava tarihi olan 10.2.2010 tarihine kadar dava açılmadığı, her ne kadar muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açılan davalarda zamanaşımı ve hak düşürücü süre söz konusu değil ise de; aradan bunca zaman geçtikten sonra dava açılmasının Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi hükmüyle bağdaşmadığı açıktır. Hal böyle olunca; … davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. … ”

Görüldüğü üzere bu kararda murisin ölümünden 19 sene sonra ortaya atılan bir muvazaa iddiası vardır. Bu iddia Yargıtay tarafından TMK.m.2’deki dürüstlük kuralına aykırı bulunarak reddedilmiştir.

b. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi T: 04.05.2012, E: 2012 / 496, K: 2012 / 5146 sayılı kararında muris muvazaası ile ilgili olarak aynen şu açıklamalara yer vermiştir:

 “ … Dava ve birleşen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

 

 Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

 

 Tüm bunların yanında, dinlenen tanıklar olay hakkında bazı bilgiler vermişler ise de, temlik tarihinden itibaren aradan bu kadar uzun süre geçmesine rağmen olayı tüm yönleriyle hatırlamaları hayatın olağan akışına terstir. Öte yandan, her ne kadar, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davalar hak düşürücü süre ya da zamanaşımına tabi değil ise de, miras bırakanın 15.2.1955 tarihinde öldüğü halde, aradan 55 yıl geçtikten sonra dava açılmasının da Türk Medeni Kanununun 2. maddesine aykırılık teşkil edeceği de açıktır. … ”

Görüldüğü üzere bu kararda murisin ölümünden 55 yıl sonra ortaya atılan bir muvazaa iddiası vardır. Bu iddia da Yargıtay tarafından haklı olarak TMK.m.2’deki dürüstlük kuralına aykırı bulunarak reddedilmiştir.

Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında şu değerlendirmelerin yapılması gerekir. Mirasçılar, muris muvazaası iddiası ile dava açma hakkına miras bırakanın vefat ettiği an itibarıyla sahip olurlar. Uyuşmazlık konusu olayda da (kök) miras bırakanın (M.) öldüğü tarihte (1960) mirasçısı (ilk evliliğinden olan kızı) B. için muris muvazaası iddiası ile dava açma hakkı doğmuştur. B. ise kendi vefat tarihe yani 2006 yılına kadar kök muris tarafından yapılan ve muvazaalı olduğu iddia edilen devirlere ilişkin hiçbir itiraz ileri sürmemiştir. Taraflar arasında, 46 yıl boyunca, bugün muvazaalı olduğu iddia edilen devirlerle ilgili herhangi bir ihtilaf söz konusu olmamıştır. Kök miras bırakan M.’nin kızı B. babasının vefatından kendi vefatına kadar 46 yıl boyunca kendi payı hakkında muvazaa iddiası ile tapu iptal ve tescil davası açmamıştır.

Kök murisin ilk eşinden olan kızı B. tarafından 46 yıllık bir süre boyunca herhangi bir hak iddia edilmediği hâlde onun ölümü üzerine mirasçısı X.’in, dedesi M.’den annesi B.’ye ondan da kendisine kalacak söz konusu pay hakkında muris muvazaası nedeniyle dava açması hakkın kötüye kullanılması teşkil eder. TMK.m.2’deki dürüstlük kuralına aykırı olan bu davanın reddi gerekir.

Bu noktada bir hususa daha işaret etmek gerekir. Somut olayda özellikle kök murisin eşine yaptığı düşük bedelli kazandırmanın muvazaalı olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu tartışmada gerçek bedelin eşi tarafından kök murise ödenip ödenmediği ya da buna denk bir işlemin yapılıp yapılmadığı veya kök murisin eşine taşınmazının kuru mülkiyetini gerçek bedelinin altında bir bedelle devrederken ona aradaki farkı bağışlamak onunla bir karma bağışlama işlemi yapmak isteyip istemediğinin ispatı gerekir.

Doktrinde Akbıyık, ortada bir bedelde muvazaa mı var, karma bağışlama mı var yoksa bir muris muvazaası mı var sorusu incelenirken Yargıtay’ın konunun nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin yaklaşımını aynen şu şekilde özetlemektedir(10):

 “ … Yüksek mahkemeye göre, bu gibi işlemlerde önemli olan husus miras bırakanın asıl amacının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulmasıdır. Bunun için tarafların özel durumları, ülkenin ve özellikle murisin yaşadığı yöredeki gelenek ve görenekler, kişilerin toplumsal eğilimleri, murisin temlik yaptığı tarihteki yaşı, sıhhi durumu, malvarlığı ve özellikle satım sözleşmesi yapmasını haklı kılacak bir nedeni olup olmadığı, bu arada başkaca temliklerde bulunup bulunmadığı, mülkiyeti edinen kişinin ne iş yaptığı, ekonomik gücünün ne olduğu ve bu durumu ile söz konusu sözleşmelerdeki karşı edimi üstlenip üstlenemeyeceği, mirasbırakanın ölümünde satış bedellerini bankadan ya da terekeden çıkıp çıkmadığı, temlik tarihlerindeki gerek muris gerek karşı tarafın hesap ekstrelerinde bir değişiklik olup olmadığı, olmuşsa hangi miktarlarda olduğu, yapılan temliklerde satışın mı yoksa bağışın mı üstün tutulduğu, yapılan işlemin yaşamın gerçekleri ile olağan hayatın akışına uygun düşüp düşmediği gibi kriterler araştırılarak tümünün birlikte değerlendirilmesi ve buna göre bir sonuca varılması gerektiği belirtilmektedir. … ”

Yargıtay’ın bu yaklaşımı, murisin vefatından uzun yıllar geçtikten sonra muris muvazaası iddiası ile açılan davaları dürüstlük kuralına aykırı bularak reddine dair tutumu ile paraleldir. Zira aradan uzun yıllar geçtikten sonra (somut olayda kök murisin vefatından 52 yıl sonra) yukarıda zikredilen bütün bu hususların araştırılması ve yeterince delillendirilmesi ve tümünün birlikte değerlendirilmesi suretiyle miras bırakanın asıl amacının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması adeta imkânsız hâle gelmektedir.

 

III. Davacının Annesi B. ile Diğer Mirasçıların Kök Murisin Terekesini Paylaşmış Olmaları Davacının Muvazaa İddiasını Hukuken Nasıl Etkiler?

Uyuşmazlık konusu olayda kök muris M.’nin ölüm tarihi itibarıyla mirasçıları ilk eşinden olan kızı B., sağ kalan eşi E. ve ondan olan çocukları O1, O2 ve O3’den ibarettir. Taraflar arasında kök murisin terekesinin paylaşılması ile ilgili birçok işlem yapıldığı görülmektedir. Bu işlemleri şu alt başlıklar altında incelemek isabetli olacaktır.

 

1. Davacının Annesi B.’nin Terekenin Paylaşılması İçin Diğer Mirasçılarla Birlikte Hareket Ederek Kardeşi O1’e Temsil Yetkisi Vermesi

Tarafıma teslim edilen dosyalardan, B.’nin, kök muris M.’den kendisine intikal eden malvarlığı değerlerine ilişkin gerekli işlemleri yapması ve intikal işlemleri sırasında kendisini temsil etmesi için (diğer mirasçılarla birlikte) 08.09.1960 tarihinde Beyoğlu 3. Noterliği nezdinde düzenlenen vekâletname ile kardeşi O1’e, temsil yetkisi verdiği görülmektedir(11). Ayrıca söz konusu temsil yetkisinin B. tarafından ölümüne kadar geri alınmamış olduğu anlaşılmaktadır. Dosya içinde bu temsil yetkisinin geri alındığına dair herhangi bir belge mevcut değildir.

B.’nin kök muristen kalan mirasın paylaşılması konusunda diğer mirasçılarla birlikte hareket ederek kardeşi O1’e güvendiği açıktır. Eğer aralarında bu konuda herhangi bir uyuşmazlık söz konusu olsa idi hayatın olağan akışı gereği B.’nin öncelikle kardeşi O1’e temsil yetkisi vermemesi ya da hiç değilse verdiği bu temsil yetkisini bir süre sonra geri alması gerekirdi.

 

2 ... P. Turistik İşletmeleri Limited Şirket Hisselerinin Davacının Annesi B.’ye Devri

a. Şirketin Kök Murisin Sağlığındaki Ortaklık Yapısı

Kök muris M., ... P. Turistik İşletmeleri Ltd. Şirketi’nde 15.11.1958 tarih ve 513 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edildiği şekilde değeri 500 TL’den olmak üzere 1200 adet hisseye sahiptir. Eşi E., oğulları O1, O2 ve O3 ise değeri 500 TL’den 450’şer hisseye sahiptir.

Kısacası kök murisin sağlığında B. şirkette herhangi bir şekilde pay sahibi değildir.

 

b. Şirketin Kök Murisin Vefatından Sonraki Ortaklık Yapısı

Kök muris M. şirkette 1200 hisseye sahiptir. O hâlde M.’nin vefatı üzerine şirketteki ortaklar ve payları şu şekilde olacaktır. E. sağ kalan eş sıfatıyla (1/4) miras payına sahip olduğu için 300 adet hisseye, kök murisin oğulları O1, O2, O3 ile ilk eşinden olan kızı B. de 225 adet hisseye sahip olacaktır.

Bu durumda toplam hisseler şu şekilde olacaktır. Kök murisin sağ kalan eşi E. için 750 adet, oğulları O1, O2 ve O3 için 675’er adet, kızı B. için de 225 adet hisse.

Kısacası kök murisin vefatından sonra B.’nin şirkette kanunen sahip olacağı hisse adedi 225’tir.

 

c. Şirketin, Diğer Mirasçıların B.’ye Yaptıkları Hisse Devirlerinden Sonraki Ortaklık Yapısı

Buna karşılık 26.03.1974 tarih ve 5107 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi’nden B.’nin kanuni mirasçı sıfatıyla 225 adet hisseye sahip olması gerekirken 375 adet hisseye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kök murisin eşi E.’nin ise (sahip olduğu 450 adet hisse ve kök muristen intikal etmesi gereken 300 adet hisse ile birlikte) toplamda 750 adet hisseye sahip olması gerekirken 645, kök murisin oğulları O1, O2 ve O3’ten her birinin de (sahip oldukları 450’şer adet hisse ve kök muristen intikal etmesi gereken 225 adet hisse ile birlikte) 675 adet hisse yerine 660 adet hisseye sahip olduğu görülmektedir. Dolayısıyla kök murisin eşi E.’nin şirketteki hisselerinden 105 adedini, kök murisin oğulları O1, O2 ve O3’ün de şirketteki hisselerinden 15’er adedini B.’ye devrettikleri sonucuna varılması gerekir.

Kısacası, diğer mirasçıların kendi hisselerini ona devretmelerinden sonra B. şirkette 375 adet hisseye sahip olmuştur. B.’nin hisselerinin toplam değeri 500 TL x 375 adet = 187.500 TL’dir.

 

d. Şirketin Anonim Şirkete Dönüşmesinden Sonraki Ortaklık Yapısı

Daha sonra 10.09.1974 tarih ve 5237 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlandığı üzere B.’nin de iştirak ettiği ve altında imzası olan ortaklar kurulu kararı ile hisseleri devre konu edilen limited şirket, anonim şirkete dönüştürülmüş ve her bir hissenin sahip olduğu nominal değer 2.500 TL’ ye çıkartılmıştır. Bu durumda 1.500.000 TL sermayeye sahip olan şirket her biri 2.500 TL değerinde 600 hisseye sahiptir. Sonuç olarak bütün ortakların hisse adetleri bu nispette azalmış durumda ise de toplam hisse değerleri aynı kalmış olmaktadır. B.’nin de bu durumda değeri 2.500 TL’den 75 adet hissesi vardır ve değeri de yine 187.500 TL’dir.

 

3. Diğer Mirasçıların B.’ye T. Ticaret ve Limited Şirketi’nden Hisse Devretmiş Olmaları

  Kök muris M.’nin vefatı üzerine onun, bir diğer aile şirketi olan T. Ticaret ve Limited Şirketi’ndeki paylarından 23.437,50 TL’lik hissesi kızı B.’ye geçmiştir(12). Ayrıca “T. Ticaret Limited Şirketi’ne Ait Pay Devri Mukavelesi” isimli pay devri sözleşmesine göre de bu şirketteki hisselerinden kök murisin eşi E. değeri 500 TL’den 66 adet 33.000 TL’lik hisseyi, kök murisin oğulları O1, O2 ve O3 ise değeri 500 TL’den 5’er adet toplamda 7.500 TL’lik hisseyi, hiçbir hak ve menfaat elde etmeksizin kök murisin kızı B.’ye devretmişlerdir(13). B. şirketin tasfiyesine kadar uzun süreler bu şirkette yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.

 

4. Kök Murisin Eşinin Kök Muristen İntikal Eden Taşınmazlardan Kendi Çocukları ve (üvey kızı) B.’ye Yaptığı Hisse Devirleri

Kök murisin eşi E., … Pafta, … Ada, … numaralı parselde yer alan bir han, üç mağaza ve bir depo ile, … Pafta, … Ada, … ve … numaralı parselde yer alan gayrimenkuller üzerinde hakkına düşen miras payından vazgeçerek kök murisin kızı B. de dâhil olmak üzere bu taşınmazların dört kardeşin adına eşit olarak taksim ve tescil edilmesini sağlamıştır.

 

a. B.’ye … ilçesindeki … Ada, … Parsel Sayılı Taşınmazda (Bir Han 3 Mağaza ve 1 Deponun 4/8 Hissesinden) Yapılan Pay Devri

Kök muris M., 05.06.1960 tarihinde vefat etmiş ve maliki olduğu … ili, … ilçesi, … mahallesi, … ve … sokağında kâin … ada … parsel sayılı taşınmazın (bir han 3 mağaza ve 1 deponun) 1/2 tevsian 4/8 hisseleri mirasçıları olan eşi E., oğulları O1, O2, O3 ve kızı B.’ye intikal etmiştir.

Daha sonra kök murisin eşi E.; menkul eşyaları almak şartı ile … ada … parsel sayılı bu taşınmazda, kendisi herhangi bir hak ve hisse almamak suretiyle O1, O2, O3 ve (üvey kızı) B.’yi 4/8’lik hisse üzerinde eşit paylar ile malik kılmıştır.

Tapu kayıtlarında da mirasçıların rızai taksim yoluna gittikleri açıkça belirtilmiştir. Söz konusu taksim, 07.02.1973 tarih ve 901 yevmiye numarası ile tescil edilmiştir.

 

b. Kök Murisin Kızı B.’ye … İlçesindeki … Ada, … ve … Parsel Sayılı Taşınmazlardan Yapılan Pay Devri

Kök muris M., 05.06.1960 tarihinde vefat etmiş ve maliki olduğu … ili, … ilçesi, … mahallesi, … sokağında kâin … ada … ve … parsel sayılı taşınmazların 1/2 tevsian 4/8 hisseleri mirasçıları olan eşi E., oğulları O1, O2, O3 ve kızı B.’ye intikal etmiştir.

Daha sonra kök murisin eşi E., menkul eşyaları almak şartı ile … ada … ve … parsel sayılı bu taşınmazlarda, kendisi herhangi bir hak ve hisse almamak suretiyle oğulları O1, O2., O3 ve üvey kızı B.’yi 4/8’lik hisse üzerinde eşit paylar ile malik kılmıştır. Tapu kayıtlarında da mirasçıların rızai taksim yoluna gittikleri açıkça belirtilmiştir. Söz konusu taksim, 07.02.1973 tarih ve 901 yevmiye numarası ile tescil edilmiştir.

 

5. Kök Murisin Eşinin … İlçesindeki … Ada, … Parsel Sayılı Taşınmazından Kendi Çocukları ve (üvey kızı) B.’ye Yaptığı Pay Devri

Kök murisin eşi E., … ili, … ilçesi, … mahallesi, … sokağında kâin … ada, … parsel sayılı taşınmazının 1/2 hissesini 50 hisse itibar ederek 30/100 hissesini uhdesinde saklı tutarak 5/100 hissesini O1’e, 5/100 hissesini O2’ye, 5/100 hissesini O3’e ve 5/100 hissesini B.’ye bağışlamıştır. Anılan müşterek mülkiyet payları tapu kütüğünde 28.02.1969 tarih ve 8087 yevmiye numarası ile bağışlananlar adına tescil edilmiştir.

 

6. Bizzat Davacı X.’e Yapılan Kazandırmalar

a. B’deki Taşınmazla İlgili Olarak

Yine davacı X.’in bir diğer iddiası, … ili, … ilçesi, … mahallesinde kâin … ada, … parsel sayılı arsanın, kök muris M. tarafından ... P. Turistik İşletmeleri Ltd. Şti.’ye muvazaalı şekilde satıldığı yönündedir. Onun bu iddiasının ne derece temelsiz olduğu bu taşınmazda bizzat kendisine yapılan bir kazandırmanın varlığı ile bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Zira tapu kayıtlarının incelemesinden şu durum açıkça anlaşılmaktadır: … İli, … İlçesi, … mahallesi, … caddesinde kâin … pafta … ada …(14) parsel sayılı arsa ve bu arsa üzerine inşa edilecek olan binanın 634 sayılı Kanun mucibince bodrum katta 1 bağımsız bölüm sıra numaralı meskenin kat irtifakına tefrik ve tahsis edilmiş bulunan 180/1800 arsa payı 19.09.1984 tarihinde X. adına kayıtlı iken işbu arsa payı X. tarafından bu tarihte 7.000.000 bedel karşılığında İ.Ü.’ye satılmıştır.

 

b. Davacı X.’in T. Ticaret ve Sanayi AŞ’de Pay Sahibi Olması

Davacı X., babası Z.’ye, hissedarı olduğu T. Ticaret ve Sanayi AŞ’nin 30 Ocak 2004 tarihinde 2002 - 2003 yıllarına ait yapılacak olağan genel kurul toplantısında kendisini temsil etmesi ve gündemdeki maddelerin karara bağlanmasında oy kullanmak için vekâletname vermiştir. Bu vekâletname de davacı X.’in T. Ticaret ve Sanayi AŞ’de pay sahibi olduğunu göstermektedir.

 

7. İşlemlerin Değerlendirilmesi

Tüm bu maddi vakıalar neticesinde kök muris M.’nin mirasçılarının, kendi iradeleri ile mirası nasıl paylaşacakları konusunda bir mutabakata vardıkları ve gerekli devir işlemlerini de usulüne uygun şekilde gerçekleştirdikleri sonucuna ulaşmak mümkündür. Elden paylaşmanın mümkün olabilmesi için mirasçıların tümünün anlaşması şarttır. Aksi takdirde, mirasçılardan biri bile bu şekilde paylaşmayı istemez ise her mirasçının, paylaşmanın mahkeme eliyle yapılması için bir paylaşma davası açma hakkı vardır. Kök muris M.’nin mirasçısı kızı B. kendi vefatına kadar bu davayı her zaman açma hakkına sahip olmasına rağmen böyle bir dava açma yoluna gitmemiştir. Keza miras meselelerinin halline ilişkin olarak kardeşine verdiği vekâleti de geri almamıştır.

Mirasın bu şekilde denkleştirilip paylaşılmasından sonra davacının annesi B., kök murisin ölümünden kendi vefatına kadar geçen 46 yıl boyunca hiçbir muvazaa iddiasında bulunmamış, paylaşmanın bu şekilde yapılmış olmasına karşı çıkmamışken onun ölümünden sonra kızı davacı X.’in kök murisin (yani dedesinin) ölümünden 52 yıl sonra muvazaa iddiasını ileri sürmesi onun bu davayı açma hakkını kötüye kullandığını göstermektedir.

Ayrıca bütün bu işlemler de göstermektedir ki, davacının mal kaçırma kastıyla hareket ettiğini iddia ettiği kök murisin sağ kalan eşi E., kök muristen intikal eden taşınmazlar üzerinde sahip olduğu miras hisselerinden tümüyle kök murisin çocukları lehine vazgeçmiş ve bu işlemleri yaparken kök murisin ilk eşinden olan kızı B.’yi kendi çocuklarından ayırmamıştır. Kök murisin eşi kendisine ait bir taşınmazda da yine hem kendi çocuklarına hem de kök murisin ilk eşinden olan kızı B.’ye müşterek mülkiyet hissesi bağışlamıştır.

Kök murisin eşi E.’nin bu hukukî işlemleri karşısında, davacının, annesi B.’nin miras haklarının ihlal edildiği ondan mal kaçırıldığı yönündeki iddialarının bir kez daha reddi gerektiği sonucuna varılması kaçınılmazdır.

 

IV. Davacının, Annesi B.’nin Mirasını Reddettikten Sonra Bu Reddi Kendi Mirasçısı Aleyhine Dava Açarak İptal Ettirmesi Mümkün müdür?

Davacı X.’in annesi B., vefat ettiği 12.04.2006 tarihinde geriye mirasçı olarak sadece eşi Z. ve kızı X.’i bırakmıştır. 26.05.2006 tarihinde ise hem Z. hem de X., miras bırakanları B.’nin mirasını reddetmek üzere … … Sulh Hukuk Mahkemesi’ne müracaat ederek mirası ret açıklamasında bulunmuşlardır. Mahkeme de T: …, E: … / …, K: … / … sayılı kararıyla reddin tesciline hükmetmiştir.

Huzurdaki davanın davacısı X., annesi B.’nin mirasını reddettikten yaklaşık dört yıl sonra 22.02.2010 tarihinde … ... Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde içlerinde huzurdaki davanın davalılarının da bulunduğu 80 kişi aleyhine muris muvazaası ve tapu iptali ve tenkis davası (E: … / …) açmıştır. Ancak, X. bu davada, annesinin mirasını reddettiği dolayısıyla da dava açma hakkına sahip olmadığı savunmasıyla karşılaşmıştır.

Bu gelişme üzerine X., 07.02.2011 tarihinde … .... Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde kendi mirasçısına karşı mirasın reddinin iptali davası açmıştır. X.’in kızı da bu davayı kabul etmiştir(15). Mahkeme mirasın reddinin iptaline karar vermiştir.

Kanımızca, … ... Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği T: …, E: … / …, K: … / … sayılı karar hukuka aykırıdır. Şöyle ki: B.’nin mirasçıları eşi Z. ve kızı X.’ten ibaret olup bu mirasçıların her ikisi de mirası reddetmişlerdir. Diğer bir deyişle B.’nin mirası, en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedilmiştir. Bunun sonucu ise terekenin sulh hukuk mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilmesidir. Zira Türk Medenî Kanunu’nun 612. maddesinde aynen şu hükme yer verilmiştir.

 “En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir.

 Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verilir.”

İcra ve İflas Kanunumuzun 180. maddesi de bu durum dikkate alınarak şu şekilde kaleme alınmıştır:

 “Reddolunan mirasların tasfiyesi sekizinci bap hükümlerine göre ait olduğu mahkemece yapılır.”

Doktrinde Baki Kuru da bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(16):

 “ … Terekenin iflas hükümlerine göre tasfiyesi, sulh hukuk mahkemesince yapılır (MK m.612, m.636). Sulh hukuk mahkemesi, terekenin iflas usulüne göre tasfiyesi için bir veya birkaç tasfiye memuru tayin eder (VVMT m.52). Tasfiye memuru (veya memurları), terekenin tasfiyesini İİK’nun iflasın tasfiyesi hakkındaki hükümlerine (İİK m.208-256) göre yapar (VVMT m.52,II). … ”

Görüldüğü üzere kök murisin kızı B.’nin en yakın yasal mirasçılarını oluşturan eşi Z. ve kızı X. onun mirasını reddettikleri için mirasın iflas hükümlerine göre tasfiye edilmesi ve bu tasfiyenin de sulh hukuk mahkemesince yapılması gerekirdi. Böyle bir durumda da reddin iptali için uyulması gereken hüküm İİK.m.183 olacaktı. Bu hükme göre:

 “Bir tereke 180 inci madde mucibince tasfiye halinde bulunur ve tasfiyenin kapanmasından evvel mirasçılardan biri gelerek mirası kabul eylediğini bildirirse borçların ödenmesi için mirasçının teminat göstermesi mukabilinde mahkeme tasfiyeyi durdurur.”

Terekenin iflas hükümlerine göre tasfiye edildiği hâllerde ret açıklamasının İİK.m.183 çerçevesinde geri alınması bahsini doçentlik tezimde incelemiştim ve bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştum(17):

 “ … bir mirasçının ret açıklamasını İİK.m.183 çerçevesinde geri alması mümkün olabilecektir. Böylece yukarıda anılan hallerde mirası açıkça reddetmiş olan (MK.m.612) … bir mirasçı, İİK.m.180 gereğince, İcra ve İflas Kanununun sekizinci babı (İİK. m.208 vd.) çerçevesinde sürdürülen tasfiye kapanmadan önce borçların ödeneceğine dair teminat göstererek ret açıklamasını geri alabilecektir … ”

Görüldüğü üzere kanun koyucu, mirasın iflas hükümlerine göre tasfiye edildiği durumlarda ret açıklanmasının geri alınabilmesi için mirasçının tasfiye kapanmadan önce borçların ödeneceğine dair teminat göstermesini şart koşmuştur. Ancak, somut olay incelendiğinde terekenin iflas hükümlerine göre tasfiyesi sürecinin hiç başlatılmadığı tam tersine X.’in, ret açıklamasının iptali için herhangi bir mahkemede, … ... Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, dava açtığı görülmektedir. Üstelik X. bu davayı - gerçekte kızı mirasçı sıfatını hiçbir zaman kazanmamış olmasına rağmen - kızını davalı olarak göstererek açmıştır. Ayrıca kızı - gerçekte böyle bir davayı kabul etme hakkı bulunmamasına rağmen - davayı kabul etmiştir.

Tekrar vurgulamak gerekir ki, X.’in, kızı S.G.’yi davalı göstererek mirasın reddinin iptali davası açması mümkün değildir. Zira B.’nin mirası en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedildiği için terekenin iflas hükümlerine göre tasfiyeye tabi tutulmuş olması gerekirdi. Dolayısıyla da X.’in, mirası kabul etmek istiyorsa terekeyi iflas hükümlerine göre tasfiye edecek sulh hukuk mahkemesine müracaat ederek mirası kabul ettiğini beyan etmesi ve miras bırakanın borçlarının ödeneceğine dair teminat göstermesi icap ederdi. O hâlde, X.’in kızı S.G.’yi davalı göstererek reddin iptali için dava açması ve onun bu davayı kabul ederek annesi X.’in tekrardan mirasçı sıfatını kazanmasına imkân tanıması İİK.m.183’teki kurallara aykırıdır. Bütün bu açıklamalar X.’in aslında annesi B.’nin 46 yıl boyunca kullanmadığı bir hakkı - muris muvazaası iddiasını - kullanmak üzere harekete geçerken de hukuka aykırı bir tutum sergilediğini ortaya koymaktadır. Bu durum da kanımızca mahkemece davacının hakkını kötüye kullandığını gösteren bir diğer olgu olarak nitelendirilmelidir.

 

V. Davalılar Anneleri Lehine Yapılan Tescilin Yolsuzluğunu Bilmiyorlarsa ve Bu Durumu Bilmeleri Gerekmiyorsa Onlar Taşınmazların Mülkiyetini İyiniyetle Kazanabilirler mi?

1. Genel Olarak

  Dava konusu, … ili, … ilçesi, … mahallesi, … ada … parsel sayılı taşınmaz dört kez ifraz görmüş ve 6, 7, 9, 10 ve 11 numaralı parsellere ayrılmıştır(18). Davacının iddiasında haklı olup olmadığını tespit edebilmek için bu parseller üzerinde yapılan hukukî işlemleri değerlendirmekte fayda vardır.

 

2. 6 Numaralı Parsel Bakımından

Kök murisin sağ kalan eşi E. bu parselde kuru mülkiyete sahiptir. E. bu parseldeki kuru mülkiyet hakkını kök murisin sağlığında 22.02.1957 tarihinde çocukları O1, O2 ve O3’e satmıştır(19). Dikkat edilecek olursa E. bu işlemi kendisine yapılan devirden 11 yıl sonra gerçekleştirmiştir. Satım işlemi sırasında kök muris M. sağ olduğu için çocukları, ancak babalarının vefatı ile birlikte taşınmaz üzerinde tam mülkiyet hakkına kavuşmuşlardır. Davacının iddiasına göre daha sonra bu parsel O1, O2 ve O3 tarafından üçüncü kişilere satılmıştır(20). Söz konusu parsel üzerine 25.10.1984 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilmiştir(21). Tapu kayıtlarına göre ilgili parsel üzerinde tapuda adına kayıtlı taşınmazı bulunan davalı ... ’dır(22).

 

3. 7 Numaralı Parsel Bakımından

Kök murisin eşi E. bu parselde önce kuru mülkiyete sahip olmuş daha sonra eşi M.’nin vefatı ile tam mülkiyet hakkına kavuşmuştur. E. bu parseli kök murisin 1960 yılında vefatından 13 yıl sonra 24.01.1973 tarihinde ...’ya satmıştır(23). Söz konusu parsel üzerinde 28.02.1975 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilmiştir(24). Tapu kayıtlarına göre ilgili parsel üzerinde tapuda adına kayıtlı taşınmazı bulunan davalı bulunmamaktadır.

 

4. 8 Numaralı Parsel Bakımından

Kök murisin eşi E. bu parsel üzerinde önce kuru mülkiyet hakkına sahip olmuş daha sonra eşi M.’nin vefatı üzerine tam mülkiyet hakkına kavuşmuştur. E., bu parseli kök murisin 1960 yılında vefatından 15 yıl sonra 28.02.1975 tarihinde çocukları O1, O2 ve O3’e bağışlamıştır(25).

Bu 8 numaralı parsel 23.10.1978 tarihinde ifraz edilmiş ve 9, 10 ve 11 numaralı parsellere ayrılmıştır. 01.02.1979 tarihinde yapılan rızai taksim sonucu, 9 numaralı parsel üzerinde O1 ve O3 (1/2)’şer pay sahibi olmuştur. 10 ve 11 numaralı parseller ise O2’ye bırakılmıştır(26).

 

  a. 9 Numaralı Parselle İlgili Olarak

Davacının iddiasına göre O1 ve O3 ile ... İnşaat Turizm ve Ticaret Ltd. Şti. arasında bu taşınmazı konu edinen bir satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmıştır. Söz konusu parsel üzerinde 26.07.2004 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilmiştir(27). Tapu kayıtlarına göre ilgili parsel üzerinde tapuda adına kayıtlı taşınmazı bulunan davalılar O1, O3, ..., ..., ... ve ...’dır(28).

 

  b. 10 Numaralı Parselle İlgili Olarak

Kök murisin oğlu O2, bu parseli kök murisin vefatından 24 yıl sonra 05.03.1984 tarihinde ... İnş. San. Tic. AŞ’ye satmıştır(29). Söz konusu parsel üzerinde 29.07.1987 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilmiştir(30). Tapu kayıtlarına göre ilgili parsel üzerinde tapuda adına kayıtlı taşınmazı bulunan davalı bulunmamaktadır.

 

c. 11 Numaralı Parselle İlgili Olarak

Kök murisin oğlu O2, bu parseli kök murisin 1960 yılında vefatından 24 yıl sonra 06.06.1984 tarihinde eşi F’ye satmıştır. F vefat ettiğinde mirası eşi O2 (2/8) ve kızları ... (3/8) ve ...’ya (3/8) intikal etmiştir. Daha sonra O2, 30.07.2003 tarihinde, payını kızları …. (1/2) ve ...’ya (1/2) satmıştır(31). Söz konusu parsel üzerinde 03.08.2004 tarihinde kat irtifakı tesis edilmiştir(32). Tapu kayıtlarına göre ilgili parsel üzerinde tapuda adına kayıtlı taşınmazı bulunan davalılar ... ve ...’dır(33).

 

5. Değerlendirme

Davacının aynî talepleri esasen 6, 9 ve 11 numaralı parsellere ilişkindir. Davacı vekili, davalıların bu taşınmazları kötü niyetle iktisap ettiğini, zira tüm davalıların 1946 tarihinde kök muris M. ile eşi E. arasında yapılan satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu bildiğini ve yine tüm davalıların sırf davacının annesi B.’nin miras payını azaltmak amacıyla bu tür işlemlere giriştiğini iddia etmektedir.

Davacının, kötü niyetle yapıldığını iddia ettiği işlemlerin tarihleri incelenirse tarafların bu işlemleri yapmasındaki gerçek iradeleri de aydınlığa kavuşmuş olacaktır. Zira kök muris M.’nin eşi E.’nin dava konusu taşınmaz üzerinde yaptığı ilk işlem 22.02.1957 tarihinde 6 numaralı parseli çocukları O1, O2 ve O3’e satmaktır. Muvazaalı olarak yapıldığı iddia edilen kuru mülkiyet satışının yapıldığı 1946 yılından tam 11 yıl sonra (1957) ilk kez taşınmaz üzerinde bir hukukî işlem yapılmıştır.

Şimdi davacının iddia ettiği gibi bu işlemlerin gerçekten de davacının annesi B.’nin miras payını azaltmak, ondan mal kaçırmak kastıyla yapıldığını varsayarsak şu soruya bir cevap verilmesi gerekecektir: Kök murisin eşi E. ve davalıların gerçek arzuları davacının annesinden mal kaçırmak ve onun miras payını azaltmak ise bu malların kaçırılması için neden aradan 11 yıl gibi uzun bir sürenin geçmesi beklenmiştir; neden bu kadar uzun bir süre boyunca taşınmaz üzerinde hiçbir işleme girişilmemiştir? Kanaatimizce bu soruya verilecek mantıklı bir cevap yoktur ve davalıların işlemlerinin tarihleri, davacının, işlemlerin annesinden mal kaçırma kastıyla yapıldığı iddiasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını göstermektedir.

Davacının kötü niyetle yapıldığını iddia ettiği bir diğer işlem ise ifraz görmeden önce 8 numaralı parseli oluşturan 9, 10 ve 11 numaralı parsellerin kök murisin eşi E. tarafından 28.02.1975 tarihinde çocukları O1, O2 ve O3’e bağışlanmasıdır. Söz konusu bağışlamanın yapıldığı tarih ile muvazaalı şekilde yapıldığı iddia edilen kuru mülkiyet satışı işleminin tarihi (1946) arasında 29 yıl bulunmaktadır. Arada geçen bu 29 yıllık süre çok uzun bir süredir. Gerçekten de yukarıda da dile getirdiğimiz gibi bu işlemin yapılmasındaki gerçek amaç davacının annesinden mal kaçırmak olsaydı bu amacın gerçekleştirilmesi için bu kadar süre hareketsiz beklenir miydi? Aradan bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra yapılan bu bağışlama işleminin, neredeyse 30 yıl önce muvazaalı olarak yapıldığı iddia edilen bir kuru mülkiyet satışının geçersizliğinin ileri sürülmesini engellemek maksadıyla yapıldığını iddia etmek hayatın olağan akışına uygun değildir.

Davacı yine bununla da kalmayıp bu işlemlerden sonraki tarihlerde O1, O2, O3’ün kendi eşleri ve çocuklarıyla yaptığı işlemlerin de mal kaçırma kastıyla ve kötü niyetle yapıldığını ve hatta eşleri ve çocuklarının da esasen 1946 yılında yapılan satışın muvazaalı olduğunu bildiğini ve bu işlemleri yine davacıdan mal kaçırma kastıyla yaptıklarını iddia etmektedir. Hayatın olağan akışında bir kişinin annesi ile babası arasında ne tür işlemler yapıldığını, bunların ne amaçlarla yapıldığını, gerçekten işlemlerin muvazaalı olarak yapılıp yapılmadığını bilmesi pek mümkün değildir. Kaldı ki iddia edildiği gibi gerçekten kök muris M. ile eşi E. arasında 1946 yılında muvazaalı kuru mülkiyet satışı yapılmışsa, bu satışın muvazaalı bir satış olduğundan, o sırada çocukluk ya da ilk gençlik yaşlarında olan oğulları nasıl haberdar olacaktır?

Kanımızca, davacının kök murisin oğullarının 1946 yılındaki kuru mülkiyet satışının muvazaalı olduğunu bilerek hareket ettiklerine, hatta kök murisin gelinlerinin, torunlarının dahi dava konusu taşınmazları bu muvazaayı bilerek ve hep kök murisin ilk eşinden olan kızı B.’nin miras payını azaltmak maksadı ile elde ettiklerine dair iddialarının kabul edilebilmesi mümkün değildir.

O hâlde bir an için kök murisin eşine yaptığı devirlerin muvazaalı olduğu dolayısıyla da tapu kütüğündeki tescillerin yolsuz olduğu kabul edilecek olursa yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda davalıların söz konusu taşınmazları iktisap ederken, yapıldığı iddia edilen muvazaadan haberdar olmamaları sebebiyle 743 sayılı eski Medenî Kanunumuzun (Türk Kanunu Medenîsi’nin)(34)

 “Tapu sicilindeki kayda hüsnü niyetle istinat ederek mülkiyet veya diğer bir aynî hakkı iktisap eden kimsenin, bu iktisabı muteber olur.”

şeklindeki 931. maddesi uyarınca tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet hakkını kazandıkları, bu kazanımlarının korunacağı ve bu sebeple de davacının davalılardan, miras hissesi oranında tapu iptali veya taşınmazların elden çıkarılması sebebiyle herhangi bir tazminat talep edemeyeceği sonucuna varılması gerekir.

 

VI. Davacının Davalılardan Ellerinden Çıkardıkları Taşınmazların Bedelini Talep Etmesi Zamanaşımına Tabi midir?

Davacının bir diğer iddiası da şudur: Tapu kütüğünde davalılar adına yapılan yolsuz tescil davacının miras payı oranında düzeltilmelidir. Eğer bu mümkün olamıyorsa bir diğer söyleyişle davalılar, taşınmazları elden çıkarmışlar ise bu takdirde taşınmazların dava tarihindeki bedelini ödemeye mahkûm edilmelidir.

Davacının bu iddiası kötü niyetli zilyedin iade borcuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını gerektirir. Zira kötü niyetli zilyet mal elinden çıkmışsa değerini tazminle yükümlüdür. Bu tazminat haksız fiil esasına dayanan bir tazminattır(35). Ancak kusur aranmaz. Zilyedin kötü niyetli olması tazminat yükümlülüğü için yeterlidir. Fakat zarar ile kötü niyetli zilyetlik arasında illiyet bağının bulunması şarttır.

Bütün bu şartların somut olayda gerçekleştiği kabul edilecek olsa dahi – ki biz davalıların kötü niyetli olmadıklarının kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmış bulunuyoruz – davacının tazminat taleplerinin reddi gerekir. Zira davacının tazminat talebi zamanaşımına tabidir ve davalı da zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Doktrinde kötü niyetli zilyedin tazminat ödeme borcunun zamanaşımına tabi olup olmadığını konuya ilişkin doktora tezinde ele alan Burak Özen bu sorun hakkında doktrindeki görüşleri özetlerken aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(36):

“ … Nesnenin iadesini isteyen kişinin, iade talebini ileri sürdüğü anda, nesne üzerindeki üstün hakkı sona ermiş olabilir. Nesne üzerinde, bir başka kişinin mülkiyet hakkı iktisap etmesiyle, bu kişinin iktisabı anına kadar malik olan kişinin hakkı sona erer. Hakkın sona ermesiyle, bu hakka dayanarak iade talebinde bulunabilme olanağı da ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumda hakkını yitiren kişinin, hakkının devam ettiği süre için, MK.m.906-908 hükümlerinden yararlanabilme olanağı saklı kalır. Yine kötü niyetli haksız zilyet, nesnenin zilyetliğini bir başkasına devrederse, artık iade olanağı kalmaz ve kendisinden iade talep edilemez ise de MK.m.908 hükmü uyarınca sorumlu tutulabilecek, kendisine bu hükümden kaynaklanan talepler ileri sürülebilecektir.

 ...

 Zamanın geçmesinin MK.m.906-908 hükümlerinden kaynaklanan taleplere etkisi, yasa tarafından düzenlenmemiştir. Ne var ki, bu durumdan, bu taleplerin, herhangi bir sınırlama olmaksızın, her zaman ileri sürülebileceği sonucu çıkarılamaz. Bu taleplerin sınırlama olmaksızın her zaman ileri sürülebilmesi imkânı, sistemimizdeki temel düşünce ile çelişir. MK.m.906-908 hükümlerinden kaynaklanan taleplere akraba olarak nitelendirilen haksız fiil veya sebepsiz zenginleşme taleplerinin zamanaşımı sürelerinin bu ölçüt olarak önerilmesi yaygın olarak savunulan bir görüştür. Haksız fiil zamanaşımı için BK.m.60 hükmünce düzenlenmiş olan, zararın ve zarar verenin öğrenilmesinden itibaren işleyecek bir yıl, fakat ne olursa olsun talebin doğduğu, zararın meydana geldiği andan itibaren işleyecek 10 yıllık sürelerin bu konuda uygun olduğu söylenmiştir … ”

Doktrinde Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop da zamanaşımı ile ilgili olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(37):

“ … İade ile yükümlü kötü niyetli zilyet, malı bir üçüncü kişiye satıp bedelini almışsa, ona karşı açılacak bedel davasında yerine göre BK.m.125’te yazılı 10 yıllık veya BK.m.60’da yazılı 1 ve 10 yıllık haksız fiil zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. … ”

Yargıtay da aynı görüştedir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin T: 26.09.2012, E: 2012 / 5231, K: 2012 / 10192 sayılı kararına konu olan olayda davacı, muris muvazaasına dayalı olarak tazminat talep etmiştir. Yargıtay da kanımızca da haklı olarak muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davasının hak düşürücü süreye veya zamanaşımına tabi olmadığını; ancak taşınmaz üçüncü kişilere devredilmiş ve artık tapu iptali söz konusu olamıyorsa davacının tazminat talebinde bulunabileceğini bununla birlikte bu talebin zamanaşımına tabi olduğunu kabul etmiştir. Anılan kararın konuyla ilgili bölümü aynen şu şekildedir(38):

“ … Hemen belirtilmelidir ki, davada ileri sürülen iddia ve buna bağlı istek muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı bulunmaktadır. Muris muvazaasına dair açılan tapu iptal ve tescil davalarının herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği gerek Yargıtay ve gerekse doktrince kabul edilen yerleşik içtihatlardandır. Bu isteğe bağlı açılan tazminat davalarında zamanaşımı süresinin başlama tarihinin ise iptal ve tescil isteme hakkının ortadan kalkacağı tarih olacağı da sabittir … ”

Davacının, davalıların ellerinden çıkardıkları taşınmazlar bakımından taşınmaz bedellerinin kendisine ödenmesine ilişkin tazminat talebi haksız fiillerde zamanaşımını düzenleyen hükümlere tabi olacaktır. Bu durumda davacı, 818 sayılı Borçlar Kanunu madde 60 uyarınca(39) uğradığı zararı ve sorumlu kişiyi öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve her halükarda tapu iptal ve tescili isteme hakkının ortadan kalktığı (söz konusu taşınmazların mülkiyetinin iyiniyetli 3. kişilere geçtiği) tarihten itibaren 10 yıl içinde tazminatın ödenmesini talep etmiş olmalıdır. Aksi takdirde davalı tarafın zamanaşımı def’ini ileri sürmesi üzerine davacının tazminat talebinin reddi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta muvazaalı olarak devredildikleri iddia edilen taşınmazlardan 7 numaralı parsel 24.01.1973 tarihinde 10 numaralı parsel de 05.03.1984 tarihinde üçüncü kişilere devredilmişlerdir. O hâlde davacının annesinin bu tazminat davalarını açma hakkına sahip olduğu kabul edilse dahi bu davaların en geç taşınmazların devir tarihlerinden 10 yıl içinde açılması gerekirdi. Davalıların zamanaşımı savunmaları karşısında davanın reddi gerektiği açıktır.

Bu değerlendirmemiz davalıların üçüncü kişilere devrettiği ancak devir tarihleri belirli olmayan taşınmazlar için de geçerlidir. Şöyle ki; davalıların iyiniyetli üçüncü kişilere devrettikleri diğer taşınmazlarda da devir tarihinden itibaren 10 yıl geçmiş ise davacının bu taşınmazlar bakımından dile getirdiği tazminat iddiasının davalının zamanaşımı savunması karşısında reddi gerekir.

 

E. SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde;

1. Davacı muris muvazaası iddiasını sadece ortaya atmakla yetinmiş ve ispatlayamamıştır.

2. Kök murisin kızı B., babasının vefatından itibaren 46 yıl boyunca hiçbir zaman muvazaa iddiasında bulunmamıştır. B.’nin yaşarken hiçbir şekilde ileri sürmediği bu iddianın onun kızı X. tarafından kök murisin vefatından 52 sene sonra huzurdaki bu davada ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması teşkil eder ve böyle bir davanın TMK.m.2 gereğince reddi gerekir.

Yargıtay da konuya ilişkin birçok kararında kök murisin vefatından yıllar sonra açılan muris muvazaası davalarının hakkın kötüye kullanıldığı gerekçesi ile reddi gerektiği sonucuna varmaktadır.

3. Kök murisin kızı B. ile eşi ve diğer evlatları arasında miras fiilen taksim edilmiş ve B. bu taksime kendi sağlığında hiçbir itirazda bulunmamıştır. Tereke fiilen mirasçılar arasında taksim edilmiştir. Hâl böyle olmasına rağmen B.’nin kızı X.’in dedesi (kök murisin) ölümünden 52 yıl sonra bu davayı açması bir kez daha onun hakkını kötüye kullandığını göstermektedir.

4. Muris B.’nin en yakın mirasçıları olan eşi ve kızı X. onun mirasını reddetmişlerdir. En yakın yasal mirasçıların tümünün mirası böylesine reddettiği hâllerde mirasın iflas hükümlerine göre tasfiyesi gerekir (TMK.m.612/f.1 ve İİK.m.180). Böyle bir durumda İİK.m.183’e göre X.’in annesinin mirasını kabul etmesi için tasfiye sürecinde mirası kabul ettiğini beyan etmesi ve murisin borçlarını ödeyeceğine dair teminat göstermesi gerekirdi. Somut olayda ise X. gerçekte mirasçı sıfatını haiz olmayan kızı aleyhine reddin iptali için dava açmış ve onun da bu talebi kabul etmesi üzerine tekrardan mirasçı sıfatını kazanarak huzurdaki davayı açma imkânına hukuka aykırı bir biçimde kavuşmuştur.

Davacı X.’in İİK.m.183 hükmüne uygun olarak hareket etmesi gerekirken gerçekte davalı sıfatına sahip olmayan kızı aleyhine dava açarak evvelce dile getirdiği ret açıklamasını iptal ettirmesi onun hakkını kötüye kullandığının bir diğer delili olarak nitelendirilmelidir.

5. Muris muvazaası iddiası kabul edilecek olursa bu kez davalıların iyiniyetli olduklarının göz önünde bulundurulması gerekir. Kanımızca davalılar 743 sayılı eski Türk Medenî Kanunu’nun (Türk Kanunu Medenîsi’nin) 931. maddesi uyarınca taşınmazların mülkiyetini iyiniyetle iktisap etmişlerdir. Onların iyiniyetinin korunması gerekir.

6. Davacının, davalıların ellerinden çıkardıkları taşınmazlarla ilgili olarak tazminat ödemeleri gerektiğine dair talebi (davalıların kötü niyetli oldukları varsayımında dahi) 818 sayılı Borçlar Kanunu m. 60 uyarınca zamanaşımına tabidir. Bu talep davacının annesi B.’nin tapu iptali ve tescil davası açma hakkının sona erdiği andan itibaren en geç 10 yıl içinde kullanılmadığı ve davalılar da zamanaşımı savunmasında bulundukları için zamanaşımına uğramıştır.


 

BAKIRKÖY 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NİN KARARI

(T: 29.12.2015, E: 2012 / 375, K: 2015 / 642)

“ … Dava ve birleşen dava; muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasıdır.

Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı asıl dosyada evveliyatı … ada, … parsel olan taşınmazın ... yılında kök muris M. tarafından ikinci eşi E.’ye satışının muvazaalı olduğu ve birleşen dosyada da … ada, … parselin kök muris M. tarafından … P. Ltd. Şti’ne muvazaalı olarak satıldığını belirterek davacının miras hissesi oranında tapu iptal ve tescil talebinde bulunmuştur. Davalılar her ne kadar davacının B.’nin mirasını reddettiği gerekçesiyle davanın reddini talep etmiş iseler de mirasın reddine ilişkin karar … ... Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … / … Esas sayılı dosyası ile iptal edilmiş olmakla bu savunmaya itibar edilmemiştir. Taraf beyanları ve tüm tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde murisin mal varlığını 1. ve 2. eşinden olan çocukları arasında adil bir şekilde paylaştırdığı anlaşılmıştır. Kaldı ki kök murisin 1960 yılında vefat ettiği, davacının annesi B.’nin de 2006 yılında vefat ettiği, aradan geçen 46 yıllık süre içerisinde B.’nin mirasa itiraz etmediği, T Şirketindeki hissesinin de bulunduğu görülmekle mirastan hakkını aldığı kabul edilmiştir. Davacı tanıkları da kök murisin gerek … parsel, gerekse de … parselin devirlerinde kök murisin davacının annesi B.’den mal kaçırma kastıyla hareket ettiği yönünde herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. Bu şekilde davacı tarafça muvazaa iddiası ispatlanamadığından davanın ve birleşen davanın reddine karar vermek gerekerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1. Davacının Davasının Reddine, … ”

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


* Bu hukukî mütalaa 03.04.2015 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Davacının bu iddiasına göre şirketin, taşınmazı kuruluş tarihinden önce satın aldığı gibi bir anlam çıkmakta ise de bu durum hukukî mütalaanın inceleme ve değerlendirme kısmında aydınlığa kavuşturulacaktır.

(2) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(3) Necip Kocayusufpaşaoğlu; Borçlar Hukuku, İstanbul, 2014, s: 357 - 358.

(4) Mustafa Dural / Turgut Öz; Türk Özel Hukuku, Miras Hukuku, İstanbul, 2015, s: 261.

(5) Ek bilirkişi raporuna göre aradaki fark davacının iddia ettiği gibi 25 kat daha düşüklük derecesinde değildir, aradaki fark sadece 12.402 – 5.500 = 6.902 TL’dir.

(6) Bu noktada da “bağışlama sebebinin” resmi senette ayrıca gösterilmemesinin bağışlama sözleşmesini şekil eksikliği bakımından etkileyip etkilemeyeceğine kısaca işaret etmek gerekir. Doktrinde karma bağışlama kavramını konuya ilişkin monografik çalışmasında ele alan Cem Akbıyık bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur: “ … Dikkat edilecek olursa, karma bağışlamanın söz konusu olduğu durumlarda da taraflar sözleşmenin temel öğelerini ciddi olarak resmi senette göstermişlerdir. Resmi senette bağışlama sebebinin gösterilmemesine gelince, bu noktada BK.m.18’e bakmak gerekir. … Buna göre tarafların yapmış oldukları karma bağışlamayı, satım sözleşmesi olarak nitelendirmeleri sözleşmenin geçerliliğine zarar vermeyecektir. Bu durumda tarafların gerçek amacı ve sözleşmenin gerçekte istenen esaslı unsurları karşısında sözleşmenin geçerli olduğu sonucunu kabul etmemiz gerekir. … ” (Cem Akbıyık; Karma Bağışlama Kavramı ve Miras Hukukundaki Yeri, İstanbul, 1997, s: 42 - 43).

(7) Davacının iddiasına göre muvazaalı işlem 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte iken gerçekleştirilmiştir. O hâlde uyuşmazlığa 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun uygulanması gerekir. Zira 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”

(8) Kemal Oğuzman / Özer Seliçi / Saibe Oktay-Özdemir; Eşya Hukuku, İstanbul, 2014, 17. Baskı, s: 362 - 363.

(9) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

 (10) Akbıyık, age, s: 47 ve dipnot 47’de anılan Yargıtay kararları.

(11) Davalıların 02.06.2014 tarihli beyan dilekçelerinde sunmuş oldukları 3 numaralı delil.

(12) Kök murisin ilk eşinden olan kızı B., T. Ticaret Limited Şirketi’ne Ait Pay Devri Mukavelesi ile bu şirketteki 437,50 TL’lik hissesini karşılıksız olarak kök murisin eşi E.’ye devretmiştir. Kök murisin oğulları O1, O2 ve O3 de aynı sözleşme ile aynı tutardaki hisselerini karşılıksız olarak anneleri E.’ye devretmişlerdir (Davalıların 02.06.2014 tarihli beyan dilekçelerinde sundukları 4 numaralı delil).

(13) Davalıların delilleri arasında yer alan 5 numaralı delil.

(14) Bizzat davacının iddiasına göre dava konusu 346 ada numaralı parsel imara tabi tutulmuş 49, 50 ve 53 numaralı parseller oluşmuştur.

(15) Davacı X. vekili, … ... Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada davalı S.G.’yi X.’in kızı olarak, davalı S.G. de davacı X.’i annesi olarak nitelendirmiştir. Ancak, mahkemenin kararının ikinci sayfasında “ … Davalının nüfus kaydı temin edilmiş, davacının evlatlığı olduğu anlaşılmıştır. …” ifadesine yer verilmiştir. Somut olayda S.G.’nin X.’in kızı ya da evlatlığı olması vardığımız sonuçlar bakımından herhangi bir fark yaratmamaktadır.

(16) Baki Kuru; İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. Baskı, İstanbul, 2006, s: 1004 – 1005.

(17) İlhan Helvacı; Eski Medenî Kanunumuzla Karşılaştırmalı Olarak Türk Medenî Kanununa Göre Mirasın Reddi, 2. Tıpkı Baskı, İstanbul, 2014, s: 113 – 114.

(18) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(19) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 7.

(20) Davacının … / … esas numaralı ve … tarihli dava dilekçesi, s: 3.

(21) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(22) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 4.

(23) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 7.

(24) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(25) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 7.

(26) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 7.

(27) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(28) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 4 - 5.

(29) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 8.

(30) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(31) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 8.

(32) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 6.

(33) 12.09.2014 tarihli bilirkişi raporu, s: 5.

(34) 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun yürürlük tarihi 01.01.2002’dir. 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca “Türk Medenî Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır…” Uyuşmazlık konusu hukukî olaylar 01.01.2002’den önce gerçekleşmiştir. Dolayısıyla somut olaya 743 sayılı Medenî Kanun (Türk Kanunu Medenîsi) hükümlerinin uygulanması gerekir.

(35) M. Kemal Oğuzman / Özer Seliçi / Saibe Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2014, s: 122.

(36) Burak Özen, Haksız Zilyetlikte İade, Beta Yayınevi, İstanbul, 2003, s: 90 - 93.

(37) Selahattin Sulhi Tekinay / Sermet Akman / Haluk Burcuoğlu / Atilla Altop; Tekinay Eşya Hukuku, C: 1, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1989, s: 236.

(38) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(39) Davacının iddiasına göre davalılar muvazaalı taşınmazları 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun yürürlükte olduğu sırada elden çıkarmışlardır. Bir diğer söyleyişle davacının iddiasına göre bu haksız filler 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun yürürlükte olduğu sırada işlenmişlerdir. O hâlde somut uyuşmazlığa 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun uygulanması gerekir. Zira 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X