26. MİRASÇILIKTAN ÇIKARMA (TMK m. 510)

• Mirasçılıktan Çıkarma (Cezai Iskat) • Iskat Tasarrufunun İptali Davası • Tenkis Davası • Hak Düşürücü Süreler • Mirasçılıktan Çıkarmada Affın Etkisi

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

1. Sayın Av. Prof. Dr. M. T., tarafıma müracaat ederek davacı N. Y. ile müvekkili davalı A. C. M. arasında Adana 9. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde E: 2019 / 34 sayılı dosya üzerinden görülmekte olan bir dava bulunduğunu beyan etmiş ve bu dava hakkında yazılı olarak bir hukukî mütalaa hazırlamamı talep etmiştir.

2. Sayın Av. Prof. Dr. M. T., şahsıma müracaatında söz konusu uyuşmazlıkla ilgili dava dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir. Dosya içindeki tüm belgeler tamamen objektif bir bakış açısıyla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİANIN ÖZETİ

I. Davacının Dava Dilekçesindeki İddialarının Özeti

3. Davacı N. Y. vekili, 16.01.2019 tarihli dava dilekçesinde özetle; muris F. G. M.’nin Adana 5. Noterliği nezdinde, 20.07.2012 tarihinde, 09064 yevmiye numarası ile resmî şekilde bir vasiyetname yaptığını, bu vasiyetname ile müvekkilini mirasçılıktan çıkarttığını, böylece saklı payı da dahil olmak üzere, müvekkilini tüm miras payı bakımından mirasından ıskat ettiğini ve müvekkilinin tüm miras payını davalı A. C. M.’ye bıraktığını, oysaki murisin kanser hastası olduktan sonra birden fazla ameliyat olduğunu ve psikolojik olarak yıkıldığını, murisin bu durumundan davalı A. C. M.’nin yararlandığını ve söz konusu vasiyetnameyi düzenlemesi için annesi murise baskı yaptığını, bu baskıların altında gerçekte, müvekkilinin dava dışı babası ile davalı erkek kardeşinin onay vermediği bir kişi ile evlenmiş olması olgusunun yattığını, müvekkilinin annesi murisin bu evliliğe ilk başlarda onay vermediğini, ancak müvekkilinin mutlu olduğunu gördükten sonra bu evliliğe onay verdiğini, dolayısıyla annesi ile müvekkili arasında herhangi bir kavga veya çatışma bulunmadığını, müvekkilinin kanser hastası olan annesini sık sık hastanede görmeye gittiğini, vasiyetnamede belirtilen hususların Türk aile yapısına ve hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dikkat edilirse mirasçılıktan çıkarmaya ilişkin ölüme bağlı tasarrufun evlilikten hemen sonra düzenlenmiş olduğunu iddia etmiştir.

4. Davacı vekili yukarıdaki iddialarına dayalı olarak, dava konusu tapuların üzerine tedbir konulmasını, aksi hâlde tapu kayıtları üzerine “davalıdır şerhi” işlenmesini, murisin tedavi gördüğü hastanelerdeki tedavi ve sağlık raporlarının istenmesini, murisin adına kayıtlı olup davalı adına devri yapılan taşınmazların tapu kayıtlarının sorulmasını, vasiyetnamenin ve içerdiği ıskat tasarrufunun 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu (TMK)’nun 510. maddesine aykırı olması sebebiyle iptalini, davalının üzerine geçirdiği tüm taşınmazların muvazaa nedeniyle müvekkilinin miras hissesi oranında iptali ile müvekkili adına tescilini, bu mümkün olmadığı takdirde murisin bu sağlararası tasarruflarının müvekkilinin saklı payı oranında tenkis edilmesini, tapuların el değiştirmesi ve tapu tescili mümkün olmaması hâlinde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, davalının 10.000 TL ve faizini müvekkiline ödemeye mahkum edilmesini talep etmiştir.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

5. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekir:

1. Davacı, murisin mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (mirastan ıskat) tasarrufunu içeren vasiyetnamesinin iptalini talep edebilir mi?
2. Murisin, baskı ve zorlama altında yaptığı iddia edilen vasiyetnamesinden sağlığında dönmemiş olması, davacının iptal davasını etkiler mi?
3. Murisin vasiyetnamesinin iptali için açılacak dava hak düşürücü süreye tabi midir?
4. Eğer iptal davası hak düşürücü süreye tabi ise somut uyuşmazlıkta bu süre ne kadardır ve dolmuş mudur?
5. Eğer iptal davasının açılması için uyulması gereken hak düşürücü süre dolmuş ise hâkim sürenin geçtiğini görevinden ötürü dikkate almak zorunda mıdır?
6. Murisin mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (cezai ıskat) tasarrufu geçerli midir?
7. Davacının, murisin ıskat tasarrufunun ıskat sebeplerinin doğru olmadığı ya da yeterli olmadığı iddiası ile açtığı davada talebinin üst sınırı ne olabilir?
8. Bu dava hak düşürücü süreye tabi midir?
9. Bu dava hak düşürücü süreye tabi ise somut uyuşmazlıkta bu süre ne kadardır ve dolmuş mudur?
10. Eğer hak düşürücü süre dolmuş ise hâkim sürenin geçtiğini görevinden ötürü dikkate almak zorunda mıdır?
11. Davacının, murisin sağlararası kazandırmaları hakkındaki muris muvazaası ve tenkis iddialarının dinlenilmesi mümkün müdür?
12. Davacı vekilinin davacının muris tarafından affedildiği yönündeki iddialarının murisin ıskat tasarrufunun geçerliliğini etkilemesi mümkün müdür?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

I. Davacı, murisin mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (mirastan ıskat) tasarrufunu içeren vasiyetnamesinin iptalini talep edebilir mi?

6. Türk Medenî Kanunu’nun “İptal davası” kenar başlığını taşıyan 557. maddesi şu şekildedir:

“Aşağıdaki sebeplerle ölüme bağlı bir tasarrufun iptali için dava açılabilir:

1. Tasarruf mirasbırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa,

2. Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa,

3. Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlâka aykırı ise,

4. Tasarruf kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa.”

7. Ölüme bağlı tasarruflar yukarıda anılan sebeplerle geçersiz olsalar bile bu konuda bir iptal davası açılması ve geçersizliğin mahkeme kararı ile hüküm altına alınması şarttır. Bir diğer söyleyişle, ölüme bağlı tasarrufların, geçersiz olsalar bile kendiliğinden geçersiz oldukları sonucuna varılamaz; bilakis kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile iptal edilinceye kadar geçerli kalmaya devam ederler.

8. Doktrinde Dural / Öz bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(1) :

“… Yukarıda … sayılan sebeplerden biri ile sakat olan ölüme bağlı tasarruf kendiliğinden hükümsüz olmayıp, mirasbırakanın ölümü ile birlikte geçerli bir tasarrufmuş gibi hüküm doğurur. Onun hüküm doğurması istenmiyorsa, bozucu yenilik doğuran bir dava olan iptal davasının açılması gerekir. …”

9. Davacı vekili, 16.01.2019 tarihli dava dilekçesinde, murisin vasiyetnamesini eşi ve oğlunun “baskıları” ve “zorlamaları” sonucu, onların “etkisinde kalarak” yapmış olduğunu iddia etmiş ve bu nedenle iptali gerektiğini iddia etmiştir. Davacı vekili, eşinin ve oğlunun murisi baskı altına aldığını ve tüm amaçlarının davacıyı yaptığı evlilikten vazgeçirmek olduğunu iddia etmiştir.

10. Davacının anılan nedenlerle murisin ölüme bağlı tasarrufunun iptali için bir dava açması bizce mümkün değildir. Zira bir ölüme bağlı tasarrufun korkutma veya zorlama neticesinde yapıldığını kabul edebilmek için bizzat murisin zorlanması veya korkutulması gerekir. Zorlamadan söz edilebilmesi için örneğin murisin başına tabanca dayanması, korkutmadan söz edilebilmesi için de yine muriste, kendisinden istenilen ölüme bağlı tasarrufu yapmaması hâlinde bir tehlikeye maruz kalacağı inancının yaratılması gerekir.

11. Somut uyuşmazlıkta murisin kanser hastası olduğu ve vasiyetnamesini ölümünün kuvvetle muhtemel hâle geldiği bir dönemde yaptığı açıktır. Ölüme bu kadar yaklaşmış bir kişinin ölüme bağlı tasarrufu yapmaya “zorlandığı” iddia ediliyorsa bu iddianın ispat edilmesi gerekir. Yine bu durumdaki bir kişinin korkutulduğu iddia ediliyorsa onda ölüme bağlı tasarrufu yapmadığı takdirde belirli bir tehlikeye maruz kalacağı inancının yaratıldığının ispatı gerekir. Oysaki davacı vekili, meseleye bu açıdan bakıldığında, zorlamanın veya korkutmanın mevcudiyetine delalet edecek hiçbir maddi vakıadan söz etmemektedir. Davacı vekili, bilakis, vasiyetnamenin müvekkilinin evliliğini sona erdirmesi bakımından bir baskı aracı olarak kullanıldığını iddia etmektedir. Bir vasiyetnamenin iptali için böyle bir iddianın yeterli olması mümkün değildir.

 

II. Murisin, baskı ve zorlama altında yaptığı iddia edilen vasiyetnamesinden sağlığında dönmemiş olması, davacının iptal davasını etkiler mi?

12. Bir kişi, zorlanarak ya da korkutularak kendisinden istenilen ölüme bağlı tasarrufu gerçekleştirdikten sonra hayatın doğal akışında olayların büyük çoğunluğunda korkutma ve zorlamanın etkisinden kurtulur. Eğer kişi, hâl böyle olmasına rağmen, yani korkutmanın etkisinden kurtulmasına rağmen korkutmanın ve zorlamanın etkisinden kurtulmasından itibaren bir yıl içinde ölmemiş ve bu bir yıllık süre içinde de ölüme bağlı tasarrufundan dönmemiş ise - ki TMK m. 542 uyarınca muris resmi vasiyetnamesinden kanunda öngörülen vasiyetname şekillerinden herhangi birine uyarak, örneğin el yazılı vasiyetname yaparak dahi dönebilir - onun ölümünden sonra mirasçıları vasiyetnamenin iptalini dava edemezler. Zira TMK m. 504 / f. 1 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Mirasbırakanın yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruf geçersizdir. Ancak, mirasbırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır.”

13. Somut uyuşmazlıkta bir an için murisin korkutulduğunu veya zorlandığını varsayalım. Muris vasiyetnamesini 20.07.2012 tarihinde yapmıştır. Bu tarihten yaklaşık 1 yıl, 5 ay sonra 02.01.2014 tarihinde vefat etmiştir. Yani murisin zorlama veya korkutmanın etkisinden kurtulduğu tarihten itibaren ölümüne kadar bir yıldan daha uzun bir süre geçmiştir ve muris bu süre içinde vasiyetnamesinden dönmemiştir. O hâlde, davacının açtığı iptal davasının TMK m. 504 / f. 1 gereğince reddi gerekir.

14. TMK m. 504 / f. 1’in bu düzenlemesi karşısında, davacının iptal davasının kabul edilebilmesi için öncelikle murisin eşi ve oğlu tarafından zorlamaya veya korkutmaya maruz bırakıldığı yönündeki iddialarını ispat etmesi; ardından da murisin kendisinden istenen vasiyetnameyi yapmasına rağmen ölümüne kadar yaklaşık 17 ay boyunca sürekli olarak bu korkutma ve zorlamanın etkisinde kalmaya devam ettiğini ispatlaması gerekir.

15. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun T: 14.04.1993, E: 1993 / 2 - 36, K: 1993 / 158 sayılı kararında da aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(2) :

“… Dava, Noterlikte düzenlenen, 14.04.1987 gün 21759 yevmiye numaralı vasiyetnamenin, daha sonra yapılan, sözlü vasiyet ile geçersiz hale getirildiği ve ayrıca iradeyi bozucu sebeplerle illetli olduğu iddiasıyla, iptali istemine ilişkindir.

Gerçekten M.K.451. maddesinde (MK. 504); hata, hile, tehdit veya cebir tesiri altında yapılan ölüme bağlı tasarrufların, batıl olduğu vurgulandıktan sonra, tasarrufları yapan kimsenin hataya ve hileye vakıf olduğu, yahut tehdit veya cebrin tesirinden kurtulduğu tarihten itibaren bir sene içerisinde rücu etmediği takdirde bu tasarrufların sahih addolunacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, tüm dosya içeriğine göre miras bırakanın vasiyetnamenin düzenlendiği tarihte iradeyi bozucu bir sebebin etkisi altında bulunduğu, düzenlemeden sonra da bu etkinin sürdüğü, kanıtlanabilmiş değildir …”

 

III. Murisin vasiyetnamesinin iptali için açılacak dava, hak düşürücü süreye tabi midir?

16. Bir an için davacının, murisin vasiyetnameyi yaparken korkutulduğu veya zorlandığı yönündeki iddialarını ispat ettiğini, ardından da murisin ölünceye kadar bu zorlama veya korkutmanın etkisinden kurtulamadığını ispat ettiğini varsayalım. Bu ihtimali ele almak için TMK m. 559 hükmünü incelemek gerekir.

17. Türk Medenî Kanunu’nun ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin hükümleri arasında yer alan ve “Hak düşürücü süreler” kenar başlığını taşıyan 559. maddesinin 1. fıkrası şu şekilde kaleme alınmıştır:

“İptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyiniyetli davalılara karşı on yıl, iyiniyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşer.”

18. Hükmün bu düzenlemesine göre ölüme bağlı tasarrufların iptali davası hak düşürücü sürelere tabidir. TMK m. 559’da iptal davası için bir, on ve yirmi yıllık süreler öngörülmüştür. Somut olaydaki iptal davasının tabi olduğu hak düşürücü sürenin ne kadar olduğu ve bu sürenin dolup dolmadığı hemen aşağıda ayrı bir soru altında ele alınacaktır. Şimdilik sadece şu kadarına işaret etmekle yetinelim; doktrinde Dural / Öz’ün de isabetle belirttiği üzere(3) :

“… Ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin davanın MK 559’da öngörülmüş olan hak düşürücü süreler içinde açılması gerekir. Bu süreler geçirilirse artık iptal davası açılamaz ve ölüme bağlı tasarruf işlemi sakat olmaktan kurtulur ve dolayısıyla da ifası gerekir. …”

 

IV. Eğer iptal davası hak düşürücü süreye tabi ise somut uyuşmazlıkta bu süre ne kadardır ve dolmuş mudur?

19. Somut olayda uygulama alanı bulacak olan hak düşürücü süre, bir yıllık hak düşürücü süredir. Bu bir yıllık süre, davacının ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrenmesinden itibaren işlemeye başlamaktadır. Somut olayda davacı için bu bir yıllık hak düşürücü sürenin vasiyetnamenin açılması ve okunması için yapılan duruşmadan itibaren başladığı sonucuna varılması kaçınılmazdır. Zira söz konusu vasiyetname Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde 27.02.2014 tarihinde açılarak okunmuştur. Bu duruşmaya dava dışı eş ve davalı vekilinin yanı sıra, davacının vekili de katılmış ve bu suretle davacı ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahipliğini duruşmanın yapıldığı tarihte yani 27.02.2014 tarihinde öğrenmiştir.

20. O hâlde, davacı bakımından iptal davası açmak için sahip olduğu hak düşürücü süre, vasiyetnamenin açıldığı gün olan 27.02.2014 tarihinden itibaren başlamış ve bir yılın geçmesi ile birlikte dolmuştur. Bu nedenle davacı yanca 16.02.2019 tarihinde açılan huzurdaki iptal davasının reddi gerekir.

21. Doktrinde İmre / Erman da konuya ilişkin olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(4) :

“… Vasiyetnamenin açılması ise, sulh hâkiminin ilgilileri davet ederek onların önünde vasiyetnameyi açması ve içindekileri onlara okumasıdır. Böyle bir halde, vasiyetnamenin açılmasında hazır bulunan ilgili, aynı zamanda, iptal sebebini de böylece öğrenirse bunlar hakkında bir yıllık hak düşürücü süre o günden itibaren işlemek gerekir. …”

22. Bu noktada her türlü tereddüdü engellemek için iki soruya daha işaret etmek gerekir. Birinci soru şudur: Acaba somut uyuşmazlıkta on yıllık veya yirmi yıllık hak düşürücü sürelerin uygulama alanı bulması mümkün müdür? Bu sorunun yanıtı kesin olarak olumsuzdur. Somut uyuşmazlıkta on yıllık veya yirmi yıllık sürelerin uygulanması mümkün değildir zira bu gibi sürelerin uygulanabilmesi için davacının ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrenememiş olması gerekir. Oysaki davacı vasiyetnamenin açılması duruşmasında hak sahibi olduğunu ve vasiyetnamenin iptal sebebini öğrenmiştir. Dolayısıyla somut uyuşmazlıkta ancak bir yıllık sürenin uygulanması mümkündür.

23. Her türlü tereddüdü önlemek bakımından üzerinde durulması gereken ikinci soru da şudur: Acaba davacının vasiyetnamenin açılması ve okunması duruşmasında bizzat bulunmamış olması duruşmada sadece vekilinin bulunması bir yıllık hak düşürücü sürenin işlemesine engel olur mu? Bu sorunun da yanıtı olumsuzdur. Davacının vasiyetnamenin açıldığı ve okunduğu duruşmada bizzat bulunmamış olması onun hakkında bir yıllık sürenin başlamasına engel olmaz. Zira “bilgide temsil” olgusu buna mâni olur. Bilindiği üzere “bilgide temsil”in anlamı şudur(5) ; temsilcinin (somut olayda davacının avukatının, yani vekilinin) bildiği veya bilmek zorunda olduğu hususlar temsil olunana yani bizzat davacıya isnat olunur.

 

V. Eğer iptal davasının açılması için uyulması gereken süre dolmuş ise hâkim sürenin geçtiğini görevinden ötürü dikkate almak zorunda mıdır?

24. Hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu hâkim tarafından re’sen yani görevinden ötürü dikkate alınmalıdır. Nitekim doktrinde Dural / Sarı bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(6) :

“… Hak düşürücü sürenin geçmesi, hakkı sona erdiren bir durum olduğu için, bunun savunma olarak ileri sürülmesi bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle, ilgili taraf ileri sürmemiş olsa dahi, dava dosyası kapsamında hak düşürücü sürenin geçtiğini tespit eden hâkim bunu kendiliğinden (re’sen) dikkate almak zorundadır. …”

 

VI. Murisin mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (cezai ıskat) tasarrufu geçerli midir?

1. Mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (cezai ıskat) ne demektir?

25. Davacı, murisin 20.07.2012 tarihli vasiyetnamesindeki mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma işleminin, böyle bir ölüme bağlı tasarrufun geçerli olması için gerekli şartların gerçekleşmemesi sebebiyle iptal edilmesi gerektiğini iddia etmektedir. O hâlde, her şeyden önce mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma, kısaca çıkarma (ıskat) kavramından ne anlaşılması gerektiğini ve böyle bir ölüme bağlı tasarrufun yapılabilmesi için gerçekleşmesi gereken şartların neler olduğunu incelemek yerinde olacaktır. Bu bilgilerin verilmesinin ardından somut olayda murisin ıskat tasarrufunun geçerli olup olmadığını ele alacağız.

26. Mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarma (cezai ıskat) ya da kısaca mirasçılıktan çıkarma (mirastan ıskat) doktrinde İmre ve Erman’ın da isabetle belirttiği üzere(7) ; mirasbırakanın bir ölüme bağlı tasarrufla saklı paylı mirasçısını saklı payından yoksun bırakacak şekilde mirasından uzaklaştırmasıdır. Mirasbırakanın saklı paylı mirasçı sıfatına sahip olmayan bir mirasçısını mirasından uzaklaştırmak için mirasçılıktan çıkarma işlemi yapmasına gerek yoktur. Zira mirasbırakanın, saklı payı olmayan bir mirasçısının miras payı üzerinde dilediği şekilde ölüme bağlı tasarrufta bulunması mümkündür.

27. Aynı şekilde mirasbırakanın saklı paylı mirasçısının saklı payı dışında kalan miras payı üzerinde de dilediği şekilde ölüme bağlı tasarrufta bulunması mümkündür. Bu nedenle mirasbırakanın, saklı paylı bir mirasçısını, miras payının saklı payını aşan kısmından yoksun bırakması için de ayrıca bir mirasçılıktan çıkarma işlemi yapması gerekmez.

 

2. Mirasçılıktan cezalandırıcı çıkarmanın (cezai ıskatın) şartları nelerdir?

28. Geçerli bir mirasçılıktan çıkarma tasarrufundan bahsedilebilmesi için; her şeyden önce murisin buna ilişkin bir ölüme bağlı tasarrufunun bulunması, bu tasarrufunda TMK m. 510’da sınırlı sayıda öngörülen ıskat sebeplerinden birine dayanması, ölüme bağlı tasarrufunda ıskat sebeplerini somut olarak göstermesi, murisin somut olarak gösterdiği ıskat sebebinin subjektif (bizzat muris açısından) ve objektif bakımdan (orta zekada normal bir insan açısından) saklı paylı mirasçının mirastan ıskatını haklı kılması ve son olarak da ıskat edilen saklı paylı mirasçının kendisine isnat edilen eylemleri gerçekleştirirken kusurlu olması gerekir.

 

3. Somut olayda bu şartlar gerçekleşmiş midir?

29. Somut olayda, muris tarafından 20.07.2012 tarihli bir resmi vasiyetname bir diğer söyleyişle tek taraflı bir ölüme bağlı tasarruf yapılmıştır. Muris tarafından düzenlenen bu resmi vasiyetname, TMK m. 532 ila m. 537’de öngörülen kurallara uygun bir şekilde, iki tanığın şahitliğinde ve resmi memur niteliğini haiz olan noter tarafından düzenlenmiş geçerli bir resmi vasiyetnamedir. Zira Türk Medenî Kanunu’nun “Resmi Vasiyetname” kenar başlığını taşıyan 532. maddesi aynen şu şekildedir:

“Resmi vasiyetname, iki tanığın katılmasıyla resmi memur tarafından düzenlenir.

Resmi memur, sulh hâkimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli olabilir.”

30. O hâlde ortada geçerli bir vasiyetname bulunduğuna göre ıskatın ikinci şartının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmak gerekir. Türk Medenî Kanunu’nun 512. maddesinin 1. fıkrasına göre:

“Mirasçılıktan çıkarma, mirasbırakan ancak, buna ilişkin tasarrufunda çıkarma sebebini belirtmişse geçerlidir.”

31. Görüldüğü üzere mirasçılıktan çıkarma işleminin geçerli olması için murisin ıskat sebeplerini ölüme bağlı tasarrufunda açıkça belirtmiş olması gerekir. Nitekim doktrinde Dural / Öz ıskat tasarrufuna ilişkin bu şart bakımından aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(8) :

“… Mirasçılıktan çıkarmanın geçerli olması, sebebinin mirasçılıktan çıkarmaya ilişkin tasarrufta gösterilmiş olmasına bağlıdır (MK 512 / I). Aksi halde, mirastan uzaklaştırılan kişi, tenkis davası açarak, saklı payını alır (MK 512 / III). Kanunun bunu aramasının sebebi, dava açılması halinde, hâkime mirasçılıktan çıkarmanın haklılığının tespit edilmesi imkânının temin edilmesidir. Sebep bu olunca da, mirasbırakanın genel ifadeler kullanması, mirasçılıktan çıkarma sebebinin gösterilmiş sayılması için yeterli olmayacaktır. Somut olayların gösterilmesi gerekir. …”

32. Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında murisin, dava konusu vasiyetnamesinde aynen şu açıklamalarda bulunduğu görülmektedir:

“… Bir müddettir kanser tedavisi görmekteyim. Uzun ağır ve yorucu bir süreç olan bu dönemde, Kızım … T. C. Kimlik No.lu N. M. benimle hiç ilgilenmemiştir. Acılar içinde kıvranırken ve onun bakımı ile şefkatine muhtaç iken beni yalnız bırakmış, aynı evde yaşamamıza rağmen günlerce odasından çıkmamış, bana bir bardak su bile vermemiştir. Bizimle aynı sofraya oturmamış, kendi yiyeceği yemeğini ayrı olarak yaparak yalnız başına odasında yemiştir. Defalarca, bana “ölürsen öl, ben henüz çok gencim senin için hayatımı zehir edemem, gezip eğlenmek, arkadaşlarımla olmak, kendi hayatımı yaşamak istiyorum” demiştir. … kızım babasının üzerine yürümüş “Sizin yüzünüzü bile görmek istemiyorum. Hiçbir şeyinizle ilgilenmeyeceğim soyadınız dahil olmak üzere hiçbir şeyinizi de istemiyorum. … Çapulcu takımındaki insanlar bile sizden daha iyi anne baba olur. Sıkıntılarınızı çekmek istemiyorum henüz çok gencim o kadına söyle hiçbir şeyi beni ilgilendirmiyor. Sizin dertlerinizle dertlenemem. Ben gencim hayatımı yaşamak istiyorum” şeklinde cevap vermiştir. Kızımın bu davranışı beni ve babasını son derece üzmüş olup, o gün eşimin kalp krizi geçirmesinden korktum. Devam eden günlerde de kızım defalarca bana ve babasına sık sık “Sizin gibi anne baba olmaz olsun, hiçbir sorununuz beni ilgilendirmiyor. Hastalığın beni ilgilendirmiyor, geberirsen geber” şeklinde ifadelerde bulunmuştur. … Yaklaşık 11 ay boyunca evin içinde terör estiren, koridorda karşılaştığımızda bile selam vermeyen, yaşadığım sancı ataklarındaki ağlamalarım ve feryatlarıma aldırış etmeyerek odasından çıkmayan kızım en son 17.05.2012 günü, geçirdiğim ağır ameliyattan dolayı o büyük bir ağrı krizine yakalandığımda, kızıma ağlayarak beni tuvalete götürmesi için yalvardım. Ağrılarımdan dolayı çektiğim acıya tanık olmasına rağmen kızım beni tuvalete bile götürmemiş, dirseklerim üzerinde sürünerek tuvalete gitmem karşısında bile odasından çıkmamıştır. … kızım teyzelerinin konuşmasına bile fırsat vermeden “ne hali varsa görsün, hastalanırken bana mı sordu, hastalığı da acıları da beni zerre kadar ilgilendirmiyor, geberirse gebersin” şeklinde teyzelerine bağırmış ve hiçbir şey söylemeden evi terk etmiştir. … Hastalığımın boyutundan ve hastalık nedeniyle çektiğim acılardan haberdar olan kızımın bu halimi umursamadan ve bize haber vermeden evlenmesi, bize hiçbir evlatlık görevini yerine getirmemesi bir anne olarak ruhumda onulmaz yaralar açmıştır. Kızımın bu davranışlarına teyzeleri, amcası, babası ve kardeşi şahittir. Hastalığımdan haberdar olan kızımın bana bakmaması, hakaret etmesi açıkça canıma kast etmektir. … Yukarıda arz ve izah ettiğim nedenlerden dolayı … T. C. Kimlik No.lu N. M.’yi mirasımdan ıskat ettiğimi, saklı payı ile birlikte mirasçılığımdan çıkardığımı, hiçbir şekilde bana mirasçı olmamasını istediğimi ve … T. C. Kimlik No.lu N. M.’nin payını oğlum A. C. M.’ye bıraktığımı beyan ve vasiyet ediyorum. Vefatım halinde, terekeden N. M.’nin hissesine düşecek olan menkul ve gayrimenkul mallar, nakit para vs. tamamını A. C. M.’ye (T.C. Kimlik No …) bıraktığımı gayrikabili rücu olarak vasiyet ediyorum. …”

33. Görüldüğü üzere mirasbırakanın ölüme bağlı tasarrufundaki ıskat işleminin nedenlerini açıklarken ıskat sebeplerini, genel geçer bir biçimde değil, tam tersine tüm detaylarıyla teker teker somutlaştırarak açıklamış ardından da kendisine karşı belirttiği aktif ve pasif eylemlerde bulunan, belirttiği sözleri sarf eden davacı kızını, mirasından ıskat ettiğini, mirasçılıktan çıkardığını açıklamıştır. Dolayısıyla murisin ıskat tasarrufunun geçerli olması için gereken ikinci şart da yani murisin ıskat tasarrufunda ıskat sebeplerini açıkça somut olarak zikretmesi ve bu sebeplere dayanarak ıskat iradesini ortaya koyması gerektiği yönündeki şart da gerçekleşmiştir.

34. O hâlde murisin ıskat tasarrufunun geçerli olması için var olması gereken üçüncü şartın mevcut olup olmadığını irdelemek gerekir. Türk Medenî Kanunu’nun “Mirasçılıktan çıkarma” kenar başlığını taşıyan 510. maddesi aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Aşağıdaki durumlarda mirasbırakan, ölüme bağlı bir tasarrufla saklı paylı mirasçısını mirasçılıktan çıkarabilir:

1. Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,

2. Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse.”

35. Bu noktada, murisin ıskat tasarrufunun geçerli olup olmadığını belirlemek bakımından murisin ıskat ettiği kızına isnat ettiği aktif ve pasif eylemlerin ve sarf ettiğini belirttiği sözlerin TMK m. 510 / b. 2’de zikredilen “mirasçı, mirasbırakana karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse” şartı bakımından irdelenmesi gerekir.

36. Doktrinde meseleyi konuya ilişkin monografik çalışmasında ele alan Yağcı, aile hukukundan doğan yükümlülükler ve bunların ihlali ile ilgili olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(9) :

“… Ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler (MK m. 322).

… Destekleme (yardım etme) yükümlülüğü, anne-baba ve çocukların birbirlerini gerek ahlaken ve ruhsal açıdan gerekse parasal, aynî ya da hizmet olarak maddi açıdan desteklemek ve birbirlerine anlayış göstermekle yükümlü olmalarını ifade eder. Gereken durumlarda kendisinden talep edilmesine rağmen söz konusu aile üyelerinin gerekli maddi ya da manevi yardımı göstermekte ihmal göstermesi mirasçılıktan çıkarmaya konu olabilir. …

Saygı ve anlayış gösterme yükümlülüğü bir yanıyla, aile içi ilişkilerde aile birliğinin gerektirdiği hassasiyeti ve davranışlarda özenli ve dikkatli olmayı gerekli kılar. ... Özellikle onur kırıcı davranışlarda bulunmak, aile içerisinde hakaret içeren ağır sözler sarf etmek ve fiziksel şiddet kullanmak karşılıklı saygı yükümlülüğünün ihlal edilmesine yol açar. …”

37. Yazar, bu açıklamaları yaparken özellikle aile bireylerinin yani anne, baba ve çocukların birbirlerini destekleme yükümlülüğü için aynen şu örneği vermiştir(10) :

“… Örneğin söz konusu kişiler hastalık halinde birbirlerine maddi ve manevi destek vermek zorundadırlar. …”

38. Bu açıklamalar çerçevesinde TMK m. 322 uyarınca ana, baba ve çocuğun ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermekle yükümlü oldukları açıktır. O hâlde bu yükümlülüklerin önemli ölçüde ihlali mirasçılıktan çıkartma sebebi olabilir.

39. Nitekim doktrinde Dural / Öz de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(11) :

“… Daha genel bir hüküm ise MK 322’de vardır. Ana baba ve çocuğun, aile çıkarlarının gerektirdiği ölçüde, karşılıklı olarak yardım ve saygı göstermelerini öngören bu hükme aykırı davranış, mirasçılıktan çıkarma sebebi olur. …”

40. O hâlde bu yükümlülüklerin “önemli ölçüde” ihlal edilip edilmediğini irdelemek gerekir. Doktrinde Dural / Öz, aile hukukundan doğan yükümlülüklerin “önemli ölçüde” ihlal edilip edilmediğinin şu şekilde ele alınması gerektiğini belirtmişlerdir(12) :

“… Mirasçılıktan çıkarma için görevin önemli ölçüde (ağır) ihlal edilmiş olması gerekir. …

burada da, aile hukukundan doğan görevin önemli ölçüdeki ihlalinin, mirasçılıktan çıkarma sebebi olabilmesi … objektif ve sübjektif unsurların bulunmasına bağlıdır. Daha açık bir deyişle, fiil, önce objektif olarak aile bağlarını koparacak nitelikte olmalıdır. Fakat daha da önemlisi, görevi ihlal eden fiilin sübjektif olarak da aile bağını koparmış olması gerekir. Örneğin, mirasbırakanın çocuğunun, onun istemediği bir kimse ile evlenmesi ya da ona aykırı bir siyasi görüşe sahip olması, objektif olarak aile bağını koparacak nitelikte fiiller değildir.

Bu konuda uygulamaya bir göz atacak olursak; 2. HD. 9.1.1948 tarih ve 4478 / 151 sayılı kararında, ağır hasta ve bakıma muhtaç babasına bakmayan, zevk ve eğlence içinde kendi hayatına devam eden çocuğun mirasçılıktan çıkartılabileceği kabul edilmiştir. …”

41. Yine meseleyi konuya ilişkin monografik çalışmasında ele alan Yağcı da aile hukukundan doğan yükümlülüklerin önemli ölçüde ihlal edilip edilmediği bir diğer söyleşiyle fiilin aile bağlarını koparıcı ağırlıkta olup olmadığı hususunda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(13) :

“Aile bağını koparıcı ağırlık unsurunun belirlenmesinde iki temel ölçüt ortaya konulmuştur. Bunlardan ilki, fiilin somut olayda aile bağını koparmış olmasıdır (sübjektif ölçüt). İkincisi ise fiilin aile bağını koparacak güçte görülmesidir (objektif ölçüt). Olayda her iki ölçütün de gerçekleşmiş olması zorunludur. O halde fiilin ağır olup olmadığını takdir edecek olan hâkim, fiilin somut olayda aile bağlarını gerçekten koparıp koparmadığını ve fiilin aile bağlarını koparacak nitelikte olup olmadığını takdir etmek zorundadır. Ancak her iki ölçütün de bir arada varlığı halinde, … aile hukuku yükümlülüğüne aykırılık “önemli ölçüde” kabul edilir.

Maruz kalınan fiilin sarsıcı boyutu, mirasbırakanın çıkarılana karşı içinde taşıdığı sevgi, saygı, şefkat vb. duygularla örülü aile bağını ağır derecede tahrip etmiş ve böylelikle mirasbırakan derinden yaralanmış ya da sarsılmış olmalıdır. … İşte mirasbırakanın bu psikolojik etkilenmesi, mirasçılıktan çıkarmayı haklı kılacak sübjektif anlamdaki ağırlığı ortaya koymaktadır.

… Kanımızca objektif ölçüte göre aile bağının kopması bakımından, … şayet ortalama insan, mirasbırakanın yerinde olsaydı yaşanan kötü olay nedeniyle mirasbırakanın derinden sarsılmasını haklı görebilecek idi ise, fiilin aile bağlarını koparıcı nitelikte olduğu sonucuna varılmak gerekir. …”

42. Bütün bu açıklamalardan sonra somut uyuşmazlıkta ıskat edilen mirasçının annesine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde ihlal edip etmediğini ele almamız gerekir. Bunun için de mirasbırakanın ölüme bağlı tasarrufundaki açıklamalarını kısaca tekrar zikretmemiz gerekir.

43. Murisin bu konudaki sözleri aynen şu şekildedir:

“Bir müddettir kanser tedavisi görmekteyim. Uzun ağır ve yorucu bir süreç olan bu dönemde, Kızım … benimle hiç ilgilenmemiştir.

Acılar içinde kıvranırken ve onun bakımı ile şefkatine muhtaç iken beni yalnız bırakmış, aynı evde yaşamamıza rağmen günlerce odasından çıkmamış, bana bir bardak su bile vermemiştir.

Bizimle aynı sofraya oturmamış, kendi yiyeceği yemeğini ayrı olarak yaparak yalnız başına odasında yemiştir.

Defalarca, bana “ölürsen öl, ben henüz çok gencim senin için hayatımı zehir edemem, gezip eğlenmek, arkadaşlarımla olmak, kendi hayatımı yaşamak istiyorum” demiştir. …

kızım babasının üzerine yürümüş “Sizin yüzünüzü bile görmek istemiyorum. Hiçbir şeyinizle ilgilenmeyeceğim soyadınız dahil olmak üzere hiçbir şeyinizi de istemiyorum. … Çapulcu takımındaki insanlar bile sizden daha iyi anne baba olur. Sıkıntılarınızı çekmek istemiyorum henüz çok gencim o kadına söyle hiçbir şeyi beni ilgilendirmiyor. Sizin dertlerinizle dertlenemem. Ben gencim hayatımı yaşamak istiyorum” şeklinde cevap vermiştir.

Kızımın bu davranışı beni ve babasını son derece üzmüş olup, o gün eşimin kalp krizi geçirmesinden korktum. Devam eden günlerde de kızım defalarca bana ve babasına sık sık “Sizin gibi anne baba olmaz olsun, hiçbir sorununuz beni ilgilendirmiyor. Hastalığın beni ilgilendirmiyor, geberirsen geber” şeklinde ifadelerde bulunmuştur. …

Yaklaşık 11 ay boyunca evin içinde terör estiren, koridorda karşılaştığımızda bile selam vermeyen, yaşadığım sancı ataklarındaki ağlamalarım ve feryatlarıma aldırış etmeyerek odasından çıkmayan kızım en son 17.05.2012 günü, geçirdiğim ağır ameliyattan dolayı o büyük bir ağrı krizine yakalandığımda, kızıma ağlayarak beni tuvalete götürmesi için yalvardım.

Ağrılarımdan dolayı çektiğim acıya tanık olmasına rağmen kızım beni tuvalete bile götürmemiş, dirseklerim üzerinde sürünerek tuvalete gitmem karşısında bile odasından çıkmamıştır. … kızım teyzelerinin konuşmasına bile fırsat vermeden “ne hali varsa görsün, hastalanırken bana mı sordu, hastalığı da acıları da beni zerre kadar ilgilendirmiyor, geberirse gebersin” şeklinde teyzelerine bağırmış ve hiçbir şey söylemeden evi terk etmiştir. …

Hastalığımın boyutundan ve hastalık nedeniyle çektiğim acılardan haberdar olan kızımın bu halimi umursamadan ve bize haber vermeden evlenmesi, bize hiçbir evlatlık görevini yerine getirmemesi bir anne olarak ruhumda onulmaz yaralar açmıştır. Kızımın bu davranışlarına teyzeleri, amcası, babası ve kardeşi şahittir. Hastalığımdan haberdar olan kızımın bana bakmaması, hakaret etmesi açıkça canıma kast etmektir. …”

44. Murisin bütün bu açıklamaları kızının ona karşı hastalığı süresince aile hukukundan doğan destek olma, yardım etme, saygı gösterme ve anlayış gösterme yükümlülüğünü ihlal ettiğini ortaya koymaktadır. Murisin kızının bütün bu davranışlarının, sözlerinin ve yardım etmeyerek pasif eylemlerde bulunmasının muris bakımından subjektif olarak aile hukukundan doğan yükümlülüklerin ağır ihlali olarak değerlendirildiği hususunda hiçbir şüphe yoktur. Zira muris vasiyetnamesinde yaptığı açıklamalarla maruz kaldığı fiillerin sarsıcı boyutunu, mirasından çıkardığı kızının eylemlerinin ona karşı içinde taşıdığı sevgi, saygı, şefkat vb. duygularla örülü aile bağını ağır derecede tahrip ettiğini ve böylelikle derinden yaralandığını ve sarsıldığını ortaya koymuştur.

45. O hâlde bu noktada murisin kızına isnat ettiği sözlerin ve aktif ve pasif eylemlerin objektif olarak da yani orta zekâdaki normal bir insan bakımından da aile hukukundan doğan ödevlerin önemli ölçüde ihlal edilmesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini, bir diğer söyleyişle aile bağlarını objektif olarak kopartacak nitelikte olup olmadığını irdelemek gerekir.

46. Kanımızca, her orta zekâdaki normal insan, bir evladın ağır hatta somut olaydaki gibi ölümcül bir hastalığa yakalanan annesine gereken şefkati, ilgiyi, anlayışı göstermemesini, günlük ihtiyaçları için ona gereken desteği vermemesini, gerektiğinde yemeğini yemesi, ilacını içmesi, suyunu içmesi, yıkanması, tuvalete gitmesi için yardım etmemesini aile hukukundan doğan ödevlerin ağır ihlali yani önemli ölçüde ihlali olarak görür.

47. Türk aile yapısında çocukların anne ve babalarına onların ağır hastalıkları özellikle de ölümcül hastalıkları sırasında gereken desteği vermemeleri objektif olarak çocuklar ile anne babalar arasındaki aile bağlarını koparacak bir durumdur. Ayrıca ülkemizde ölümcül bir hastalığa yakalanan anneye genellikle erkek evladından çok kız evladının yardım edeceği düşünülür.

48. Tüm bu açıklamalardan ıskat tasarrufunun geçerli olması için gerçekleşmesi gereken son şartın gerçekleşip gerçekleşmediğini ele almak gerekir. Iskat tasarrufunun geçerli olması için ıskat edilenin aile hukukundan doğan yükümlülüklerin önemli ölçüde ihlalinde kusurlu olması şarttır.

49. Nitekim doktrinde Dural / Öz’ün de isabetle belirttiği üzere(14) :

“… Iskat sebebi olabilmesi için, aile hukukundan doğan görevin ihlali kusurlu olmalıdır. …”

50. Somut olayda davacının, kendisine isnat edilen sözleri sarf ederken veya kendisine isnat edilen pasif eylemleri gerçekleştirirken yani annesine yardım etmesi gerekirken hareketsiz kalırken kendisinin kusursuz olduğuna (örneğin ayırt etme gücünden yoksun olduğuna) dair hiçbir iddiası bulunmadığı gibi, annesinin hastalığı sırasında ona yardım edemeyecek bir durumda bulunduğuna dair de (örneğin kendisinin ağır hasta olduğu, tutuklu veya gözaltında bulunduğu veya kaçırılmış olduğu, fevkalade hâller veya mücbir sebepler nedeniyle annesine yardım etmesinin mümkün olmadığı, vb.) hiçbir iddiası bulunmamaktadır. Dolayısıyla davacının kendisine isnat edilen eylemleri gerçekleştirirken kusurlu olduğu sonucuna varılması gerekir.

51. Biz bütün bu açıklamalar ışığında, somut olayda; ıskat tasarrufundan yararlananların bu tasarruftaki sebeplerin gerçek olduğuna dair ispat külfetini yerine getirmeleri şartıyla (TMK m. 512 / f. 2); ölümcül hastalığa yakalanan murisin hastalığı sırasında kendisine gereken sevgiyi, ilgiyi, şefkati, anlayışı göstermeyen, gereken yardım ve desteği vermeyen ve kendisine karşı oldukça ağır sözler sarf eden kızını mirasından uzaklaştırmasını haklı buluyoruz. Zira davacı kızın söylediği iddia olunan şu sözleri “… ölürsen öl, ben henüz çok gencim senin için hayatımı zehir edemem, gezip eğlenmek, arkadaşlarımla olmak, kendi hayatımı yaşamak istiyorum … Sizin yüzünüzü bile görmek istemiyorum. Hiçbir şeyinizle ilgilenmeyeceğim soyadınız dahil olmak üzere hiçbir şeyinizi de istemiyorum. … Çapulcu takımındaki insanlar bile sizden daha iyi anne baba olur. Sıkıntılarınızı çekmek istemiyorum henüz çok gencim o kadına söyle hiçbir şeyi beni ilgilendirmiyor. Sizin dertlerinizle dertlenemem. Ben gencim hayatımı yaşamak istiyorum … Sizin gibi anne baba olmaz olsun, hiçbir sorununuz beni ilgilendirmiyor. Hastalığın beni ilgilendirmiyor, geberirsen geber … ne hali varsa görsün, hastalanırken bana mı sordu, hastalığı da acıları da beni zerre kadar ilgilendirmiyor, geberirse gebersin …” ve davacı kızın, annesine yardım edebilecek durumdayken ve kendisinden talep edilmesine rağmen ona hastalığında destek olması gerekirken bu konuda tam manasıyla hareketsiz kaldığı iddiaları somut olaydaki ıskatı haklı kılar.

52. Tekrar vurgulayacak olursak, TMK m. 322, çocukların anne ve babalarına karşı sevgi, ilgi, saygı ve anlayış göstermekle ve gerektiğinde maddi manevi olarak yardım etmekle yükümlü olduklarını öngörmektedir. Oysaki murisin beyanlarına göre davacı, ölümcül hastalığı sırasında annesine ne yardım etmiş ne saygı ne de anlayış göstermiştir. O hâlde murisin beyanlarına göre davacı, ölümcül hastalığa yakalanan annesine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini hem objektif hem de subjektif açıdan önemli ölçüde ihlal etmiştir. Ayrıca ıskat edilen davacı kendisine isnat edilen eylemleri gerçekleştirirken kusursuz olduğunu ispat edememiştir. Dolayısıyla murisin beyanlarına göre, murisin, davacı kızını, TMK m. 510 / b. 2 hükmüne dayanarak, mirasçılıktan çıkarması haklıdır ve geçerlidir. Böyle bir ıskat tasarrufunun iptali mümkün olamaz; meğer ki ıskat tasarrufundan yararlanan davalı murisin belirttiği ıskat sebeplerinin varlığını ispat edemesin (TMK m. 512 / f. 2).

 

VII. Davacının, murisin ıskat tasarrufunun ıskat sebeplerinin doğru olmadığı ya da yeterli olmadığı iddiası ile açtığı davada talebinin üst sınırı ne olabilir?

53. Davacı; murisin mirasçılıktan çıkarma (ıskat) tasarrufunun ıskat sebeplerinin gerçek olmadığı ya da ıskat tasarrufu için yeterli olmadığı iddiası ile açtığı iptal davasında, davası kabul edilecek olursa, murise ancak saklı payı oranında mirasçı olabilir. Bir diğer söyleyişle bu gibi iddialarla açılan dava (özünde) bir tenkis davasıdır. Zira TMK m. 512 / f. 3 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“… Sebebin varlığı ispat edilememiş veya çıkarma sebebi tasarrufta belirtilmemişse tasarruf, mirasçının saklı payı dışında yerine getirilir; ancak, mirasbırakan bu tasarrufu çıkarma sebebi hakkında düştüğü açık bir yanılma yüzünden yapmışsa, çıkarma geçersiz olur. …”

54. Açılan davanın özünde tenkis davası niteliğinde olduğunun kabulünün temeli şudur. Bu gibi hâllerde mirasbırakan saklı paylı mirasçısı hakkında ıskat tasarrufunda bulunduğuna göre, ıskat edilen saklı paylı mirasçısı, mirasbırakanın ölümünden sonra, bu ıskat tasarrufunu iptal ettirecek dahi olsa, mirasbırakanın onun yine de saklı payı ile yetinmesini isteyeceği varsayılır. Nitekim doktrinde Dural / Öz de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(15) :

“… Bu hallerde tenkis davasının açılmasının sebebi, çıkarma tasarrufunda bulunan mirasbırakanın, her şeye rağmen mirasçılıktan çıkardığı kişinin, saklı payı ile yetinmesini istemeye yönelik bir (mefruz) iradesinin varlığının kabul edilmesidir. …”

 

VIII. Bu dava hak düşürücü süreye tabi midir?

55. Iskat tasarrufunun iptaline ilişkin dava özünde bir tenkis davasıdır. Bu nedenle bu davaya da tenkis davasına ilişkin hükümlerin kıyasen uygulanması kaçınılmazdır. Nitekim doktrinde İmre / Erman da bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(16) :

“… Mirastan ıskat olunan mirasçının buradaki talep ve dava hakkı, tenkis talep ve davasına yakınlık göstermektedir. Çünkü, ıskatın iptali ile, mirasçı yalnız saklı payını elde edecektir. Bu sebeple, tenkis davası hakkındaki kanun hükümleri, kıyas yolu ile, ıskatın iptali talep ve davasına da uygulanmak gerekir. …”

56. Meseleyi konuya ilişkin monografik çalışmasında ele alan Yağcı da bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur:

“… Tenkis davası açma hakkına ilişkin süreler bakımından da tenkis davasına ilişkin düzenlemenin (MK m. 571) kıyasen uygulanması gerekir. …”

57. Dolayısıyla bu dava, tenkis davasının tabi olduğu hak düşürücü süreye tabidir.

 

IX. Bu dava hak düşürücü süreye tabi ise somut uyuşmazlıkta bu süre ne kadardır ve dolmuş mudur?

58. Hemen yukarıda da belirttiğimiz üzere davacının ıskat tasarrufunun, ıskat sebeplerinin gerçek olmadığı ya da yeterli olmadığı iddiası ile açtığı iptali davasına tenkis davasına ilişkin TMK m. 571’in getirdiği sürelerin kıyasen uygulanması gerekir.

59. Türk Medenî Kanunu’nun “Hak düşürücü süreler” kenar başlığını taşıyan 571. maddesinin 1. fıkrası aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer.”

60. Görüldüğü üzere tenkis davası bir ve on yıllık hak düşürücü sürelere tabidir. Bir yıllık süre saklı paylı mirasçının saklı payının ihlal edildiğini öğrendiği tarihten itibaren başlar. On yıllık süre ise vasiyetnamelerde vasiyetnamelerin açılmasından itibaren başlar. Ancak on yıllık sürenin uygulama alanı bulması için davacının saklı payının ihlal edildiğini öğrenememiş olması gerekir. Somut olayda ise davacı, saklı payının ihlal edildiğini vasiyetnamenin açıldığı ve okunduğu duruşmada öğrenmiştir. Dolayısıyla onun açtığı davaya on yıllık sürenin uygulanması mümkün değildir. Bilakis davacının açtığı ıskat tasarrufunun iptali davasına, tenkis davasına ilişkin bir yıllık hak düşürücü sürenin kıyasen uygulanması gerekir.

61. Kısacası, davacı saklı payını zedeleyen mirasçılıktan çıkarma tasarrufunu öğrendiği andan itibaren bir yıl içinde davasını açmak zorundadır. Davacı ıskat tasarrufunu ve böylece saklı payının zedelendiğini vasiyetnamenin açıldığı ve okunduğu duruşmada öğrenmiştir. Dolayısıyla davacı için bir yıllık hak düşürücü süre anılan duruşmadan itibaren yani 27.02.2014 tarihinden itibaren başlamış ve bir yılın geçmesi ile birlikte dolmuştur. Bu nedenle davacı tarafça 16.02.2019 tarihinde açılan huzurdaki davada dile getirilen tenkis talebinin de reddi gerekir.

62. Davacının anılan duruşmaya bizzat katılmamış olmasının, avukatı ile temsil edilmiş olmasının bu açıdan herhangi bir önemi yoktur. Zira “bilgide temsil” olgusu çerçevesinde temsilcinin bildiği veya bilmesi gereken hususlar temsil olunana isnat edilir. Bu konuda yukarıda IV numaralı başlık altında 23 numaralı paragrafta yaptığımız açıklamalara bakılabilir.

 

X. Eğer hak düşürücü süre dolmuş ise hâkim, sürenin geçtiğini görevinden ötürü dikkate almak zorunda mıdır?

63. Hak düşürücü sürenin geçtiği iddiası bir def’i değil itirazdır. Diğer tüm itirazlar gibi hak düşürücü sürenin geçtiği olgusunun da hâkim tarafından görevinden ötürü (re’sen) dikkate alınması gerekir. Bu konuda da yukarıda V numaralı başlık altında 24 numaralı paragrafta yaptığımız açıklamalara bakılabilir.

64. O hâlde, somut uyuşmazlıkta da davacının tenkis talebinin, tabi olduğu bir yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddi gerekir; hâkimin bu durumu görevinden ötürü (re’sen) dikkate alması şarttır.

 

XI. Davacının, murisin sağlararası kazandırmaları hakkındaki muris muvazaası ve tenkis iddialarının dinlenilmesi mümkün müdür?

65. Türk Medenî Kanunu’nun “Mirasçılıktan çıkarma” kenar başlıklı 511. maddesinin 1. fıkrası şu şekilde kaleme alınmıştır:

“… Mirasçılıktan çıkarılan kimse, mirastan pay alamayacağı gibi; tenkis davası da açamaz.”

66. Hükmün bu düzenlemesine göre, mirastan çıkarılan kimse mirasçılık sıfatını yitirdiği için miras hukukuna ilişkin taleplerde bulunamaz. Mirasçı sıfatına sahip olamadığı için murisin sağlararası kazandırmaları hakkında muris muvazaası nedeni ile geçersizlik iddiasında bulunamayacağı gibi bu kazandırmaların kendi saklı payını (!) ihlal ettiği gerekçesi ile tenkis edilmesi gerektiği iddiasında da bulunamaz.

67. Nitekim doktrinde İmre / Erman da bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(17) :

“… TMK. m. 511, f. 1 gereğince, ıskat edilen kimse mirasın dışında kalmakta, mirasçılığa ilişkin beklenen hakkını kaybetmektedir. …”

68. Yine doktrinde Serozan / Engin de meseleye aynen şu şekilde değinmişlerdir(18) :

“… Çıkarılan mirasçı artık mirasçı olamaz; bu kimliğin kendisine sağladığı olanaklardan yararlanamaz. …”

69. Nitekim Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin T: 22.02.2016, E: 2014 / 14092 ve K: 2016 / 2001 sayılı kararında da aynen şu açıklamalara yer verilmiştir:

“… Bilindiği ve TMK’nın 510 vd. maddelerinde düzenlendiği üzere miras bırakan saklı paylı mirasçısını ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarabilir. Mirasçılıktan çıkarılan kimse, mirastan pay alamayacağı gibi tenkis davası da açamaz.

 Somut olayda, miras bırakan 08.02.2005 tarihli vasiyetname ile kızı Rabia’yı ve Rabia’nın alt soyunu mirasçılıktan çıkarmıştır.

Bu vasiyetname iptal edilmediği sürece Rabia’nın çocukları olan ve Rabia ile mirasçılıktan çıkartılan davacıların açtıkları davanın dinlenemeyeceği kuşkusuzdur. … Hal böyle olunca, … bir iptal davası yok ise, vasiyetname geçerli olduğu sürece davacıların davasının dinlenemeyeceği gözetilerek davanın sıfat yokluğundan reddedilmesi gerekirken …”

70. Yukarıda da belirttiğimiz üzere mirasçılıktan çıkarılmış bir kimsenin muvazaa iddiasının ya da saklı payının ihlal edildiği gerekçesi ile tenkis iddiasının dinlenmesi mümkün değildir. Zira mirasçılıktan çıkarılan kişinin yasal mirasçı sıfatı da saklı paylı mirasçı sıfatı da yoktur.

71. Somut olayda da davacının murisin sağlararası kazandırmaları hakkındaki muvazaa iddialarının ya da tenkis iddialarının dinlenmesi mümkün değildir. Zira davacı, hakkındaki mirasçılıktan çıkarma işlemi ile hem yasal mirasçı sıfatını hem de saklı paylı mirasçı sıfatını yitirmiştir. Onun muvazaa iddialarının dinlenebilmesi için her şeyden önce murisin ıskat tasarrufunu içeren vasiyetnamesini TMK m. 557 / b. 2 çerçevesinde iptal ettirmesi ve böylece tekrar yasal mirasçı sıfatına sahip olması gerekir.

72. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı TMK m. 557 / b. 2’ye dayalı iptal sebeplerini ispatlayamamıştır. Ayrıca, davacının bu iddialarını bir an için ispatladığı varsayılacak olsa dahi murisin vasiyetnamesini yapmasına rağmen ölümüne kadar yaklaşık bir yıl beş ay boyunca korkutma ve zorlama altında kalmaya devam ettiğini, dolayısıyla da murisin vasiyetnamesinden rücu etmesi için tabi olduğu bir yıllık sürenin (TMK m. 504 / f. 1) hiç başlamadığını ispat etmesi gerekir. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, davacının dosya içinde bu yönde bir iddiası dahi yoktur.

73. Yine bir an için davacının murisin vasiyetnamesini korkutma ve zorlama altında yaptığına dair iddialarını ve ölümüne kadar bu korkutma ve baskının altında kalmaya devam ettiğini ispat ettiğini varsayalım. Bu varsayımda dahi davacının TMK m. 557 / b. 2’ye dayalı iptal talebinin reddi kaçınılmazdır. Zira TMK m. 559 uyarınca davacı iptal davasını, ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde açmak zorundadır. Aksi hâlde dava hakkı düşer. Davacı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu vasiyetnamenin açıldığı duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiştir ve duruşmanın yapıldığı tarihten itibaren bir yıllık süre çoktan dolmuştur. Gerçekte de bu bir yıllık süre anılan duruşmanın yapıldığı 27.02.2014 tarihinden itibaren başlamıştır ve dolmuştur. Huzurdaki dava ise bu hak düşürücü sürenin dolmasından çok sonra 16.02.2019 tarihinde açılmıştır dolayısıyla da reddi gerekir.

74. Davacının murisin sağlararası tasarrufları hakkındaki tenkis iddialarının da reddi gerekir. Zira davacı saklı paylı mirasçı sıfatına sahip değildir. Davacı bu sıfata ancak TMK m. 512 / f. 3’e dayalı tenkis iddiası kabul edilecek olursa sahip olabilir. Ancak davacının TMK. m. 512 / f. 3’e dayalı taleplerinin de kabul görmesi bizce mümkün değildir. Zira kanımızca somut uyuşmazlıktaki ıskat tasarrufu geçerlidir. Bir an için mahkemece aksi yönde bir kanıya varılacağı varsayılacak olsa dahi davacının yine de saklı paylı mirasçı sıfatına sahip olması düşünülemez. Zira onun TMK m. 512 / f. 3’e dayalı taleplerine tenkis davasına ilişkin TMK m. 571’deki bir yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Hâl böyle olunca da davacının davasının bir yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile reddi gerekir. Gerçekten de TMK m. 571’e göre tenkis davası açma hakkı davacının saklı payının ihlal edildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Davacı da saklı payının ihlal edildiğini murisin vasiyetnamesinin açılıp okunduğu 27.02.2014 tarihli duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiştir. Huzurdaki dava bu duruşmanın üzerinden bir yıllık süre geçtikten çok sonra 16.02.2019 tarihinde açılmış tenkis talebi de bu dava ile birlikte dile getirilmiştir. O hâlde, davacının tenkis talebi de redde mahkûmdur ve davacının saklı paylı mirasçı sıfatına sahip olması mümkün değildir.

 

XII. Davacı vekilinin davacının muris tarafından affedildiği yönündeki iddialarının ıskat tasarrufunun geçerliliğini etkilemesi mümkün müdür?

75. Türk Medenî Kanunu mirastan mahrumiyet kurumunu düzenlerken affa yer vermiştir. TMK m. 578 / f. 2 ye göre:

“Mirastan yoksunluk, mirasbırakanın affıyla ortadan kalkar.”

76. Ancak, Türk Medenî Kanunu’nda mirastan ıskat için böyle bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu durum, meselenin doktrinde tartışmalı hâle gelmesine neden olmuştur. Fikrimizce de isabetli olan doktrindeki hâkim düşünceye göre(19) ölüme bağlı bir tasarrufla gerçekleştirilmeyen bir affın murisin ıskat tasarrufunu ortadan kaldırması yani onu geçersiz hâle getirmesi mümkün değildir.

77. Nitekim doktrinde İmre / Erman da fikrimizce de haklı olarak, bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır:

“… Gerçekten, ölüme bağlı tasarruf şeklinde olmayan bir afla ıskatın ortadan kalkmayacağını kabul etmek doğru olur. Iskat ettiği mirasçısını affeden vasiyetçi, yapacağı ölüme bağlı tasarrufla ıskat tasarrufundan dönmek hak ve imkânına sahiptir. Bunu yapmadığına göre ıskatı muhafaza etmek istemiş bulunması muhtemeldir. …”

78. İsviçre Federal Mahkemesi de affın mirasçılıktan çıkarma tasarrufunu doğrudan doğruya ortadan kaldırmayacağını, mirasçılıktan çıkarma sebeplerinin çıkarmaya ilişkin ölüme bağlı tasarrufun yapıldığı sırada mevcut olması gerektiğini, daha sonra yaşanan olayların ve sonradan ortaya çıkan bir affın geçerli bir mirasçılıktan çıkarma tasarrufunu geçersiz hâle getirmeyeceğini ve tasarrufun tenkisine de imkân sağlamayacağını kabul etmiştir(20) .

79. Doktrinde Dural / Öz de doktrindeki bu hâkim görüş ve İsviçre Federal Mahkemesinin bu konudaki düşüncesi hakkında aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(21) :

“… Bu durum, mirastan yoksunluk hali için MK 578 / II’de düzenlenmiştir, fakat mirasçılıktan çıkarma için böyle bir hüküm yoktur. Bu sebeple durum tartışmalıdır. Bazı yazarlar ve bazı kararlarında Federal Mahkeme, bu şekildeki bir affın mirasçılıktan çıkarma üzerinde bir etkisinin olmayacağını, mirasbırakanın sağlığında af iradesini (şekle bağlı olmayarak) açığa vurmasına rağmen, mirasçılıktan çıkarmanın yine de hüküm doğuracağı görüşündedirler. Gerekçe olarak da, mirastan yoksunlukta affın düzenlenmiş olmasına rağmen mirasçılıktan çıkarmada böyle bir hükmün bulunmaması, bu konunun Uzmanlar Komisyonunda tartışılıp reddedildiği, bu sebeple de bir boşluğun değil olumsuz (menfi) çözümün bulunduğu ileri sürülmüştür. …”

80. Yargıtay da affın ıskat tasarrufunu ortadan kaldırmayacağı görüşünü benimsemiştir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin T: 07.10.1997, E: 1997 / 7414, K: 1997 / 10276 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir:

“… Davacı miras bırakanın … ıskat işleminden sonra davacı oğluna yazdığı mektuplarla onu af etmiş olduğunu belirterek, ıskata ilişkin vasiyetin iptalini istemiştir.

Iskat işlemi yasal şekle bağlı irade açıklamalarındandır. Şekil koşulu işlemin geçerlilik şartıdır.

Yasa koyucu Medeni Kanunun 457. maddesiyle ıskatın ölüme bağlı tasarrufla yapılabileceğini ön görmektedir. Aynı yasanın 489. maddesi vasiyetten kısmen veya tamamen cayılabileceğini, ne var ki caymanın geçerli olabilmesi için ölüme bağlı tasarruflardan biri ile yapılmasının gerektiğini de vurgulamaktadır. Cayma için öngörülen şekil koşulu da yapılmasında olduğu gibi işlemin geçerlilik şartıdır.

Ne var ki öğretide bazı düşünürler, affın şekil koşuluna uyulmadan da hüküm ifade edebileceğini öngörmektedirler (N. Kocayusufpaşaoğlu, Miras Hukuku, 1987, 3. baskı, Sahife 317-318). Buna karşı olan görüşler ise, şekil koşuluna uyulmadan ön görülen hoşgörünün af olarak değerlendirilemeyeceğini savunmaktadırlar (Zahit İmre, T. Miras Hukuku, 1960, sahife 400 vd).

Konu, öğretide tartışmalı olmakla beraber, baskın görüş şekil koşuluna uyulmadan yapılmış bir af veya barışma, ıskat işlemini ortadan kaldıramayacağı yönündedir.

Mirastan mahrumiyette yasa şekil koşulu aramaksızın affı mahrumiyetin sona ermesi için yeterli görmüş olmasına karşın ıskat için böyle bir hükme yer vermemiştir. Yasanın bu tesbiti ne bir unutkanlık ne de yasal boşluktur. Yasa koyucunun da bu konudaki suskunluğu şekle bağlı irade açıklamasının, yine şekle bağlı olarak kaldırılabileceğini vurgulamak içindir. Zira mahrumiyette irade açıklamasına gerek yoktur. Şartları oluştuğunda mirasçı yasa gereği mirastan yoksun kalır. Mahrumiyete ilişkin yasal kural emredici olmadığından, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılabilmektedir.

Mahrumiyete ilişkin af hükmünün benzetme yolu ile ıskata da uygulanabileceği İsviçre öğretisinde ileri sürülmüş, Federal Mahkeme bu görüşe katılmamıştır (Zahit İmre, T. Miras Hukuku, 1960, sahife 400).

Ancak şekil koşuluna bağlı affın vasiyetin ortadan kalkması sonucu doğuracağını gözeten mahkemenin, şekil koşuluna uymayan mektuplarla belirlenebilen hoş görüyü, af niteliğinde kabul etmemesinde usul ve yasa kurallarına aykırılık yoktur. …”(22)

81. Dolayısıyla tekrar vurgulayacak olursak hâkim görüşe göre ve fikrimizce de davacının murisin kendisini affettiğine ilişkin iddiaları murisin ıskat tasarrufunu ortadan kaldıramaz.

82. Bir an için doktrindeki azınlık görüşü kabul edilecek olsa dahi somut uyuşmazlıkta davacının tenkis davası açarak saklı payını talep edebileceği kabul edilemez. Zira TMK m. 571’e göre de tenkis davası açma hakkı, mirasçının saklı payının zedelendiğini öğrendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer. Davacı huzurdaki davayı açtığı sırada tenkis davası için TMK m. 571’de öngörülen bir yıllık hak düşürücü süreyi geçirmiş bulunmaktadır. Zira davacı saklı payının ihlal edildiğini murisin vasiyetnamesinin açılıp okunduğu 27.02.2014 tarihli duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiştir. Huzurdaki dava ise bu duruşmanın üzerinden bir yıllık süre geçtikten çok sonra 16.02.2019 tarihinde açılmış; tenkis talebi de bu dava ile birlikte dile getirilmiştir. O hâlde davacının tenkis talebi de redde mahkûmdur ve davacının saklı paylı mirasçı sıfatına sahip olması mümkün değildir.

 

E. SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar ve bilimsel değerlendirmeler çerçevesinde varılan sonuçlar şunlardır:

1. Davacı, murisin ıskat tasarrufunun iptalini TMK m. 557 / b. 2 hükmüne dayanarak talep edemez. Zira hayatın doğal akışında olayların birçoğunda muris ıskat tasarrufuna ilişkin vasiyetnamesini düzenledikten sonra korkutmanın ve zorlamanın etkisinden kurtulur ve kendisine tanınan bir yıllık süre içinde ıskat tasarrufuna ilişkin ölüme bağlı tasarrufundan dönebilir (TMK m. 504 / f. 1). Somut olayda muris vasiyetnamesini yaptıktan sonra yaklaşık bir yıl beş ay daha yaşamıştır ve bu süre içinde vasiyetnamesinden dönmemiştir. Muris, korkutmanın ve zorlamanın etkisinden kurtulmasına rağmen kendisine kanunen tanınan bir yıllık süre içinde ıskat tasarrufuna ilişkin vasiyetnamesinden dönmediyse bundan sonra tasarrufu geçerli sayılır.

2. Eğer davacı durumun böyle olmadığını, murisin ölümüne kadar korkutmanın ve zorlamanın etkisi altında kaldığını iddia ediyorsa öncelikle hayatın doğal akışına aykırı bu iddiasını ispat etmek zorunda olmalıdır. Davacı, bu iddiasını ispat etse dahi TMK m. 557 / b. 2 hükmüne dayalı olarak vasiyetnamenin iptalini talep edemez. Zira vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı TMK m. 559 gereğince davacının ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer. Davacı bu olguları, vasiyetnamenin açıldığı ve okunduğu duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiştir. Bu duruşmanın üzerinden bir yıl geçmesinden çok sonra açtığı huzurdaki iptal davasının reddi gerekir. Hak düşürücü sürenin geçip geçmediğini hâkim görevinden ötürü (re’sen) dikkate alır.

3. Murisin, davacıyı mirasçılıktan çıkarmaya ilişkin tasarrufu bizce geçerlidir; meğer ki mirastan ıskattan yararlanan davalı ıskat sebeplerinin varlığını ispat edemesin (TMK m. 512 / f. 2). Muris bu amaçla şeklen geçerli bir resmi vasiyetname yapmış (TMK m. 532), bu vasiyetnamesinde davacıyı mirasçılıktan çıkarma sebeplerini teker teker açıklayarak somutlaştırmıştır (TMK m. 512 / f. 1). Kanımızca murisin zikrettiği sebepler davacının gerek subjektif açıdan gerekse objektif açıdan murise karşı aile hukukundan doğan yükümlüklerini önemli ölçüde ihlal ettiğini ortaya koymaktadır (TMK m. 510 / b. 2). Ayrıca belirtmek gerekir ki, davacıya aile hukukundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemekte herhangi bir kusur isnat edilemeyeceğini kabul etmek de mümkün değildir.

4. Davacının mirasçılıktan çıkarma sebeplerinin gerçek olmadığı ya da yeterli olmadığı iddiası ile mirasçılıktan çıkarma işleminin iptalini talep ettiği görülmektedir. Davacının bu talebi mahkemece kabul görecek olursa davacı sadece saklı payına kavuşabilir. (TMK m. 512 / f. 3). Ancak, kanımızca, davacının saklı payına ilişkin bu iddiasına tenkis davasına ilişkin TMK m. 571 / f. 1’deki bir yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Hâl böyle olunca da davacının bu talebinin de reddi gerekir. Zira davacı saklı payının zedelendiğini vasiyetnamenin açıldığı ve okunduğu duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiş bulunmaktadır. Huzurdaki dava ise anılan duruşmanın yapılmasından bir yıl geçtikten çok sonra açılmıştır. Hak düşürücü sürenin geçmiş olup olmadığını hâkim görevinden ötürü (re’sen) dikkate alır.

5. Davacı, murisin sağlığında davalı oğluna yaptığı bağışlamaların muvazaalı olduğunu iddia etmiştir. Ancak bağışlamaların muvazaalı olduğunu kabul edebilmek için öncelikle ortada görünüşte bir hukukî işlemin bulunması (örneğin bir satış sözleşmesinin mevcut olması) ve bu görünüşteki işlemin arkasına gizlenmiş ikinci bir hukukî işlemin (örneğin bağışlama) sözleşmesinin bulunması şarttır. Oysaki bizzat davacı, murisin davalı oğluna bağışlama yaptığını iddia etmektedir.

6. Eğer ortada davacının iddia ettiği gibi bir muvazaalı işlem varsa muvazaa iddialarının dinlenebilmesi için, davacının öncelikle murisin mirasçılıktan çıkarma tasarrufunu içeren vasiyetnamesini iptal ettirmesi gerekir. Ancak, bizce böyle bir iptal mümkün değildir, zira davacı davasını ölüme bağlı tasarrufların iptali için öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açmamıştır (TMK m. 559).

7. Davacı, muris muvazaası iddiaları kabul görmeyecek olursa murisin sağlararası kazandırmalarının tenkisi gerektiğini iddia etmektedir. Bu talep bakımından da hak düşürücü süre olan bir yıllık sürenin dolduğunun göz önünde bulundurulması ve davanın reddi gerekir. Zira TMK m. 571’e göre tenkis davasının dinlenebilmesi için davacının davasını, saklı payının zedelendiğini öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde açması gerekir. Davacı saklı payının zedelendiğini murisin vasiyetnamesinin açılıp okunduğu duruşmada hazır bulunan vekili aracılığı ile (bilgide temsil yoluyla) öğrenmiştir. Bu duruşmanın üzerinden bir yıllık süre geçmiştir. Davacı, bu bir yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden çok sonra tenkis talebinde bulunmuştur. O hâlde tenkis talebinin hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddi gerekir.

8. Davacının muris tarafından affedildiğine ilişkin iddialarının bir an için mahkemece kabul edildiği varsayımında dahi böyle bir af murisin mirasçılıktan çıkarma tasarrufunun geçersiz hâle gelmesine neden olamaz. Doktrindeki hâkim görüşe, İsviçre Federal Mahkemesine ve Yargıtay’a göre af iradesi bir ölüme bağlı tasarrufla ortaya konulup mirasçılıktan çıkarma tasarrufunu ortadan kaldırmadığı sürece mirasçılıktan çıkarma tasarrufu hakkında herhangi bir hukukî etkiye sahip değildir.

Saygılarımla.

 

 

ADANA 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNİN KARARI
(T: 22.01.2021, E: 2019 / 34, K: 2021 / 21)

 

“… Somut olayda da dava konusu vasiyetnamenin Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/72 E. sayılı dosyasında; 27/02/2014 tarihinde işbu dosya davacı N. Y.’nin vekilinin yüzüne karşı vasiyetnamenin okunduğu, bu suretle bu tarihte davacının vasiyetnameyi ve saklı payının ihlal edildiğini öğrenmiş kabul edileceği, işbu davanın ise 16/01/2019 tarihinde açıldığı, bu suretle TMK 559 ve 571 maddelerindeki 1 yıllık hak düşürücü sürelerin geçmesinden sonra işbu davanın açıldığı görülmekle bu taleplerin süresinde olmadığı ve reddine karar verilmesinin gerekli olduğuna kanaat getirilmiştir. Ayrıca vasiyetnamenin içeriğinden davacının mirastan çıkarıldığı görülmekle TMK 510 maddesine göre de değerlendirme yapılmasının gerekli olduğu, Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği şekilde miras bırakanın mirastan çıkarmada bunun sebebini belirtmesinin gerekli olduğu, aksi halde çıkarmanın geçersiz olacağı ve saklı pay yönünden mirastan çıkarılan kişinin talep hakkının olacağı, işbu dosyada Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/72 E. sayılı dosyası içerisinde bulunan vasiyetname incelendiğinde murisin davacıyı neden mirastan çıkardığının ayrıntıları ile açıklandığı bu yönden mirastan çıkarmanın geçerli olduğu, ayrıca mirastan çıkarılma halinde TMK 512/2 maddesi gereği mirastan çıkarılmaya ilişkin belirtilen sebebin varlığını ispatının çıkarmadan faydalanan davalı tarafta olduğu, bu noktada tanık beyanlarının dikkate alındığı, Yargıtay içtihatları gereği aradaki akrabalık bağına bakılmaksızın tüm tanık beyanlarına eşit olarak itibar edildiği, bu sebeple tanıklar S. M., S. K., T. M.’nin beyanlarında vasiyetname içeriğine konu söz ve eylemlerin teyit edildiği, bu suretle davalı tarafın mirastan çıkarma sebebini ispatladığı, bu sebeple mirastan çıkarmanın geçerli olduğuna tam olarak vicdani kanaat getirilmiştir. Davacının terditli diğer talebi olan muris muvazaası yönünden; davanın somutlaştırılması kapsamında davacı tarafa tapu iptal talep ettiği taşınmazların listesini sunmasının istendiği ve 21/12/2020 tarihli dilekçenin sunulduğu, bu taşınmazların tapu kayıtları ve akit tabloları incelendiğinde; taşınmazlar muris tarafından davalıya bağış suretiyle devredildiğinin sabit olduğu, muris muvazaasında bilindiği üzere görünürde yapılan işlem ile tarafların gerçek iradelerinin farklı olmasının gerekli olduğu, uygulamada pek çok görüldüğü üzere tapudaki satış işlemi yapıldığı ancak gerçekte murisin iradesinin bağış olduğu şeklinde karşımıza çıktığı, ancak işbu dosyada muris hayatta iken taşınmazların davalıya bağış yolu ile devredildiği, bu sebeple murisin gerçek iradesi ile görünürde tapuda yapılan işlemin bağış işlemi olduğu anlaşıldığından muris muvazaası şartlarının oluşmadığı görülmekle bu talep yönünden de ret kararı vermek gerekmiş olup, tüm bu gerekçelerle neticeten davanın reddine karar verilerek, oluşan vicdani kanaat ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davanın REDDİNE …”


 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

* Bu hukukî mütalaa 27.02.2019 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Mustafa Dural / Turgut Öz; Türk Özel Hukuku, Cilt IV, Miras Hukuku, İstanbul, 2015, s: 230-231.

(2) İlhan Helvacı; Gerekçeli - Karşılaştırmalı - İçtihatlı - Notlu Türk Medenî Kanunu, Cilt III, Miras Hukuku, İstanbul, 2013, m. 504, s: 38.

(3) Dural / Öz, age, s: 231.

(4) Zahit İmre / Hasan Erman; Miras Hukuku, İstanbul, 2013, s: 220.

(5) Bu konuda bkz. Fikret Eren; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Ankara, 2018, s: 445-446.

(6) Mustafa Dural / Suat Sarı; Türk Özel Hukuku, C: I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul, 2019, s: 278.

(7) İmre / Erman, age, s: 246 – 247; Doktrinde Serozan / Engin’e göre de; mirastan çıkarma, saklı paylı yasal mirasçının bu payını yasada belirtilmiş özel çıkarma nedenlerine dayalı olarak yani gerekçeli olarak ortadan kaldıran olumsuz nitelik taşıyan bir ölüme bağlı tasarruftur (Rona Serozan / Baki İlkay Engin; Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, Ankara, 2018, s: 399).

(8) Dural / Öz, age, s: 209.

(9) Kürşad Yağcı; Cezai Mirasçılıktan Çıkarma (Cezai Iskat), İstanbul, 2013, s: 219 - 223.

(10) Yağcı, age, s: 220, dn: 379.

(11) Dural / Öz, age, s: 207 - 208.

(12) Dural / Öz, age, s: 208.

(13) Yağcı, age, s: 187-191.

(14) Dural / Öz, age, s: 208.

(15) Dural / Öz, age, s: 215.

(16) İmre / Erman, age, s: 253.

(17) İmre / Erman, age, s: 254.

(18) Serozan / Engin, age, s: 399.

(19) Bkz. Yağcı, age, s: 379 ve dn: 36’da anılan yazarlar.

(20) BGE 73 II 208, 215; BGE 55 II 167; Yağcı, age, s: 380, dn: 39’dan naklen.

(21) Dural / Öz, age, s: 215-216; Aksi kanıdaki yazarlara göre ise, af mirasçılıktan çıkarmayı doğrudan doğruya ortadan kaldırmaz ama mirastan çıkarılana TMK m. 512 / f. 3’ e göre tenkis davası açarak saklı payını isteme imkânını verir. Bu görüşte olan yazarlara göre, mirasbırakanın mirasçılıktan çıkardığı kişiyi sağlığında affetmiş olması, kopmuş olan aile bağlarının yeniden kurulduğunu ve çıkarma sebebinin artık ortadan kalktığını gösterir. Dolayısıyla ıskat sebebinin bulunmaması ıskat edilene TMK m. 512 / f. 3’e göre tenkis davası açma hakkı verdiğine göre mirasçılıktan çıkartılan ama daha sonra affedilen kişi de tenkis davası açarak saklı payını alabilmelidir (Bkz. Yağcı, age, s: 383 ve dn: 50’de anılan yazarlar).

(22) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası; Çok açık olmamakla birlikte Y. 2. HD.’nin, T: 02.07.1985, E: 1985 / 4483, K: 1985 / 6252 sayılı bir diğer kararında da mirastan ıskatta affın herhangi bir etkisi olmadığı görüşünün benimsendiği ileri sürülebilir. Kararda aynen şu açıklamalara yer verilmiştir: “… mirastan mahrumiyetle ilgili sebeplerin varlığı halinde mirasçı, miras hakkından otomatikman (kendiliğinden) mirastan mahrum olur (MK.521). Ancak, miras bırakan … kişiyi bağışlayabilir, af edebilir. Af hali söz konusu değilse, mahrumiyet hali ölümle birlikte ve hiçbir işleme hacet kalmaksızın hukuki sonuçlarını doğurur. Oysa mirastan ıskatta durum bunun aksinedir. Şöyle ki miras bırakan ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçıyı mirasından ıskat edebilir. Kendisi böyle bir irade beyanında bulunmadıkça, ıskat sebebi ne olursa olsun, mirasçı miras hakkından yoksun bırakılamaz. …” (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X