11. FUTBOLCU TEMSİLCİLİĞİ - SİMSARLIK SÖZLEŞMESİ

• Futbolcu Temsilciliği • Simsarlık Sözleşmesi • Simsarın Ücrete Hak Kazanması • Şarta Bağlı Borç • FIFA Oyuncular Statüsü Komitesinin Yargı Yetkisi • TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulunun Yargı Yetkisi • Tahkim İtirazı • Adli Yargının Yargı Yetkisi • Görevli Mahkemenin Tespiti • Para Borçlarında Borçlu Temerrüdü • Temerrüt Faizi • Munzam Zarar

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

1. İstanbul Barosu mensubu Sayın Av. A. Ö. Ö., tarafıma müracaat ederek, müvekkili H. A. ile X. Futbol İşletmeciliği Ticaret A.Ş. arasında … 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde E: 2017 / 126 sayılı dosya üzerinden görülmekte olan bir hukukî uyuşmazlık bulunduğunu beyan etmiş ve bu uyuşmazlık hakkında yazılı olarak bir hukukî mütalaa hazırlamamı talep etmiştir.

2. Sayın Av. A. Ö. Ö. şahsıma müracaatında söz konusu uyuşmazlıkla ilgili dava dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir. Dosya içindeki tüm belgeler tamamen objektif bir bakış açısıyla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİA ve SAVUNMANIN ÖZETİ

I. Davacının Dava Dilekçesi

3. Davacı vekili, 22.02.2017 tarihli dava dilekçesinde müvekkili H. A.’nın davalı X. Futbol İşletmeciliği Ticaret A.Ş. (bundan böyle bu hukukî mütalaada kısaca “X AŞ” olarak anılacaktır) ile 18.07.2013 tarihinde “Temsilci Sözleşmesi” başlıklı bir sözleşme yaptığını,

4. Bu sözleşme uyarınca müvekkilinin profesyonel futbolcu F. M. ile X AŞ arasında bir profesyonel futbolcu sözleşmesi kurulmasını sağlamayı taahhüt ettiğini, X AŞ’nin de müvekkiline bu hizmeti karşılığında 500.000 Euro ödemeyi taahhüt ettiğini,

5. Müvekkilinin çalışmaları sonucunda profesyonel futbolcu F. M.’nin X AŞ ile sözleşme yapmasını sağladığını, X AŞ’nin hizmet bedelinin 01.08.2013 tarihli ilk taksiti olan 62.500 Euro’yu 02.08.2013 tarihinde “F. M. İçin Birinci Komisyon Ücreti Ödemesi” kaydıyla yaptığını, ancak daha sonraki taksitleri ödemeye yanaşmadığını,

6. Müvekkilinin kalan alacağı için davalıya Beşiktaş 7. Noterliği kanalıyla 22.08.2014, 10.02.2015 ve 27.05.2015 tarihli 3 adet ihtarname keşide ettiğini ve borcunu ödemediği takdirde yasal yollara başvuracağını ihtar ettiğini fakat buna rağmen davalının borcunu ödemediğini,

7. Bu gelişme üzerine müvekkilinin, davalı aleyhine … İcra Müdürlüğü nezdinde E: 2017 / 3496 numaralı dosya üzerinden icra takibi yaptığını, davalının ödeme emrine itiraz ettiğini ve böylece takibin durduğunu, bu sebeple müvekkilinin itirazın iptali davası açmasının zorunlu hâle geldiğini, davalının itirazının tamamen kötü niyetli olduğunu, itirazın iptali suretiyle takibe devam edilmesi ve kötü niyetli itiraz sebebiyle takip konusu alacağın % 20’sinden az olmamak üzere icra inkâr ve kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gerektiğini,

8. Müvekkilinin alacağının rehinle temin edilmiş olmadığını ve yargılamanın kabulü hâlinde alacaklarını elde edebileceği hususunda endişeleri olduğunu, bu sebeple davalının menkul ve gayrimenkul malları üzerine üçüncü kişilere temliklerinin önlenmesi bakımından ihtiyati tedbir konulması gerektiğini iddia etmiştir.

 

II. Davalının Cevap Dilekçesi

9. Davalı vekili, 13.03.2017 tarihli cevap dilekçesinde asliye hukuk mahkemesinin görevli olmadığını, görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğunu,

10. Taraflar arasında yapılan sözleşmenin davacı tarafça yanlış yorumlandığını, zira sözleşmenin 2. maddesinden de anlaşılacağı üzere sözleşmenin futbolcunun kulüp ile 2 yıl süreli sözleşme akdetmesi ve bu süre zarfında kulübe hizmet etmesi şartıyla yapıldığını,

11. Futbolcunun kulüpten ara transfer döneminde ayrılabileceği ihtimali sebebiyle ödemelerin iki sezona ayrıldığını, futbolcunun 29.08.2014 tarihinde yurtdışında bir takıma transfer olduğunu, yani sözleşmesinin karşılıklı anlaşma yoluyla feshedildiğini,

12. Davacının işbu sebeple 2014-2015 sezonuna ilişkin alacakları hak etmediğini, davacının ihtiyati tedbir iddialarının asılsız olduğunu zira müvekkilinin … yılından beri Türkiye’nin en köklü spor kulüplerinden biri olduğunu, dolayısıyla davacının ihtiyati tedbir taleplerinin reddi gerektiğini, ayrıca itirazlarının kötü niyetli olmadığını, dolayısıyla da davacının kötü niyet tazminatına ilişkin talebinin reddi gerektiğini iddia etmiştir.

 

III. Davacının Cevaba Cevap Dilekçesi

13. Davacı vekili, 28.03.2017 tarihli cevaba cevap dilekçesinde, dava dilekçesindeki beyanlarını yinelemiş ve bunlara ek olarak, davalının görev itirazının yerinde olmadığını, zira TTK m. 4 / f. 1, bent (c)’deki düzenleme uyarınca Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen komisyonculuk sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkların ticari dava niteliğinde olması sebebiyle ticaret mahkemesinde görülmesi gerektiğini, ancak müvekkili ile X AŞ arasında kurulan sözleşmenin komisyonculuk değil TBK m. 520 vd. düzenlenen simsarlık sözleşmesi olduğunu, bu sebeple davanın asliye ticaret mahkemesinin değil asliye hukuk mahkemesinin görev alanına girdiğini,

14. Simsarlık sözleşmesinde simsarın ücrete hak kazanması için yaptığı faaliyet sonucu sözleşmenin geçerli olarak kurulmuş olmasının gerekli ve yeterli olduğunu, futbolcu ile X AŞ arasında istenilen sözleşmenin imzalanmış olduğunu ve bu suretle müvekkilinin simsarlık ücretini hak ettiğini,

15. Davalının iddialarının aksine sözleşmenin 2. maddesinde yalnızca şu ifadeye yer verildiğini:

“Profesyonel Futbolcu F. M. ile X AŞ arasında 16.07.2013 – 31.05.2015 dönemi için profesyonel futbolcu sözleşmesi imzalanması hususunda verdiği hizmetler karşılığında futbolcu temsilcisine 500.000.-€ net (beşyüzbin EURO) aşağıdaki ödeme planına göre ödenecektir.”

16. Böylece davalının mali durumu sebebiyle sözleşmedeki bedelin taksitlendirildiğini, futbolcu ile X AŞ arasındaki ilişkinin sözleşme kurulduktan sonra iç ilişki hâlini aldığını ve bu iç ilişkinin müvekkiliyle bir ilgisinin söz konusu olamayacağını, esasen davalının dilekçesinde karşılıklı anlaşmayla fesih bahsini dile getirerek bu iç ilişkiyi onaylamış olduğunu,

17. İşbu iç ilişkide futbolcunun iki yıl süreyle kulübe hizmet etmiş olmamasının sonucunun müvekkiline yükletilemeyeceğini zira müvekkilinin simsarlık sözleşmesiyle üstlendiği borcun yalnızca esas sözleşmenin akdedilmesini sağlamak olduğunu,

18. Davalının futbolcunun 29.04.2014 tarihinde sözleşmesinin feshedildiğini beyan ettiğini, dolayısıyla davalının, müvekkilinin 2014-2015 sezonu alacağını hak etmediği iddiasının - aslında müvekkili tüm ücreti hak etmiş olmasına rağmen - müvekkilinin 4 adet 62.500- Euro’luk toplam 250.000- Euro için alacaklı olduğunu ikrar etmek anlamına geldiğini iddia etmiştir.

 

IV. Davalının İkinci Cevap Dilekçesi

19. Davalı vekili 14.04.2017 tarihli dilekçesinde, taraflar arasında akdedilen temsilci sözleşmesi başlıklı sözleşmede TFF, FIFA ve Lozan, İsviçre’de bulunan Spor Tahkim Mahkemesi için yetki anlaşması bulunduğunu,

20. Davacının, FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı gereği Almanya Futbol Federasyonu’na tescilli FIFA lisanslı futbolcu temsilcisi olduğunu, bu sebeple uyuşmazlıkta uluslararası bir boyutun söz konusu olduğunu ve işbu uyuşmazlığın FIFA tarafından çözümlenmesi gerektiğini, ihtilafı çözmekle görevli merciin FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın “Genel Hükümler” başlıklı 30. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi” olduğunu,

21. Davacı tarafın Alman avukatının 21.11.2014 tarihli dilekçesiyle FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’ne başvurarak alacağını talep ettiğini, ancak bu talebin 23.09.2015 tarihinde Yargıç G. T. tarafında reddedildiğini ve davacının 25.000 CHF tutarında yargılama masrafına mahkûm edildiğini, yargıcın, gerekçeli karar istememeleri hâlinde yargılama masraflarının talep edilmeyeceğini belirtmesini müteakip davacının gerekçeli karar alıp temyiz yoluna başvurmak yerine TFF’ye başvurmayı tercih ettiğini,

22. Davacının bu başvurusunun, TFF’de lisanslı olmaması sebebiyle, TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu tarafından reddedildiğini, Türk yargı mercilerinin yetkili olmadığını, taraflar arasındaki sözleşmeye Türk hukukunun değil FIFA Talimatı’nın uygulanacağını ve olayda karma nitelikli bir sözleşme olan menajerlik sözleşmesinin bulunduğunu, simsarlık sözleşmesinin söz konusu olmadığını,

23. Menajerin görevinin futbolcuyla akdedilen sözleşme sonrası sona ermediğini, zira menajerlik ilişkisinin sözleşme ile kurulup menajerin lisanslı olduğu federasyona tescil edildiğini ve menajerin birlikte çalıştığı futbolcunun kariyer planından sorumlu olduğunu,

24. Davacının alacağının likit olmadığını bu sebeple fesih sonrasındaki tarihe isabet eden tutarın yargılamaya muhtaç olduğunu belirtmiş ve cevap dilekçesindeki talep ve beyanlarını yinelemiştir.

V. Davacının 03.07.2017 Tarihli Beyan Dilekçesi

25. Davacı vekili, anılan beyan dilekçesinde dava ve cevaba cevap dilekçelerindeki iddia ve taleplerini yinelemiş ve bunlara ek olarak,

26. Davalının ikinci cevap dilekçesinde öne sürmüş olduğu yabancılık unsuru, görev itirazı, sözleşmenin simsarlık sözleşmesi olmadığı, FIFA nezdindeki başvurunun kasıtlı olarak yarım bırakıldığı yönündeki iddialarının, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağını ihlal ettiğini ve dayanılan yeni iddialara muvafakatlerinin olmadığını,

27. Davalının, icra takibi sırasında borca itiraz ederken Türk mahkemelerinin yetkisine hiçbir şekilde muhalefet etmediğini, sadece borca itiraz ettiğini, bu suretle Türk hukukunun uygulanacak hukuk olduğunu kabul etmiş olduğunu, yetki itirazının öncelikle icra dairesinin yetkisine itiraz şeklinde öne sürülmesi gerektiğini,

28. Müvekkilinin sözleşmenin akdedildiği 18.07.2013 tarihinde TFF nezdinde kayıtlı bir futbolcu temsilcisi olduğunu, müvekkilinin FIFA nezdinde yaptığı başvuruya 30.01.2015 tarihinde cevap geldiğini ve cevapta H. A. ile X AŞ arasındaki uyuşmazlıkta uluslararası nitelik şartının eksikliği nedeniyle FIFA’nın görevli olmasının mümkün olmadığının beyan edildiğini,

29. Yargıç G. T.’nin vermiş olduğu kararın esasa ilişkin olmadığını, davalının dosyaya yanlış tercüme ibraz ederek mahkemeyi yanıltmaya çalıştığını, yargıcın kararında “… H. A. is not admissible …” şeklinde hüküm kurduğunu ve bunun davanın reddi anlamına değil, davanın caiz olmadığı anlamına geldiğini yani FIFA’nın kendisini işbu uyuşmazlık tahtında görevsiz bulduğunu,

30. TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu Talimatı’nda 2015 yılında futbol kulüpleri, futbolcular ile menajerler arasında çıkacak uyuşmazlıklara münhasıran Uyuşmazlık Çözüm Kurulunun bakmaya yetkili olduğuna ilişkin düzenlemeler yapıldığını, müvekkilinin bu düzenlemeler doğrultusunda TFF’ye başvurduğunu, ancak tüm menajerlerin lisanslarının 09.06.2015 tarihinde TFF tarafından iptal edilmiş olduğunu, yeniden lisans başvurusunda bulunulmasına rağmen TFF’nin bu durumu bekletici mesele yapmayıp başvuruyu TFF’ye kayıtlı olunmadığı gerekçesiyle usulden reddettiğini,

31. Davalının, huzurdaki uyuşmazlığa benzer uyuşmazlıklarda asliye ticaret mahkemelerinin görevli olduğuna dair iddiasını ispat etmek maksadı ile dosyaya sunduğu E: 2012 / 260 sayılı uyuşmazlığa ilişkin kararın bir ara karar olduğunu ve anılan uyuşmazlığın hâlen derdest olduğunu, ayrıca işbu ara kararın huzurdaki davayla bağlantısız ve ilgisiz olduğunu,

32. Tarafların TFF’ye kayıtlı kulüp ve temsilci olmaları sebebiyle ihtilafa Türk hukukunun uygulanacağının tartışmasız olduğunu beyan etmiştir.

 

VI. Davacının 20.10.2017 Tarihli Beyan Dilekçesindeki İddiaları

33. Davacı vekili, bu dilekçesinde mahkemenin 1 numaralı ara kararı uyarınca, davacının temsilci sözleşmesinde adı geçen futbolcunun transferi konusunda yetkili menajer olup olmadığı hususunda TFF’den bilgi talep ettiğini, TFF’nin müzekkerede sorulan husus ile ilişkisiz şekilde dava konusu temsilci sözleşmesinde davacının imzasının bulunmadığını ve futbolcu ile davacı arasında akdedilen tescilli bir sözleşmenin mevcut olmadığını bildirdiğini,

34. Temsilci sözleşmesi altındaki imzanın müvekkilinin yetkili temsilcisi A. L. tarafında P.O. ifadesiyle müvekkilinin nam ve hesabına atılmış bir imza olduğunu, sözleşmenin taraflarının müvekkili ile X AŞ olduğunu ve sözleşmenin müvekkili nam ve hesabına onun yetkili temsilcisi tarafından imzalanmış olmasının sözleşmenin geçerliliğine etkisi olmadığını, davalının da sözleşmenin tarafları veyahut geçerliliği hususunda bir itirazı bulunmadığını belirtmiş ve önceki dilekçelerindeki beyanlarını yinelemiştir.

 

VII. TFF’nin 27.10.2017 Tarihli Müzekkere Cevabı

35. TFF anılan cevap yazısında H. A.’nın … lisans numaralı futbolcu menajeri olduğunu, ilk lisansını 01.09.2001 tarihinde aldığını ve 10.07.2015 tarihine kadar lisanslı menajerlik yaptığını, 10.07.2015 tarihinde lisansının iptal edildiğini ve yeni talimatın yürürlüğe girmesiyle birlikte 02.06.2016 tarihinde yeniden lisans aldığını, hâlen lisanslı futbolcu menajeri olduğunu belirtmiştir.

 

VIII. Bilirkişi Raporu

36. Bilirkişi 24.05.2018 tarihli raporunda temsilcilik sözleşmesinde futbolcu temsilcisinin ücretinin futbolcunun sözleşme bedeli üzerinden belirlendiğini bu nedenle futbolcunun ücrete hak kazanamadığı yani sözleşmesinin feshedildiği sezona ilişkin bedeli, futbolcu temsilcisinin de talep edemeyeceği sonucuna varmıştır.

 

IX. Davacının Bilirkişi Raporuna İtiraz Dilekçesi

37. Davacı vekili 12.06.2018 tarihli dilekçesinde, dava konusunun sözleşme kapsamında davalıya sunulan hizmete istinaden müvekkilinin ücret alacağı olduğunu, bilirkişinin raporunda bahsettiği FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı m. 20 ile TFF Futbol Menajerleri ile Çalışma Talimatı m. 14 / f. 2’nin huzurdaki dava ile ilgisinin olmadığını, kaldı ki ilgili olsaydı dahi uygulanacak talimatın şu an yürürlükte olan talimat değil sözleşmenin kurulduğu 2013 senesinde geçerli olan Futbolcu Temsilcileri Talimatı olduğunu ve işbu talimata aykırı bir durumun da bulunmadığını,

38. Taraflar arasındaki hukukî ilişkinin simsarlık hükümlerine göre neticelendirilmesi gerektiğini, bilirkişinin sözleşmede yapmış olduğu “her bir taksit transfer ve ara transfer dönemine denk gelmektedir” tespitine ilişkin sözleşmede hiçbir düzenleme olmadığını ve sözleşmenin taksitlendirilmesindeki tek sebebin davalının mali durumuna istinaden yönelttiği talep olduğunu, Türkiye’de menajerlik ifadesinin 2015 Haziran ayı itibariyle uygulama alanı bulan bir sıfat olduğunu, bunun öncesinde sözleşmede de bahsedildiği gibi futbolcu temsilcisi ibaresinin kullanıldığını,

39. Müvekkilinin dosyaya ibraz edilen sözleşme kapsamında futbolcunun değil davalı X AŞ’nin temsilcisi olduğunu, futbolcunun ilerleyen kariyer planlarına ilişkin müvekkilinden bir beklentisinin söz konusu olmasının mantık dışı olduğunu, temsilcilik sözleşmesindeki hizmetin, futbolcu F. M.’nin X AŞ bünyesine katılımını sağlamaktan ibaret olduğunu, bunun haricinde temsilcinin futbolcunun transfer bedellerine veyahut sözleşmede belirlenen taksitlerin futbolcunun sözleşmesinin devam edip etmemesine göre ödeneceğine ilişkin bir taahhüt veya kabulün söz konusu olmadığını,

40. Taraflar arasındaki taksitlendirmenin davacının ücretinin ödenmesi noktasında bir vadelendirmeye dair olduğunu, bilirkişinin müvekkili tarafından gönderilen ihtarları göz ardı edip faiz alacağı hesabını yapmadığını, müvekkilinin alacağının likit olduğunu ve bilirkişinin buna istinaden %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet ve icra inkâr tazminatı belirlemesi gerekirken belirlemediğini beyan etmiştir.

 

X. Davalının Bilirkişi Raporuna İtiraz Dilekçesi

41. Davalı vekili 18.06.2018 tarihli dilekçesinde bilirkişi görüşüne kısmen katıldığını ancak bilirkişinin bazı hususlara değinmesi gerekirken değinmediğini, bilirkişinin HMK m. 216 uyarınca sözleşme aslının dosyaya sunulması gerekirken sunulmadığı hususuna, sözleşme A. Spormarketing International GmbH ticaret unvanlı ticaret şirketinin temsilcisiyle imzalandığı için sözleşmeye dayanma hakkının davacıya değil şirkete ait olduğu dolayısıyla da davanın aktif husumet ehliyeti eksikliği nedeniyle reddi gerektiği hususuna, davacının HMK m. 84 / f. 1, b. a uyarınca teminat yatırması gerekirken yatırmadığı hususuna, uyuşmazlığın tahkim şartı sebebiyle tahkim yoluyla çözülmesi gerektiği hususuna, menajerin ücrete hak kazanamadığı hususuna değinmesi gerektiğini belirtmiştir.



XI. Davacının, Davalının Bilirkişi Raporuna İtiraz Dilekçesine Karşı Beyan Dilekçesi

42. Davacı vekili, 24.09.2018 tarihli dilekçesinde, davalının yeni ortaya koyduğu beyanlarının iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında olduğunu, böyle bir genişletmeye muvafakatlerinin olmadığını, sözleşme aslının talep edilmesinin hiçbir mantığı olmadığını zira gerek davalı tarafça sözleşmenin varlığı kabul edilip ödemenin yapılmış olduğunu, gerekse de bilirkişi tarafından sözleşmenin geçerliliğinin tespit edilmiş durumda olduğunu,

43. Davalının, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığına ilişkin iddialarının tamamen dayanaksız olduğunu zira müvekkilinin sözleşmenin tarafı olduğunu, müvekkilinin teminat yatırması gerektiği hususunun dayanaksız olduğunu zira Almanya ve Türkiye arasında var olan mütekabiliyet anlaşması uyarınca Almanya’da mukim olan kişilerden Türkiye’deki yargılamalar için teminat alınmayacağını,

44. TFF Uyuşmazlık Çözüm Kuruluna başvurulduğunu, fakat kurulun görevsizlik kararı verdiğini, bu karara karşı TFF Tahkim Kuruluna itiraz edildiğini, ancak Tahkim Kurulunun bu kararı onadığını, kaldı ki icra takibine veyahut huzurdaki davanın hak düşürücü sürelere bağlı usulî işlemlerine karşı hiçbir itirazda bulunulmamışken şimdi yapılan itirazların iddianın genişletilmesi kapsamında olduğunu ve muvafakatlerinin bulunmadığını beyan etmiş ardından da,

45. Önceki dilekçelerindeki talep ve beyanlarını yineleyerek ek bilirkişi raporu talebinde bulunmuştur.

 

XII. Mahkemenin 09.10.2018 Tarihli Duruşması

46. Mahkeme, ilk bilirkişiden ek rapor alınmasına karar vermiştir.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

47. Taraflar arasındaki uyuşmazlıkta davacı vekili, müvekkili ile davalı X AŞ arasında 18.07.2013 tarihinde “Temsilci Sözleşmesi” başlıklı sözleşmenin imzalandığını, sözleşme uyarınca davalının, müvekkiline ödemeyi taahhüt ettiği 500.000- Euro’luk ücretin bir kısmını ödemiş olduğunu, ancak geri kalan meblağı ödemediğini, bunun için davalı tarafa üç kez ihtarname keşide edilmiş olmasına rağmen davalının geri kalan taksitleri ödemediğini, taraflar arasındaki sözleşmenin hukukî niteliği itibariyle bir simsarlık sözleşmesi olduğunu, müvekkilinin Türk Borçlar Kanunu’nun simsarlık sözleşmesine ilişkin 520 vd. maddeleri uyarınca ücret alacağına hak kazandığını, ödenmemiş olan ücretinin müvekkiline yasal faizi ile birlikte ödenmesi gerektiğini, davalının işbu ücret alacağının tahsili için başlatılan icra takibine haksız şekilde itiraz etmiş olduğunu, bu nedenle davalı aleyhine takibe esas alacağın % 20’sinden az olmamak kaydıyla icra inkâr ve kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

48. Davalı ise işbu sözleşme uyarınca davacının ücret alacağının 8 taksite bölünmüş olduğunu, ancak davacının kendileriyle sözleşme yapma hususunda aracılık etmiş olduğu futbolcu F. M.’nin 29.08.2014 tarihinde yurtdışında bir takıma transfer olduğunu, sözleşme gereği davacının futbolcuyla anlaşma sağlanmasına ve futbolcunun kulübe sözleşme süresince hizmet etmesine aracılık edeceğinin ve dolayısıyla futbolcu ile sözleşme karşılıklı feshedildiği için davacının 2014-2015 sezonu ücretine hak kazanamadığını iddia etmiş ve davanın reddini talep etmiştir.

49. O hâlde, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekmektedir:

a. Uyuşmazlığın adli yargıda ele alınması mümkün müdür?
b. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin hukukî niteliği nedir?
c. Sözleşmenin simsarlık sözleşmesi olarak nitelendirilmesi ihtimalinde simsarın ücrete hak kazanmasının şartları nelerdir?
d. Davacı simsarlık ücretine hak kazanmış mıdır?
e. Davalının, davacının ücret alacağının ancak bir kısmını talep edebileceği yönündeki savunması doğru mudur?
f. Davalı, davacının ücretini ödeme borcunu ifada temerrüde düşmüş müdür?
g. Davalının futbolcu ile yaptığı sözleşmeyi karşılıklı anlaşma ile sonlandırmış olmasının somut olayda bir etkisi var mıdır?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

I. Uyuşmazlığın adli yargıda ele alınması mümkün müdür?

50. Bu sorunun çözüme kavuşturulması için taraflar arasındaki sözleşmede nasıl bir düzenleme yapıldığını ve uyuşmazlığın adli yargıda ilk derece mahkemesi nezdinde görülmeye başlanmasından önceki safahatın incelenmesi gerekir.

 

1. FIFA Oyuncular Statüsü Komitesi’nin yargı yetkisi

51. Temsilci sözleşmesinin “Yetkili Yargı” kenar başlıklı 3. maddesi aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“İşbu sözleşmeden kaynaklanabilecek ihtilafların çözümünde TFF, FIFA ve Lozan, İsviçre’de bulunan Spor Tahkim Mahkemesi (Court of Arbitration for Sport) yetkilidir.”

52. Davalı tarafın dilekçelerinde belirttiği üzere FIFA menajerlik ilişkilerini düzenlemek adına 2008 yılında “FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı” başlıklı talimatı benimsemiştir. Davalı taraf, davacının Almanya Futbol Federasyonu’na kayıtlı olduğunu dolayısıyla da anılan talimatın 30. maddesinin 2. fıkrası gereği uyuşmazlık hâlinde FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’ne başvurma zorunluluğu altında olduğunu iddia etmiştir.

53. Hemen belirtmek gerekir ki, FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın 30. maddesinin 2. fıkrası aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“In the case of international disputes in connection with the activity of players’ agents, a request for arbitration proceedings may be lodged with the FIFA Players’ Status Committee.”

54. Bu ifadenin dilimize şu şekilde çevrilmesi mümkündür:

“Futbolcu menajerinin faaliyetleri ile bağlantılı uluslararası uyuşmazlıklar halinde, tahkim yargılaması için FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’ne başvurulabilir.”

55. Görüldüğü üzere bu hüküm, futbolcu temsilcilerinin uluslararası nitelikteki yani yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarında tarafların tahkim talebini FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’ne sunabilmelerine imkân tanımıştır. Davalı somut olayda her ne kadar davacının Almanya Futbol Federasyonu’na kayıtlı bir menajer olduğunu iddia etmiş ise de dosyada bu konuda herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Bilakis dosyaya TFF tarafından sunulan açıklamalara göre, davacı TFF nezdinde lisanslı futbolcu temsilcisidir. Sözleşmenin diğer tarafını oluşturan davalı X AŞ de Türkiye’de kurulmuş bir anonim şirkettir. O hâlde, ortada futbolcu temsilcisi ile davalı arasında futbolcu temsilcisinin faaliyetlerinden kaynaklanan uluslararası nitelikte bir uyuşmazlık yoktur; bir diğer söyleyişle taraflar arasında yabancılık unsuru taşıyan bir uyuşmazlık yoktur. Dolayısıyla taraflar arasındaki uyuşmazlığın mutlaka FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği iddiası kabul edilemez

56. Nitekim FIFA 30.01.2015 tarihinde davacıya gönderdiği yazıda aynen şu açıklamayı yapmıştır:

“… In this respect and based on the information and documents currently in our possession, we understand that you appear to be a players’ agent licensed by the Turkish Football Federation and that you would like to lodge a complaint in front of FIFA against Turkish club, X AS.

In view of the above, we would like to refer you the content of art. 30 par. 2 of the Players’ Agents Regulations, which provides that the Players’ Status Committee is competent to deal with international disputes in connection with the activity of players’ agents …”

57. Bu ifadenin dilimize şu şekilde çevrilmesi mümkündür:

“… Elimizde bulunan mevcut bilgi ve belgelere istinaden TFF’ye kayıtlı bir futbolcu menajeri olduğunuzu ve FIFA huzurunda Türk Kulübü X AŞ’ye karşı şikâyette bulunduğunuzu anlıyoruz.

 Yukarıdaki bilgiler ışığında, tarafınıza FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın 30. maddesinin 2. bendinin içeriğini bildirmek isteriz ki FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi futbol menajerinin faaliyetleri ile bağlantılı uluslararası uyuşmazlıkları çözmekle yetkilidir. …”

58. Görüldüğü üzere FIFA da taraflar arasındaki uyuşmazlığın uluslararası niteliği olmadığı için FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’nin uyuşmazlık hakkında görevli olmadığını beyan etmiştir. Kaldı ki FIFA Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın 30. maddesinin 2. fıkrası davalının iddia ettiğinin aksine tahkime başvuruyu bir zorunluluk olarak düzenlememiştir. Bir diğer söyleyişle FIFA talimatları futbol ailesine dahil kişilerin devlet mahkemeleri nezdinde hak arama hürriyetlerini ellerinden almamaktadır.

59. Hâl böyle olmasına rağmen davacı her nasılsa FIFA Oyuncu Statüleri Komitesi’ne başvurmuş ancak Komitenin görevlendirdiği tek hakem G. T. eliyle yapılan yargılamada 23.09.2015 tarihinde verilen gerekçesiz kararda İngilizce “… The claim of the Claimant, H. A., is not admissible …” ifadesine, Almanca “… Die Klage des Klägers, H. A., ist nicht zulässig …” ifadesine yer verilmiştir ki her iki ifadenin de dilimize “… Davacı H. A.’nın davası caiz (dinlenebilir) değildir …” şeklinde çevrilmesi mümkündür.

 

2. TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulunun yargı yetkisi

60. Davacı daha sonra dava konusu alacağın tahsili için Türkiye Futbol Federasyonu Uyuşmazlık Çözüm Kuruluna müracaat etmiş ancak Uyuşmazlık Çözüm Kurulu davacının TFF nezdinde lisanslı futbolcu temsilcisi olmaması gerekçesiyle davacının başvurusunu usulden reddetmiştir.

61. Hâlbuki TFF, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiş olduğu 27.10.2017 tarihli yazıda, davacının 01.09.2001 tarihinden 10.07.2015 tarihine kadar TFF nezdinde lisanslı futbolcu temsilcisi sıfatının olduğunu beyan etmiştir. Ancak, davacının lisansı da TFF’nin konuya ilişkin yeni talimatının 10.07.2015 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte diğer tüm futbolcu temsilcilerinin lisansı gibi iptal edilmiştir. Bu durum TFF’nin 10.06.2015 tarihli yazısıyla davacıya bildirilmiştir.

62. Davacı yeni lisans alabilmek için TFF’ye başvurmuş fakat Uyuşmazlık Çözüm Kurulu yeni başvuru yapılmadığını bildirerek davayı 04.05.2016 tarihli görevsizlik kararıyla usulden reddetmiştir. Davacı 06.09.2016 tarihinde işbu karara karşı TFF Tahkim Kuruluna başvurmuş fakat TFF Tahkim Kurulu işbu kararı 22.09.2016 tarihinde onamıştır.

63. Görüldüğü üzere davacı, davalının dilekçelerinde bahsettiği tahkim sürecini yürütmüş ancak yaptığı başvurular usuli nedenlerle reddedilmiş ve uyuşmazlık adli yargıda ilk derece mahkemelerinin önünde görülmeye başlanmıştır.

 

3. Adli yargının yetkisi

64. Huzurdaki davada davalı X AŞ vekili, taraflar arasındaki sözleşmede tahkim kaydı bulunduğu gerekçesiyle davanın ilk derece mahkemesince görülmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür.

65. Yukarıda da vurguladığımız üzere taraflar arasındaki sözleşmenin “Yetkili Yargı” kenar başlıklı 3. maddesinde aynen şu hükme yer verilmiştir:

“İşbu sözleşmeden kaynaklanabilecek ihtilafların çözümünde TFF, FIFA ve Lozan, İsviçre’de bulunan Spor Tahkim Mahkemesi (Court of Arbitration for Sport) yetkilidir.”

66. Hükmün bu düzenlemesine göre davacının huzurdaki davasını adli yargıda açmaması gerekir. Esasen davacı da uyuşmazlığı huzurdaki mahkemenin önüne getirinceye kadar gerek FIFA Oyuncular Statüsü Komitesi ve gerekse TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu nezdinde yargılama yapılmasını talep etmiş; ancak, bu talepleri usuli gerekçelerle reddedilmiştir.

67. Her ne kadar davacı, özellikle FIFA nezdindeki girişimini kanun yoluna götürmek imkânına sahip olmasına rağmen bu yolu tercih etmeyip davasını adli yargıda açmış ise de kendisine karşı tahkim itirazında bulunulması mümkün değildir. Zira tahkim itirazı ilk itirazlar arasındadır. Dolayısıyla davalının tahkim itirazını cevap dilekçesinde ileri sürmesi gerekirdi. Oysaki, davalı tahkim itirazını cevap dilekçesinde ilk itirazları arasında ileri sürmemiştir. O hâlde, davalının tahkim itirazlarının dinlenmesi mümkün değildir.

68. Gerçekten de HMK m. 116 şu şekilde kaleme alınmıştır:

“İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir: … Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı …”

69. HMK m. 116’da sınırlı sayıda sayılan ilk itirazların dilekçeler teatisi sırasında cevap dilekçesinde ileri sürülmedikçe dinlenmesi mümkün değildir. Zira HMK m. 117 / f. 1 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“İlk itirazların hepsi cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır; aksi hâlde dinlenemez.”

70. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de T: 24.10.2017, E: 2016 / 3383, K: 2017 / 5688 sayılı kararında tahkimin bir ilk itiraz olduğu ve cevap dilekçesinde ileri sürülmediği takdirde daha sonra tahkim itirazının kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır(1) :

“… HMK m. 116 uyarınca “tahkim” ilk itirazlar arasında sayılmıştır. HMK m. 117 uyarınca, ilk itirazların mutlaka cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir. Daha sonra sunulan tahkim ilk itirazının dinlenilmesi imkânı bulunmamaktadır. Davaya cevap dilekçesi verme süresi ise HMK m. 127’ de dava dilekçesinin tebliğinden itibaren 2 hafta olarak öngörülmüştür. Söz konusu süre hak düşürücü süre olup re’sen dikkate alınması … gerekirken …”

71. Dolayısıyla uyuşmazlığın adli yargıda görülmesi mümkündür. Davalı bu ihtimalde de görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olmayıp asliye ticaret mahkemesi olduğunu iddia etmiştir. Bu iddianın aşağıda ayrı bir başlık altında incelenmesi yerinde olacaktır.

 

4. Asliye ticaret mahkemesinin görevli olup olmadığı sorunu

72. Davalı 13.03.2017 tarihli dilekçesinde görev hususunda da bir itirazda bulunmuş ve görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğunu iddia etmiştir.

73. Asliye ticaret mahkemeleri, dava konusunun miktar ve değerine ilişkin herhangi bir sınır olmaksızın ticari davaların çözümlendiği özel mahkemelerdir(2) . Bu husus TTK m. 5 / f. 1’de aynen şu şekilde düzenlenmiştir:

“Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.”

74. Ticari davalar ise TTK m. 4’te aynen şu şekilde düzenlenmiştir:

“(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;

a) Bu Kanunda,

b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,

c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,

d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,

e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,

f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır. …”

75. Hükmün bu düzenlemesine göre ticari davalar mutlak ve nispi ticari davalar olarak ikiye ayrılırlar. Mutlak ticari davalar Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş hususlara ilişkin ihtilaflardır. Nitekim doktrinde Pekcanıtez / Atalay / Özekes mutlak ticari davaları aynen şu şekilde açıklamıştır(3) :

“… Türk Ticaret Kanunu’nda veya özel Kanunlarda, açıkça ticari dava oldukları ve ticaret mahkemesinde bakılacakları öngörülmüş olan davalar (TTK m. 5 / 2) mutlak ticari dava sayılır. Mutlak ticari davalarda, tarafların tacir olup olmadıkları veya yapılan işin ticari iş olup olmaması önemli değildir. …”

76. Somut olayda uyuşmazlık Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen bir konuya ilişkin değildir. Bilakis uyuşmazlık Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen simsarlık sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. O hâlde, uyuşmazlığın mutlak ticari dava niteliğine sahip olduğu iddia edilemez.

77. Nispi ticari davalar ise konusu esasen hukuk davasının konusunu teşkil eden ve fakat uyuşmazlığın her iki tarafının da tacir olduğu ve uyuşmazlığın her iki tarafın da ticari işletmesini ilgilendirdiği davalardır. Nispi ticari bir davanın varlığından söz edilebilmesi için anılan her iki şartın da gerçekleşmesi gerekir(4) . Oysaki somut uyuşmazlığın her iki tarafı tacir olmadığı gibi uyuşmazlık her iki tarafın ticari işletmesini de ilgilendiriyor değildir.

 

5. Asliye hukuk mahkemesinin görevli olup olmadığı sorunu

78. Asliye hukuk mahkemeleri, malvarlığı ve şahıs varlığı haklarından doğan uyuşmazlıklarda dava konusunun değerine bakılmaksızın görevlidirler.

79. Nitekim asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına ilişkin düzenlemenin yer aldığı HMK m. 2 / f. 1 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.”

80. Malvarlığı ve şahıs varlığından doğan uyuşmazlıklar dışında asliye hukuk mahkemeleri diğer hukuk davalarına bakmakla da görevlidir. Doktrinde Kuru, hukuk davalarına ilişkin olarak aynen şu açıklamayı yapmıştır(5) :

“… Ticari davalar asliye ticaret mahkemesinin görevine girer (TK m. 5); hukuk davaları, asliye hukuk mahkemesinin görevine girer (HMK m. 2). Ticari davalar dışındaki bütün davalar hukuk davasıdır. …”

81. Yani eğer somut uyuşmazlık yukarıda ticari davaların açıklanmış olduğu (4) numaralı başlıkta incelenen sorun çerçevesinde ticari dava niteliğinde bir uyuşmazlık değilse, bir hukuk davasının konusunu teşkil etmektedir.

82. Kanun koyucu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun konuyla ilgili 2. maddesinin 2. fıkrasında şu düzenlemeyi sevk etmiştir:

“Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.”

83. Dolayısıyla görev hususunda varılması gereken sonuç şudur: Sulh hukuk mahkemelerinin veyahut kanunda düzenlenmiş diğer özel mahkemelerden birinin (asliye ticaret mahkemesi, iş mahkemesi, aile mahkemesi vb.) görev alanına girmeyen hukuk davaları asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına girer.

84. Somut olayda da asliye ticaret mahkemesinin veyahut başka bir özel mahkemenin görev alanına giren bir uyuşmazlık söz konusu olmadığı için uyuşmazlık asliye hukuk mahkemesinin görev alanına girmektedir. O hâlde davaya asliye hukuk mahkemesince bakılması gerekir.

II. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin hukukî niteliği nedir?

85. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 520. maddesi aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Simsarlık sözleşmesi, simsarın taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması hâlinde ücrete hak kazandığı sözleşmedir. …”

86. Kanuni tanımdan hareketle simsarlığın unsurlarına ilişkin doktrinde Yavuz / Acar / Özen aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(6) :

“… a) Simsarlık ilişkisinin tarafları simsar ile iş sahibidir ve simsar, iş sahibi için, konusu özel olarak belirlenmiş bir vekalet edimi üstlenmiştir. O (simsar), iş sahibi için yerine getireceği faaliyetin karşılığında ücret alacaktır.

b) Simsarlık faaliyetinin konusu, çeşitli işlere ilişkin sözleşmelerin kurulması hususunda aracılık etmektir. Bu aracılık faaliyeti, bir sözleşme kurma fırsatı vermek şeklinde olabileceği gibi bir sözleşme görüşmesi için aracılık etmek şeklinde de olabilir…

c) Simsarlık ilişkisi, simsar ile iş sahibi arasında yapılan bir sözleşme ile kurulur. Simsar ile iş sahibi arasında sürekli bir hukuki bağlantı yoktur. … Simsarlık faaliyeti sonucu kurulacak sözleşme (asıl sözleşme), herhangi nitelikte bir sözleşme olabilir. …”

87. Dolayısıyla simsarlık sözleşmesinde, bir taraf (simsar) diğer tarafa (işsahibine) onun üçüncü bir kişiyle sözleşme kurması için aracılık etmeyi taahhüt etmekte, diğer taraf da (işsahibi de), sözleşmede belirlenen aracılık hizmetleri sonucunda üçüncü kişi ile arzu ettiği sözleşme kurulduğunda, simsara aracılık hizmetlerinin karşılığında bir ücret ödemeyi taahhüt etmektedir.

88. Simsarlık sözleşmesine de diğer işgörme sözleşmelerinde de görüldüğü üzere vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanır. Zira TBK m. 520 / f. 2’de aynen şu hükme yer verilmiştir:

“Simsarlık sözleşmesine, kural olarak vekâlete ilişkin hükümler uygulanır.”

89. Dolayısıyla simsarlık sözleşmesinin, vekâlet sözleşmesinin özel düzenlenmiş bir şekli olduğu ileri sürülebilir. Simsar, aracılık faaliyetini çeşitli şekillerde yerine getirebilir. Simsar yalnızca vekâlet verenin yani iş sahibinin arzusuna uygun şekilde sözleşme akdetmeye niyetli kişileri bulup ona bildirme yoluna gidebilir. Bu şekildeki aracılık faaliyetine öğretide “fırsat gösterme simsarlığı” denir. Simsar, üçüncü kişiyi, işsahibiyle sözleşme akdetmesi hususunda ikna etme yoluna da gidebilir. Bu şekildeki aracılık faaliyetine öğretide “aracılık simsarlığı” denir. Simsar, üçüncü kişiyi vekâlet veren ile sözleşme görüşmelerinde bulunmaya ikna etmekle de yetinebilir. Buna doktrinde “yönlendirici simsarlık” denir(7) .

90. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında şu değerlendirmenin yapılması gerekir. Somut olayda davacı H. A. ile davalı X AŞ arasında 18.07.2013 tarihinde imzalanmış bir sözleşme vardır. Bu sözleşmenin başlığı “Temsilci Sözleşmesi”dir. Bu sözleşmenin daha ikinci maddesinde taraflar sözleşmenin konusunu ve taraflara düşen asli edim yükümlülüklerini düzenlemişlerdir. Bilindiği üzere asli edim yükümlülükleri sözleşmenin tipini belirlerler; bir diğer söyleyişle, sözleşmenin hukuken nasıl nitelendirilmesi gerektiğini gösterirler. Taraflar arasındaki sözleşmenin “Sözleşmenin Konusu” kenar başlıklı 2. maddesinde aynen şu hükme yer verilmiştir:

“Profesyonel Futbolcu F. M. ile X AŞ Sportif Yatırım ve Futbol İşletmeciliği Anonim şirketi arasında 16.07.2013 – 31.05.2015 dönemi için profesyonel futbolcu sözleşmesi imzalanması hususunda verdiği hizmetler karşılığında futbolcu temsilcisine 500.000.-€ net (beşyüzbin EURO) aşağıdaki ödeme planına göre ödenecektir.”

91. Görüldüğü üzere bu düzenleme çerçevesinde davacı H. A.’nın yükümlülüğü davalı X AŞ ve futbolcu F. M. arasında profesyonel futbolcu sözleşmesi kurulması için aracılık etmektir. Davalı da davacıya bu ediminin karşılığında üçüncü kişi ile arzu ettiği sözleşme kurulacak olursa bir ücret ödemeyi üstlenmiştir. O hâlde bu sözleşmenin bir simsarlık sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekir.

 

III. Sözleşmenin simsarlık sözleşmesi olarak nitelendirilmesi ihtimalinde simsarın ücrete hak kazanmasının şartları nelerdir?

92. Adi vekalet ilişkisinden farklı olarak simsarlık sözleşmesinde simsar için bir ücret kararlaştırılması söz konusudur. Yani ücret unsuru, simsarlık sözleşmesinin objektif esaslı unsurudur(8) . Nitekim TBK m. 520 / f. 1’de bu husus aynen şu şekilde hüküm altına alınmıştır:

“Simsarlık sözleşmesi, simsarın taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması hâlinde ücrete hak kazandığı sözleşmedir.”

93. TBK m. 520 / f. 1’de açıkça vurgulandığı ve doktrinde de isabetle belirtildiği üzere simsarın ücret alacağı simsarın aracılık etmeyi üstlendiği sözleşmenin geçerli olarak kurulması ile doğar. Nitekim Türk Borçlar Kanunu’nun “hak etme zamanı” kenar başlıklı 521. maddesinin 1. fıkrasında simsarın ücrete ne zaman hak kazanacağı konusu aynen şu şekilde hüküm altına alınmıştır:

“Simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır.”

94. Nitekim doktrinde Yavuz / Acar / Özen simsarın ücretini hak etmesi ile ilgili olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuşlardır(9) :

“… TBK. m. 521 vd. düzenleme içinde, simsarın ücret alacağının doğumu için şu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir:

a) … Fakat asıl sözleşmenin geçerli olarak kurulması lazım ve yeterlidir. Ücret alacağının doğumu için, bu sözleşmenin ifa edilmesi gerekli değildir. … Taraflar, asıl akit kurulmamış olsa bile, ücret ödenmesini kararlaştırabilecekleri gibi ücretin, sözleşmenin ifa edilmesi halinde ödeneceğini de kararlaştırabilirler.

b) Asıl sözleşmenin kurulması ile simsarın faaliyeti arasında nedensellik ilişkisi bulunmalıdır. TBK. m. 521 f. 1, bu şartı, “yaptığı faaliyet sonucunda” sözleriyle ifade etmiştir. …

c) TBK. m. 523’te düzenlenen ve simsarın ücret ve giderlere ilişkin alacağının kaybı sonucunu doğuracak durumlardan birinin gerçekleşmemesi lazımdır. …”

95. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da T: 13.12.2018, E: 2017 / 13-621, K: 2018 / 1929 sayılı kararında konuyla ilgili olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(10) :

“… Simsarın ücrete hak kazanma zamanı ve giderlere ilişkin alacağını düzenleyen TBK’nın 521. maddesine göre “simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır” (521 / 1). Böylece simsar, sözleşme konusu hizmetin bir akdin kurulmasıyla sonuçlanması durumunda ücrete hak kazanmaktadır. Simsar söz konusu hizmeti yerine getirmezse ücret alacağı elde edemeyecektir. Ancak sözleşmede aksi kararlaştırılabileceği gibi işin niteliğinden de aksi sonuca varılabilir. …”

 

IV. Davacı simsarlık ücretine hak kazanmış mıdır?

96. Somut olayda davalı X AŞ ile davacı simsar H. A. arasında imzalanan 18.07.2013 tarihli “Temsilci Sözleşmesi” başlıklı sözleşmenin 2. maddesinde simsarın ücret alacağı hususunda şu düzenleme yapılmıştır:

“Profesyonel Futbolcu F. M. ile X AŞ Sportif Yatırım ve Futbol İşletmeciliği Anonim şirketi arasında 16.07.2013 – 31.05.2015 dönemi için profesyonel futbolcu sözleşmesi imzalanması hususunda verdiği hizmetler karşılığında futbolcu temsilcisine 500.000.-€ net (beşyüzbin EURO) aşağıdaki ödeme planına göre ödenecektir.”

97. İşbu düzenleme uyarınca davacı, davalı ile futbolcu arasında profesyonel futbolcu sözleşmesi akdedilmesini sağlamakla yükümlüdür. Davalı ise işbu sözleşmenin akdedilmesi hâlinde davacıya 500.000 € ödeme yükümlülüğü altına girmiştir.

98. Somut olayda davalı da profesyonel futbolcu F. M. ile bir profesyonel futbolcu sözleşmesi yapıldığını kabul etmektedir. Dolayısıyla davacının simsarlık ücretine hak kazandığı hususunda hiçbir tereddüt yoktur.

 

V. Davalının, davacının ücret alacağının ancak bir kısmını talep edebileceği yönündeki savunması doğru mudur?

99. Somut uyuşmazlıkta davalı, simsarın yükümlülüğünün futbolcunun 16.07.2013- 31.05.2015 dönemi için kulübe bağlı olarak çalışmasını sağlamak olduğunu, futbolcunun sözleşmesinin ara transfer sezonunda 29.08.2014 tarihinde karşılıklı olarak feshedildiğini, bu sebeple simsarın fesihten sonraki dönem için ücret alacağına hak kazanamadığını iddia etmiştir.

100. Yukarıda da açıklandığı üzere simsarın ücret alacağı, aksi sözleşmede kararlaştırılmadığı müddetçe, aracılık etmeyi taahhüt ettiği asıl sözleşme geçerli olarak kurulduğu an doğar. Somut olayda taraflar arasındaki sözleşme maddesine göre simsarın ücret talep edebilmesi için futbolcu F. M.’nin 16.07.2013–31.05.2015 dönemi için X AŞ ile profesyonel futbolcu sözleşmesi kurulmasını sağlaması gerekmektedir.

101. Simsarın işbu sözleşmedeki aslî edimi futbolcunun X AŞ ile sözleşme yapmasını sağlamaktır. Davalının iddia ettiği şekilde simsarın sözleşme kurulduktan sonra futbolcunun o takımda bahsedilen dönemler arasında oynamasını sağlamak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Sözleşmede bahsedilen “16.07.2013–31.05.2015” tarih aralığı davalı X AŞ’nin futbolcuyu takımda bulundurmak hususunda yaptığı gelecek dönem planıdır, aksi iddia edilen şekilde simsarın bu dönemlerde futbolcunun kulüpte oynamaya devam edeceğine yönelik bir iddiası veya taahhüdü sözleşmeden anlaşılamamaktadır.

102. Davalı, sözleşmede simsarın ücret alacağının 8 takside bölündüğünü, zira tarafların simsarın ücret alacağının futbolcunun ücreti baz alınarak yüzde şeklinde ödenmesi hususunda anlaştıklarını iddia etmiştir. Oysaki sözleşmede tarafların simsarın ücretinin futbolcunun davalı kulübe profesyonel futbolcu sözleşmesi ile bağlı olduğu sürece ve ancak bu oranda (pro rata ücret) ödeneceği hususunda hiçbir açık düzenleme yoktur. Tam aksine, simsarın ücret alacağı sözleşmede net 500.000 € olarak belirlenmiş ve işbu net bedelin 8 eşit taksitte (62.500 € olarak) ödenmesi kararlaştırılmıştır.

103. Nitekim Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de somut uyuşmazlığa benzer başka bir uyuşmazlıkta aynı değerlendirmelerde bulunmuş ve sözleşmeden aksi anlaşılmadığı sürece simsarın ücretinin kulüpte oynamasına aracılık ettiği futbolcunun kulüple olan sözleşmesel bağı devam ettiği sürece ve bu oranda ödenmesine karar verilemeyeceği sonucuna varmıştır. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, T: 26.5.2014, E: 2013 / 15789, K: 2014 / 16309 sayılı emsal kararında aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(11) :

“… Mahkemece, menajerlik ücretinin dava dışı futbolcunun davalı kulüpte oynayacağı futbol sezonlarına göre kararlaştırıldığı, futbolcu Devid Durmaz’ın 2010-2011 sezonunda davalı kulüple futbol oynamadığı bu sebeple davacı menajerin de menajerlik ücretine hak kazanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

İncelenen dosya içeriğine göre, davacıyla davalı arasında geçerli bir menajerlik ücret sözleşmesi mevcut olup, sözleşme kapsamında taahhüt edilen hizmetin verilerek, dava dışı futbolcunun transferine dair 26.8.2009 başlangıç 31.5.2012 bitiş tarihli profesyonel futbolcu sözleşmesinin imzalandığı hususunda uyuşmazlık bulunmayıp, esasen bu hususlar mahkemenin de kabulündedir. Uyuşmazlık, menajerlik ücretinin dava dışı futbolcunun davalı kulüpte oynayacağı futbol sezonlarına göre sezon başı ücret olarak mı belirlendiği yoksa ücretin tek kalem olarak belirlenmiş olup, vadelendirme yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.

Dosya içerisinde mübrez, davalıyla davacı temsilcisi arasında imzalanan 28.7.2009 tarihli sözleşmeyle futbolcu Devid Durmaz’ın Denizli Spor Kulübüne 31.5.2012 tarihine kadar transfer edilmesiyle menajerlik ücret ödemesi olarak 2009-2010 sezonu için 10.000 Euro, 2010-2011 sezonu için 10.000 Euro, 2011-2012 sezonu için 10.000 Euro’nun 30.10.2011 tarihinde ödeneceğinin kararlaştırılarak toplam ödemenin 30.000 Euro olduğunun hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, sözleşme metnindeki ücrete dair ifadelerin, menajerlik ücretinin dava dışı futbolcunun davalı kulüpte oynayacağı futbol sezonlarına göre sezon başı ücret olarak kararlaştırıldığı, futbolcu Devid Durmaz’ın 2010-2011 sezonunda davalı kulüpte futbol oynamadığı bu sebeple davacı menajerin de 30.10.2010 tarihinde ödenmesi gereken menajerlik ücretine hak kazanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmakta ise de, sözleşmedeki bu ifade biçiminin, “davacının ücretinin sezonluk olarak belirlendiği” şeklinde yorumlanmasına olanak bulunmamaktadır.

Zira B.K. 19. maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere; sözleşmenin şekil ve şartları belirlenirken akitte yer alan sözlere değil, tarafların gerçek iradelerinin ne olduğuna bakılmak gerekmektedir. Taraflar arasında B.K. madde 520 gereğince geçerli bir simsarlık sözleşmesi olup, simsarın yaptığı çalışmanın akte dönüşmesi halinde ücret talep edebileceği de izahtan varestedir. Davacının dava dışı futbolcunun edimini taahhüt borcu bulunmadığı gibi dava dışı futbolcuyla davalı kulüp arasındaki sözleşmenin, dosya içinde mübrez TFF Tahkim Kuruluna ait 3.2.2011 tarih ve 2011 / 29 karar sayılı kararıyla davalı kulübün kusuruyla feshedildiği de anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca taraflar arasında tanzim edilen 28.7.2009 tarihli sözleşmedeki ücrete dair belirlemenin “sezonluk alacağa” değil, davacının ücretinin ödenmesi noktasında bir vadelendirmeye dair olduğu kabul edilerek, sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken sözleşmenin yorumunda yanılgıya düşülerek, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. …”

 

VI. Davalı, davacının ücretini ödeme borcunu ifada temerrüde düşmüş müdür?

104. Borçlu temerrüdünün şartları TBK m. 117’de şu şekilde düzenlenmiştir:

“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.

Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; … borçlu temerrüde düşmüş olur. …”

105. Türk Borçlar Kanunu, borçlunun temerrüdü için prensip olarak borcun muaccel olması ve alacaklının ihtarı olmak üzere iki şart aramıştır. Yani öncelikle borç muaccel olmalı, borç muaccel olmasına, yani ifa zamanı gelmiş olmasına rağmen henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Buna ek olarak genel prensip itibariyle alacaklının borcu muaccel olan borçluya borcunu ödemesi için ihtarda bulunması aranmaktadır. İşbu ihtarın borcun ifasını isteyen nitelikte bir beyan olması gerekli ve yeterlidir. İhtar, muhataba (borçluya) ulaşmakla hüküm doğurur(12) .

106. Bununla birlikte bazı hâllerde borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarı şart değildir. TBK m. 117 / f. 2’de de belirtildiği üzere eğer borcun ifa edileceği gün tarafların anlaşması ile belirlenmişse “dies interpellat pro homine” (tarih insan yerine ihtar eder) ilkesi gereğince borçlunun temerrüde düşürülmesi için ihtar şartı aranmaz(13) .

107. Somut olayda taraflar, imzalamış oldukları temsilci sözleşmesinin “sözleşme konusu” kenar başlıklı 2. maddesinde bir ödeme planı üzerinde mutabakata varmışlardır. Buna göre davacı H. A. futbolcu sözleşmesinin imzalanmasını sağladıktan sonra davalı X AŞ davacıya “01.08.2013, 01.12.2013, 01.02.2014, 01.05.2014, 01.08.2014, 01.12.2014, 01.02.2015, 01.05.2015” tarihlerinde 8 taksit hâlinde 500.000 € ödeyecektir. Davalının ödeyeceği taksitlerinin muaccel olacağı tarihler önceden belirlenmiştir. Dolayısıyla borçlu X AŞ’nin ücret ödeme borcu hususunda mütemerrit olması için ihtar şart değildir. Davalı ikinci taksiti ve izleyen taksitleri, taraflarca karşılıklı mutabakatla belirlenen vadelerinde ödemediği için ihtara gerek olmaksızın temerrüde düşmüştür.

108. Türk Borçlar Kanunu m. 120 borçlunun para borcunun ifasında temerrüde düşmesi hâlinde temerrüt faizi ödemekle yükümlü olacağını kabul etmiştir. Temerrüt faizi ödeme borcunun doğması borçlunun kusurlu olması şart değildir. Dolayısıyla borçlu kusursuzluğunu ispat ederek para borçlarında temerrüt faizi ödemekten kurtulamaz(14) .

109. TBK m. 120 / f. 1 şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.”

110. Taraflar arasındaki sözleşmede temerrüt faizine ilişkin bir düzenleme yoktur. O hâlde davacı, davalıdan TBK m. 120’de adı geçen mevzuata göre temerrüt faizi ödemesini talep edebilir. Buna göre, somut uyuşmazlıkta uygulanacak temerrüt faizinin oranı 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un ilgili hükümlerine göre belirlenecektir.

111. Ayrıca alacaklı, temerrüt faizi ile karşılanmayan bir zarara yani aşkın (munzam) zarara uğramışsa, TBK m. 122 / f. 1 uyarınca, munzam zararını ispat etmek suretiyle, bu zararının da giderilmesini talep edebilir(15) . Zira TBK m. 122 / f. 1 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.”

 

VII. Davalının futbolcu ile yaptığı sözleşmeyi karşılıklı anlaşma ile sonlandırmış olmasının somut olayda bir etkisi var mıdır?

112. Somut olayda simsarın ücrete hak kazanabilmesi için sözleşmesine aracılık ettiği futbolcunun 16.07.2013–31.05.2015 dönemi içinde davalı kulüpte oynaması şart değildir. Aksine sözleşmede açıkça “… profesyonel futbolcu sözleşmesi imzalanması hususunda verdiği hizmetler karşılığında …” ibaresi kullanılmış ve simsarın asli ediminin sözleşmenin imzalanmasını sağlamak olduğu ve böylece ücrete hak kazanacağı vurgulanmıştır.

113. Bir an için tarafların sözleşmede simsarın futbolcunun 16.07.2013 – 31.05.2015 dönemi için kulübe bağlı olarak çalışmasını sağlaması koşuluyla ücret alacağını hak edeceğine ilişkin iradelerinin uyuştuğu ihtimalini düşünelim.

114. Bu noktada, koşul teriminin tanımı üzerinde durmak ve TBK m. 170 / f. 1’den yararlanmak gerekir. “A. Geciktirici koşul”, “I. Genel olarak” kenar başlığını taşıyan bu hükmün birinci fıkrası şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Bir sözleşmenin hüküm ifade etmesi, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olguya bırakılmışsa, sözleşme geciktirici koşula bağlanmış olur.”

115. Nitekim doktrinde Oğuzman / Öz’e göre(16) :

“… koşul hukukî işlemin hukukî etkisinin bağlandığı, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olgudur. …”

116. Bu noktada da TBK m. 175 / f. 1’deki düzenlemenin göz önünde bulundurulması gerekir. Anılan hüküm aynen şu şekildedir:

“Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesine dürüstlük kurallarına aykırı olarak engel olursa, koşul gerçekleşmiş sayılır.”

117. TMK m. 2’de yer alan hükme göre, herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

118. Şartın gerçekleşmesinin “dürüstlük kurallarına aykırı olarak” engellenmesi konusunda bir değerlendirme yapılırken, eylemde bulunan (ya da hareketsiz kalan) kişinin, o somut olayda orta zekada, dürüst, namuslu ve ahlaklı bir kişiden genel ahlak ve karşılıklı güven esaslarına uygun olarak objektif bir biçimde beklenilmesi mümkün olan davranışı sergileyip sergilemediği irdelenir. Kişinin dürüstlük kuralına uygun hareket edip etmediği değerlendirilirken, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün âdet ve uygulamaları, davranışın sergilendiği hukukî ilişkinin içeriği ve amaçları da dikkate alınmalıdır.

119. Kişinin, şartın gerçekleşmesine dürüstlük kuralına aykırı şekilde engel olup olmadığı tespit edilirken, onun mutlaka şartın gerçekleşmesine engel olmak kastı ile hareket etmiş olması gerekli değildir. Kastın varlığının ispatı konusundaki güçlük de açıktır. Doktrin, kanımızca da haklı olarak, böyle bir kastın varlığını aramamaktadır.

120. Doktrinde Pulaşlı’nın da isabetle belirttiği üzere(17) :

“… Bu bakımdan, şartın gerçekleşmesi veya düşmesi, doğruluk-dürüstlük kurallarına aykırı bir şekilde meydana gelip gelmediği, her münferit şartlı işlemin anlam ve amacından çıkarılabilir.

Bütün bunlardan çıkan sonuç, geciktirici şartın gerçekleşmesine engel olan veya bozucu şartın doğumuna yönelik davranış ve fiillerin kasdî olması değil, aksine objektif iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil edip etmediği dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekeceğidir. …”

121. Somut olayda X AŞ ve futbolcu F. M. profesyonel futbolcu sözleşmesini karşılıklı anlaşma yoluyla sona erdirmiştir. Kulübün futbolcunun bir başka kulübe transfer edilmesini kabul ettiği açıktır. Hâl böyleyken davalının “futbolcunun kulübü terk etmesi sebebiyle” geciktirici şartın gerçekleşmediğini iddia etmesi, davacının ücret alacağını ödemekten imtina etmesi ve futbolcunun rıza göstermiş olduğu transferinin sonuçlarını davacı simsar üzerinde bırakmaya çalışması davalının iyiniyete aykırı şekilde geciktirici şartın gerçekleşmesini engellediği anlamına gelecektir. Dolayısıyla taraflar arasında davalının iddia ettiği üzere bir geciktirici şart olduğu kabul edilse dahi mevcut durumda davalının bu gerekçe ile borcunu ifadan kaçınması TBK m. 175 / f. 1 uyarınca mümkün değildir.

122. Dolayısıyla bu ihtimalde de davacı simsar H. A.’ya bakiye ücret alacağının ödenmesi gerekir.

 

E. SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar ve bilimsel değerlendirmeler çerçevesinde varılan sonuçlar şunlardır:

1. Davalının tahkim itirazı yerinde değildir zira davacı tahkim yoluna başvurmuş ancak başvuruları usulen reddedilmiştir.

2. Kaldı ki davalı, tahkim itirazını cevap dilekçesinde ileri sürmemiştir. Dolayısıyla davalının tahkim itirazının usulen reddi ve uyuşmazlığın adli yargıda çözüme kavuşturulması gerekir (HMK m. 117 / f. 1).

3. Adli yargıda görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi değil (TTK m. 4 ve m. 5) asliye hukuk mahkemesidir (HMK m. 2).

4. Davacı ile davalı arasında akdedilmiş olan sözleşme simsarlık sözleşmesidir (TBK m. 520 vd.).

5. Davacı, simsarlık sözleşmesinde adı geçen futbolcunun davalı ile profesyonel futbolcu sözleşmesi yapmasını sağlamış ve böylece sözleşmede kararlaştırılan simsarlık ücretinin tamamına hak kazanmıştır (TBK m. 521 / f. 1).

6. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmede davacının (simsarın) ücretinin ancak futbolcunun davalı ile yaptığı sözleşme geçerli olmaya devam ettiği sürece ödeneceği hususunda hiçbir açıklık yoktur.

7. Tam tersine taraflar simsarın, futbolcunun davalı ile sözleşme yapması ile birlikte ücrete hak kazanacağı hususunda mutabık kalmışlardır. Tarafların anlaşmasına göre, davalı bu borcu sadece belirli vadelerde ödeme imkânına sahip kılınmıştır. Yani taraflar arasındaki anlaşma ücretin miktarına değil ücret borcunun vadelerine ilişkindir.

8. Davalı, borcunu taraflarca karşılıklı anlaşmayla kararlaştırılan vadelerinde ödemeyerek temerrüde düşmüştür (TBK m. 117 / f. 2). Bu nedenle davacı, davalıdan temerrüt faizi ödemesini talep edebilir (TBK m. 120).

9. Ayrıca davacı, varsa temerrüt faizi ile karşılanmayan aşkın (munzam) zararlarının da giderilmesini talep edebilir (TBK m. 122).

Saygılarımla.

 
 
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 



* Bu hukukî mütalaa 20.03.2019 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(2) Hakan Pekcanıtez / Oğuz Atalay / Muhammet Özekes; Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2018, s: 40.

(3) Pekcanıtez / Atalay / Özekes, age, s: 40.

(4) Pekcanıtez / Atalay / Özekes, age, s: 41.

(5) Baki Kuru; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s: 90

(6) Cevdet Yavuz / Faruk Acar / Burak Özen; Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), İstanbul, 2018, s: 709.

(7) Mustafa Alper Gümüş; Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt 2, İstanbul, 2012, s: 198.

(8) Gümüş, age, s: 199.

(9) Yavuz / Acar / Özen, age, s: 710, 711.

(10) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(11) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(12) M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: 1, İstanbul, 2018, s: 459, 460.

(13) Oğuzman / Öz, age, s: 463.

(14) Oğuzman / Öz, age, s: 491.

(15) Oğuzman / Öz, age, s: 500.

(16) M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: 2, İstanbul, 2018, s: 507.

(17) Hasan Pulaşlı; Şartla Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s: 200.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X