8. KOŞUL ve BORÇLU TEMERRÜDÜ NEDENİYLE SÖZLEŞMEDEN DÖNME

• Koşul • Geciktirici Koşul • Bozucu Koşul • Koşulun Dürüstlük Kuralına Aykırı Bir Eylemle Gerçekleştirilmesi • Koşulun Gerçekleştirilmesinin Dürüstlük Kuralına Aykırı Bir Eylemle Engellenmesi • Sözleşme Görüşmelerinde Koruma Yükümlülüklerinin İhlali Hâlinde Aynen İfa Talebi • Koruma Yükümlülüklerinin İhlalinde Borçlu Temerrüdü Nedeniyle Sözleşmeden Dönme • Yan Edim Yükümlülüklerinin Yerine Getirilmemesi Hâlinde Borçlu Temerrüdü Hükümlerine Dayanarak Sözleşmeden Dönme • Sözleşmeden Dönmede Borçlunun Kusurunun Önemi • Dönmenin Sonuçları • İspat Külfeti

HUKUKÎ MÜTALAA*

1. İstanbul Barosu avukatlarından Sayın İ. B., 26.10.2018 tarihli dilekçesi ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığına müracaat ederek, Medenî Hukuk Anabilim Dalı öğretim üyesi olan, Borçlar Hukuku ve Sözleşmeler Hukuku alanında uzmanlaşmış olup, bu alanda ders veren profesör unvanlı üç öğretim üyesinden yazılı bir hukukî mütalaa almak istediğini beyan etmiştir.

2. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı, 31.10.2018 tarihli ve … numaralı yazısı ile bu işte, İstanbul Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi adına hukukî mütalaa hazırlama görevini bizlere tevdi etmiştir.

3. Sorulan sorular heyetimizce incelenmiş ve aşağıdaki cevapların verilmesinde oybirliği ile mutabık kalınmıştır. Cevaplar hazırlanırken Türk Hukukunda genel olarak kabul görmüş ders kitaplarından ve konuya ilişkin monografilerden yararlanılmıştır.

 

I. Türk Borçlar Kanunu m. 175 ile İlgili Sorular

1. “Koşul” terimi, Türk Borçlar Kanunu’nda ya da içtihat hukukunda tanımlanmakta mıdır? Tanımı nedir?

4. Türk Borçlar Kanunu, koşul terimini doğrudan doğruya tanımlamamıştır. Bununla birlikte, koşul teriminin tanımı hakkında TBK m. 170 / f. 1’den yararlanmak mümkündür. “A. Geciktirici koşul”, “I. Genel olarak” kenar başlığını taşıyan bu hükmün birinci fıkrası şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Bir sözleşmenin hüküm ifade etmesi, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olguya bırakılmışsa, sözleşme geciktirici koşula bağlanmış olur.”

5. Doktrinde ve yargı kararlarında koşul terimi, bu hükümden hareketle şu şekilde tanımlanmaktadır. Koşul, gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz olan bir olaydır.

6. Nitekim doktrinde Oğuzman / Öz’e göre(1) :

“… koşul hukukî işlemin hukukî etkisinin bağlandığı, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olgudur. …”

7. Doktrinde Eren de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(2) :

“… Taraflar bir sözleşmenin sonuçlarını doğurmasını veya ortadan kalkmasını gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlayabilirler. Sonuçların doğması veya ortadan kalkması gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlı borca, “şarta bağlı borç” denir. Hukukî işlemin sonuç doğurması veya sonuçlarının ortadan kalkması, gerçekleşmesine bağlı “gelecekteki belirsiz olay”a da şart adı verilir. …”

8. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin T: 28.2.2013, E: 2012 / 7170, K: 2013 / 1427 sayılı kararına göre(3) :

“… Bir sözleşmenin konusu olan borcun varlığı, kesin olmayan bir olayın gerçekleşmesine ertelenmişse, o sözleşme, koşula bağlı bir sözleşme olur. …”

9. Şart kavramı iki şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan birincisi geciktirici şarttır. İkincisi ise, bozucu şarttır. Doktrinde Eren’in de isabetle belirttiği üzere(4) :

“… Olayın doğurduğu sonuçlara göre … şart, geciktirici şart, bozucu şart olmak üzere ikiye ayrılır. … Hukukî işlemin sonuçlarını meydana getirmesi, gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlı ise, geciktirici şart söz konusu olur. Geçerli olarak yapılmış bir hukukî işlemin, özellikle bir sözleşmenin sonuçlarının ortadan kalkması, gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlanmış ise, bozucu şarta bağlı bir hukukî işlem (sözleşme) söz konusu olur. …”

10. Geciktirici şart: Geciktirici şarta bağlı sözleşmelerde, sözleşme kurulmuştur ve taraflarını bağlar; bununla birlikte hükümlerini ancak şart gerçekleşince doğurur. Örneğin, bir babanın çocuğuna bağışlama taahhüdünde bulunurken, “Hukuk fakültesini kazanırsan sana bir araba satın alacağım.” şeklindeki taahhüdündeki şart, çocuğun üniversite sınavında hukuk fakültesini kazanmasıdır. Bağışlama sözleşmesi yapıldığı sırada çocuğun hukuk fakültesini kazanıp kazanamayacağı belirli değildir. Bu örnekteki şart, bir geciktirici şarttır.

11. Konuyu “Türk Özel Hukukunda Şart” isimli monografik eserinde ele alan Sirmen’e göre de(5) :

“… Taraflar koymuş oldukları kayıtla hukuki işlemin sonuç doğurmasını, gelecekte gerçekleşmesi şüpheli bir olguya bağlamışlarsa, bu durumda· bir geciktirici şart söz konusu olur (BK 149 / I)(6) . Geciktirici şartla yapılan işlem kural olarak şüpheli olgunun gerçekleştiği anda hukukî etkisini göstermeye, sonuçlarını doğurmaya başlar. Bu bakımdan geciktirici şart hukukî işlemin sonuç doğurup doğurmayacağını, yani hukukî etkisini askıya alır. …”

12. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun, T: 27.12.2017, E: 2016 / 1, K: 2017 / 6 sayılı kararına göre(7) :

“… Geciktirici şarta bağlı alacakta hukuki işlemin hükümlerini doğurması, şartın gerçekleşmesine bağlanmıştır. Geciktirici şartta işlemin hükümleri, hukuki işlemin yapıldığı tarihte değil, kural olarak şartın gerçekleştiği anda başlar. Her ne kadar hukuki işlem, şart gerçekleşmeden önce meydana gelmiş ise de, bu işlemin alacaklı lehine bir hak doğurup doğurmayacağı henüz belli olmayıp, sadece şarta bağlı alacak bakımından bir beklenti bulunmaktadır. …”

13. Bozucu şart: Bozucu şarta bağlı sözleşmelerde, sözleşme kurulmuştur ve hükümlerini doğurmaya başlamıştır. Ancak, bozucu şartın gerçekleşmesi ile birlikte sözleşme geçersiz hâle gelecektir. Örneğin, Ankara’da memur olarak çalışan kiracı K’nın, ev sahibi M ile yaptığı sözleşmede yer alan, “Kiracının İstanbul’a tayini çıkarsa kira sözleşmesi sona erecektir.” yönündeki hüküm, bir bozucu şarttır. Eğer kiracının tayini İstanbul’a çıkarsa daha önce kurulmuş ve hüküm ifade etmiş bulunan kira sözleşmesi, bozucu şartın gerçekleşmesi ile birlikte (şartın gerçekleştiği andan itibaren) geçersiz hâle gelecektir.

14. Sirmen de bozucu şarta ilişkin olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(8) :

“… Taraflar yaptıkları işlemin hukukî etkisinin ortadan kalkmasını ileride gerçekleşmesi şüpheli bir olguya bağlamışlarsa, bu, bozucu şarttır. … Bozucu şartla yapılan hukukî işlem hukukî sonuçlarını hemen doğurmaya başlar, ancak şüpheli olgu gerçekleştiği takdirde işlem etkisiz kalır, dolayısıyla doğurduğu hukukî sonuçlar kendiliğinden sona erer. …”

15. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin, T: 11.04.2002, E: 2002 / 2275, K: 2002 / 3795 sayılı kararına göre(9) :

“… Taraflar yaptıkları işlemin hükümlerinin tamamının veya bir kısmının son bulmasını ilerideki bir olgunun gerçekleşmesine bağlamışlarsa ortada bozucu (infisahi) bir şart var demektir. Bozucu şartın gerçekleşmesi ile (buna bağlı hükümler) kendiliğinden meydana gelir. Böylece şarta bağlı borç ilişkilerinde bozucu şartın gerçekleşmesi ile borç ilişkisi sona ermiş olur. Öyle ki sözleşme, tarafların vukuf ve iradeleri dışında bile hükümsüz hale gelir ve alacak düşer. Fakat bu arada doğan alacaklar ve yapılmış olan edalar ise olduğu gibi kalır. …”

 

2. Bir koşulun gerçekleşmesinin “dürüstlük kurallarına aykırı olarak” engellenmesi konusunda ölçüt nedir?

16. Türk hukukunda TMK m. 2’de yer alan hükme göre, herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

17. Türk hukukunda şartın gerçekleşmesinin “dürüstlük kurallarına aykırı olarak” engellenmesi konusunda bir değerlendirme yapılırken, eylemde bulunan (ya da hareketsiz kalan) kişinin, o somut olayda orta zekada, dürüst, namuslu ve ahlaklı bir kişiden genel ahlak ve karşılıklı güven esaslarına uygun olarak objektif bir biçimde beklenilmesi mümkün olan davranışı sergileyip sergilemediği irdelenir. Kişinin dürüstlük kuralına uygun hareket edip etmediği değerlendirilirken, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın sergilendiği hukukî ilişkinin içeriği ve amaçları da dikkate alınmalıdır.

18. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin, T: 01.03.2018, E: 2017 / 1790, K: 2018 / 838 sayılı kararına göre(10) :

“… Bu durumda 22.10.2004 tarihli ek-tadil sözleşmesi BK’nın 1. maddesine göre geçerli olarak kurulmasına rağmen davalı iş sahibi, değişikliğin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6760 Sayılı Kanunu(n) 14. maddesindeki sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle ilgili Danıştay onayı bulunması ile ilgili yasal koşulu, Danıştay 1. Dairesinin 26.01.2005 tarihli kararı red kararı olmayıp iade kararı niteliğinde olmasına rağmen somut gerekçe ve dayanakları ortaya koyarak onay için başvurmadığı, ek-tadil sözleşmesi gereğince davacı yüklenicinin inşaat işlerini değiştirilen projeye göre yapmasına izin vererek iyiniyetli davranmadığı gibi 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun 78 / I. maddesi gereğince davacının sözleşme değişikliğiyle ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğü Meclisi’ne sunulması talebini reddetmek suretiyle sorunu çözümsüz bıraktığından 818 Sayılı BK’nın 154, 6098 Sayılı TBK’nın 175 / I. maddesi hükümlerine göre yasal şartın gerçekleşmesine dürüstlük kuralına aykırı davranışları ile engel olması sebebiyle koşul gerçekleşmiş sayılarak 22.10.2004 tarihli ek sözleşmenin yürürlüğe girdiği kabul edilip, uyuşmazlığın bu ek sözleşme hükümleri dikkate alınıp, çözümlenmesi gerekirken, kira bedeli ödenerek kullanım devam ettiği, davacının sözleşme dışı fazla imalât yönünden hak sahibi olabilmesinin sözleşmenin sona ermesi halinde değerlendirilip belirlenebileceğinden ve Danıştay’ın onayı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün olurunun bulunmaması gerekçesiyle davanın ve istinaf başvurusunun reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun görülmüştür. …”

19. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin, T: 25.11.2014, E: 2014 / 13443, K: 2014 / 18334 sayılı kararına göre(11) :

“… Protokolün 11. maddesinde protokolün ipoteğin tesisi ve 9. maddede belirlenen bonoların teslimiyle yürürlüğe gireceğinin kararlaştırıldığı … protokolün yürürlüğe girmesi için öngörülen ipotek tesis etme borcu dürüstlük kuralına aykırı bir biçimde davalı şirket tarafından yerine getirilmediğinden ipotek fiilen tesis edilmemiş olmasına rağmen MK’nın 2. ve BK’nın 154. (TBK’nın 175) maddesi hükmü gereğince protokolün yürürlüğe girmiş olduğunun kabul edilmesi gerektiği …”

20. Meseleye ilişkin olarak doktrinden de bir örnek vermek gerekirse(12) , bir sporcuya bir yarışmada birincilik kazanması şartıyla bağışlama taahhüdünde bulunan kişi, bu bağıştan kurtulmak için bizzat kendisi hileli bir davranışla o sporcunun birinci gelmesine veya yarışa katılmasına engel olursa (örneğin sporcunun ayağını kırarsa veya sporcuyu zehirlerse), TBK m. 175 / f. 1 uyarınca sanki koşul gerçekleşmiş gibi vadettiği bağışı gerçekleştirme borcu doğacaktır. Aynı şekilde, kendisine birinci gelmesi koşuluyla bağışlama taahhüdünde bulunulan sporcu, yarışma kurallarına uymayarak, örneğin doping yaparak, yarışı kazanırsa, sanki koşul gerçekleşmemiş (birinci gelmemiş) gibi bağışlama vaadi hükümsüzleşecektir.

21. Kişinin, şartın gerçekleşmesine dürüstlük kuralına aykırı şekilde engel olup olmadığı tespit edilirken, onun mutlaka şartın gerçekleşmesine engel olmak kastı ile hareket etmiş olması gerekli değildir. Kastın varlığının ispatı konusundaki güçlük de açıktır. Doktrin, kanımızca da haklı olarak, böyle bir kastın varlığını aramamaktadır.

22. Doktrinde Pulaşlı’nın da isabetle belirttiği üzere(13) :

“… Bu bakımdan, şartın gerçekleşmesi veya düşmesi, doğruluk-dürüstlük kurallarına aykırı bir şekilde meydana gelip gelmediği, her münferit şartlı işlemin anlam ve amacından çıkarılabilir.

Bütün bunlardan çıkan sonuç, geciktirici şartın gerçekleşmesine engel olan veya bozucu şartın doğumuna yönelik davranış ve fiillerin kasdî olması değil, aksine objektif iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil edip etmediği dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekeceğidir. …”

23. Nitekim doktrinde Eren’e göre de(14) :

“… Taraflar dürüstlük kuralına aykırı olarak şartın gerçekleşmesini engelleyecek her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır. Aksi halde şart gerçekleşmiş sayılır. … Şartın gerçekleşmesinin dürüstlük kuralına aykırı olarak engellenmesi hem kasıtlı hem de ihmalli bir davranışla mümkün olabilir. …”

 

3. Eylemler (ya da eylemsizlik) ile koşulun gerçekleşmemesi arasında uygun illiyet bağı gerekli midir?

24. Kişinin eylemi ile ya da hareketsiz kalması ile koşulun gerçekleşmemesi arasında uygun illiyet bağı bulunması gerekir. Aksi takdirde, TBK m. 175’in uygulanması mümkün olamaz.

25. Yukarıda da belirttiğimiz üzere doktrinde Sirmen bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(15) :

“… BK 154(16) ’ün uygulanabilmesi için üçüncü unsur olarak, iyiniyet kurallarına aykırı davranış ile şartın gerçekleşmemesi arasında uygun bir illiyet bağının varlığı aranır. …”

26. Bu noktada uygun illiyet bağından ne anlaşılması gerektiğini ifade etmek gerekir. Uygun illiyet bağı, hayatın olağan akışına ve hayat tecrübesine göre davranış ile zarar arasındaki neden sonuç ilişkisi olarak ifade edilebilir.

27. Doktrinde Eren de uygun illiyet bağını aynen şu şekilde tanımlamıştır(17) :

“… Somut olayda gerçekleşen türden bir sonucu, olayların normal akışına ve hayat tecrübelerine göre, niteliği ve ana temayülü itibariyle meydana getirmeye genel olarak elverişli olan veya bu türden bir sonucun gerçekleşme ihtimalini objektif olarak artırmış bulunan zorunlu şart ile söz konusu sonuç arasındaki bağa uygun illiyet bağı denir. …”

28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, T: 29.11.2017, E: 2017 / 3-439, K: 2017 / 1463 sayılı kararına göre(18) :

“… Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. …”

29. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, T: 24.2.2016, E: 2014 / 289, K: 2016 / 163 sayılı kararına göre(19) :

“… Hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır. …”

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, T: 5.5.2010, E: 2010 / 4-249, K: 2010 / 257 sayılı kararına göre(20) :

“… Hayat tecrübelerine göre, bir fiilin, olayların normal akışında meydana getirebileceği zararlarla olan mantıki illiyet bağına uygun illiyet bağı denilmektedir. Mantıki illiyet zinciri içinde bir sebebin zararı meydana getirmeye uygun bir sebep olup olmadığı araştırılacaktır.

Bir zararla fiil arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu kabul edebilmek için hayat tecrübelerine göre olayların normal akışında fiilin bu zararı meydana getirebileceği sonucuna varılmak gerekecektir. Önemli olan failin sonucu öngörülebilmesi değil, objektif olarak fiilin o zararı meydana getirebileceğinin olayların normal akışına göre kabul edilmesidir.

Olayların normal akışına göre, zararın meydana gelme ihtimali incelenirken, hâkim, hayat tecrübesi olan tarafsız bir kişi olarak hareket edecektir. …”


4. TBK m. 175’in uygulanması koşullarıyla ilgili ispat külfeti kime aittir?

31. TBK m. 175, bu konuda özel bir düzenleme getirmemiştir. Bu nedenle, TMK m. 6’daki herkes iddiasını ispatla yükümlüdür kuralının uygulanması gerekir. Anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

32. Örneğin davacı, şartın gerçekleşmesine davalının engel olduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasını ispat etmek zorunda olacaktır. Benzer bir düzenleme, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da bulunmaktadır. HMK m. 190 / f. 1’e göre;

“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”

 

II. Türk Borçlar Kanunu m. 125 ile İlgili Sorular - Sözleşmeden Dönme Açısından

1. TBK m. 125 / f. 2, sözleşme öncesi (pre-contractual) yükümlülüklerin ihlaline uygulanabilir mi?

33. Sözleşme öncesi görüşmelerde, taraflar birbirlerine karşı TMK m. 2’deki dürüstlük kuralı uyarınca koruma yükümlülükleri (davranış yükümlülükleri) altındadırlar. Bu nedenle, taraflar birbirlerinin şahsını ve mallarını korumak için gereken tedbirleri almakla yükümlüdürler. Birbirlerini aydınlatmak, doğru bilgi vermek, birbirlerinin can ve malını zarardan koruyacak tedbirleri almakla yükümlüdürler. Koruma yükümlülüklerinin aynen ifası talep ve dava edilemez. Dolayısıyla bunların kusurlu olarak ihlali hâlinde alacaklı, sadece tazminat talebinde bulunabilir. Bu durumun doğal sonucu da şudur: Alacaklı, koruma yükümlülüklerinin aynen ifasını talep edemeyeceği için, koruma yükümlülükleri bakımından borçluyu temerrüde düşüremez; dolayısıyla da bu gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi sebebiyle sözleşmeden dönemez.

34. Meseleyi “Borçlunun Temerrüdünde Sözleşmeden Dönme” adlı eserinde ele alan Buz’a göre de(21) :

“… Edim yükümlülüklerinin ihlali halinde bir ifa davası açmak mümkün olduğu halde, yan yükümlülüklerin ihlali halinde sadece bu yüzden uğranılan zararın tazminini talep etmek mümkündür.

Yan yükümlülükler bağımsız bir amaca sahip olmayan, edim yükümlülüklerinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesine ve böylece sözleşmenin amacına ulaşmasına yardımcı olan, bağımsız olarak dava edilemeyen yükümlülüklerdir. Bilgi verme, bildirme, sağlama ve işbirliği yükümlülükleri yan yükümlülüklerdir. Yan yükümlülüklerin ihlali halinde, alacaklı sadece sözleşmenin gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle uğradığı zararın tazminini talep edebilir.

BK m. 106-108 hükümlerine göre sözleşmeden dönme, sadece tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşılıklılık (synallagma) ilişkisi içinde bulunan yükümlülüklerin ifasında temerrüde düşülmesi halinde sözkonusu olur. Asli edim yükümlülüklerinin synallagmaya dahil yükümlülükler olduğu, borçlunun asli edimi yerine getirmekte mütemerrit olması halinde alacaklının sözleşmeden dönebileceği hususunda tereddüt yoktur. Tartışmalı olan husus, yan edim ve yan yükümlülüklerin ihlali halinde sözleşmeden dönme hakkının kullanılıp kullanılamayacağıdır.

Yan yükümlülüklerin ifasını dava yoluyla talep etmek mümkün değildir. Bu nedenle yan yükümlülükler bakımından borçlunun temerrüdü sözkonusu olamaz. Dolayısıyla yan yükümlülüklerin ihlali halinde sözleşmeden dönme, ancak sözleşmenin gereği gibi ifa edilmemesi halinde de BK m. 106-108 hükümlerinin uygulanması kabul edildiği takdirde mümkün olabilir. …”

35. Bununla birlikte doktrinde bir görüş, borçlunun davranış yükümlülüklerini ihlal etmesi hâlinde de alacaklının sözleşmeden dönmesine imkân tanınması gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak bunun için, borçlunun davranış yükümüne aykırı eylemi nedeniyle artık somut sözleşme ilişkisine bağlı kalmanın güven ilkesi çerçevesinde beklenilemez, katlanılamaz bir duruma gelmiş bulunması, kısacası akdi ilişkinin güven temelinin sarsılıp yıkılmış olması gerekir.

36. Nitekim konuyu monografik eserinde ele alan Serozan’ın da belirttiği üzere(22) :

“… Davranış yükümüne aykırılıktan ötürü sözleşmeden dönme hakkı veren bütün bu özel kurallar ile kuramlardan ve özellikle YY m. 2 I’in güven ilkesinden çıkarak, davranış yükümüne aykırılık nedeniyle sözleşmeden dönülebileceğini kabul etmek yerinde olur. Şu var ki, davranış yükümüne aykırılıktan ötürü sözleşmeden dönülebilmesi için, işbu aykırılık sonucu, artık somut sözleşme ilişkisine bağlı kalmanın güven ilkesi çerçevesinde beklenilemez, katlanılamaz (unzumutbar) bir duruma gelmiş bulunması, kısacası, ilişkinin güven temelinin sarsılıp yıkılmış olması gerekir. …”

 

2. TBK m. 125 / f. 2’ye göre dönme hakkının kullanılması, sözleşmedeki asli edim yükümlülüklerinin ihlaliyle sınırlı mıdır?

37. Alacaklının sözleşmeden dönmesi için kural olarak, borçlunun asli edim yükümlülüklerinde temerrüde düşmesi şarttır. Bir diğer söyleyişle, alacaklının sözleşmeden dönmesi için, borçlunun tam iki tarafa borç yükleyen bir akitte karşılıklılık (synallagma) ilişkisi içinde bulunan asli edim yükümlülüklerinde temerrüde düşmesi gerekir.

38. Örneğin, satım sözleşmesinde, satıcının asli edim yükümlülüğü, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya geçirmektir. Alıcının asli edim yükümlülüğü ise, kararlaştırılan bedeli satıcıya ödemektir. Kira sözleşmesinde, kiraya verenin asli edim yükümlülüğü, kiralananı kullanılmaya elverişli bir şekilde kiracıya teslim etmek ve kira süresince kullanılmaya elverişli bir şekilde kiracının kullanımına hazır bulundurmaktır. Kiracının asli edim yükümlülüğü ise kira bedelini ödemektir. Satım sözleşmesinde satıcının satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya geçirmemesi hâlinde satıcı asli edim yükümlülüğüne aykırı hareket etmiş olur ve şartları gerçekleşmişse borçlu temerrüdüne düşer. Kira sözleşmesinde kiracı kira bedelini ödemediğinde şartları gerçekleşmişse asli edim yükümlülüğünde temerrüde düşer.

39. Bununla birlikte, bazı yan edim yükümlülükleri nitelikleri itibariyle asli edim yükümlülüklerine öylesine bağlı olabilirler ki, borçlunun bu gibi yükümlülüklerde temerrüde düşmesi de alacaklının sözleşmeden dönmesine neden olabilir. Yan edim yükümlülüklerinin bu şekilde karşılıklılık (synallagma) ilişkisine dahil olup olmadığı belirlenirken, tarafların iradelerinin bu yönde olup olmadığı irdelenir. Tarafların iradeleri saptanamıyorsa, her somut olayda, o olayın özelliklerine bakmak gerekir. Buna göre, yan edimin asli edimin yanında basit bir öneme sahip olmayıp, aynı zamanda bu edim olmaksızın asli edimin ve dolayısıyla sözleşmenin alacaklı için anlamsız hâle geleceği sonucuna varılıyorsa, yan edim yükümlülüğünün de karşılıklılık (synallagma) ilişkisine dahil olduğu kabul edilir.

40. Örneğin, özel bir amaç için satın alınmış komplike bir makinenin kurulması ve belirli aralıklarla bakımının yapılması, satım sözleşmesinde asli edim yükümlülüğüne öylesine bağlı yan edim yükümlülükleridir ki, borçlunun makineyi kurmaması veya makinenin bakımını yapmayarak temerrüde düşmesi hâlinde, alacaklının sözleşmeden dönmesi mümkündür.

41. Nitekim doktrinde Buz’un da isabetle belirttiği üzere(23) :

“… Yan edim yükümlülükleri bağımsız olarak dava edilebildikleri için bu tür edimler bakımından borçluyu temerrüde düşürmek mümkündür. Ancak sözleşmeden dönme hakkının kullanılabilmesi için yan edim yükümlülüklerin synallagma ilişkisine dahil olması gerekir. Yan edim yükümlülüklerinin synallagma ilişkisine dahil olup olmadıkları, önce tarafların iradelerine göre, böyle bir iradenin tespit edilememesi halinde her somut olayın özelliği göz önünde tutularak belirlenir. Tarafların iradelerinden veya somut olayın özelliklerinden, yan edimin sadece asli edimin yanında tali bir öneme sahip olmayıp, aynı zamanda bu edim olmaksızın asli edimin ve dolayısıyla sözleşmenin alacaklı için anlamsız hale geleceği anlaşılıyorsa, yan edim yükümlülüğünün de synallagmaya dahil olduğu kabul edilir. Bir bilgisayarın satımı halinde kullanma kılavuzunun ve gerekli programların teslimi, özel bir amaç için satın alınmış komplike bir makinanın montajının ve belirli aralıklarla kontrolünün yapılması borcu, synallagmaya dahil yan edim yükümlülükleridir. Bu tür yükümlülüklerin ifasında temerrüt halinde alacaklı sözleşmenin tamamından dönebilir. …”

 

3. TBK m. 125 / f. 2’ye göre, sözleşmeden dönme hakkının kullanılması için, bu hakkın sözleşmede açıkça tanınması şart mıdır?

42. Hayır. Alacaklı, sözleşmede açıkça belirtilmese dahi TBK m. 123 ve devamındaki şartlar gerçekleşmiş ise, sözleşmeden dönebilir. Gerçekten de karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, taraflardan biri temerrüde düştüğü takdirde diğeri, borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verebilir veya uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir (TBK m. 123). Temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise (TBK m. 124)(24) alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme hakkına sahiptir (TBK m. 125 / f. 1). Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararının giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir (TBK m. 125 / f. 2). Ayrıca belirtmek gerekir ki alacaklının sözleşmeden dönme hakkını kullanabilmesi için borçlu aleyhine dava yoluna gitmesi şart değildir. Bununla birlikte alacaklı, dilerse sözleşmeden dönme hakkını kullanabilmesinin şartlarının gerçekleştiğine yönelik bir tespit davası açabilir.

 

4. Türk Ticaret Kanunu’nun 235. maddesinin 3. fıkrası uygulanabilir mi?

43. Tespit edebildiğimiz kadarıyla yanıtlanması gereken soru esasen, Türk Borçlar Kanunu’nun 235. maddesinin 3. fıkrasının, somut olayda uygulanabilir olup olmadığı hususudur. Zira Türk Ticaret Kanunu’nun 235. maddesi hem konuyla ilgili değildir hem de bu madde sadece 2 fıkradan ibarettir.

44. TBK m. 235 ise üç fıkradan ibarettir ve aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Satılanın, ancak satış bedeli ödendikten sonra veya ödenme anında devredilmesi gereken durumlarda alıcı temerrüde düşerse satıcı, herhangi bir işlem gerekmeksizin satıştan dönebilir.

Bu hakkını kullanmak isteyen satıcı, durumu gecikmeksizin alıcıya bildirmek zorundadır.

Satılanın zilyetliği satış bedeli ödenmeden alıcıya devredilmişse, alıcının temerrüdü sebebiyle satıcının dönme hakkını kullanarak satılanı geri alması, bu hakkın sözleşmede açıkça saklı tutulmasına bağlıdır.”

45. Hükmün birinci fıkrası peşin satışlara ilişkindir. Eğer ortada bir peşin satış varsa ve alıcı satış bedelini ödemede temerrüde düşmüşse satıcının sözleşmeden dönmesi için alıcıya TBK m. 123 uyarınca ayrıca bir mehil tayin etmesi şart değildir. Hükmün “… satıcı, herhangi bir işlem gerekmeksizin satıştan dönebilir.” şeklindeki düzenlemesinden anlaşılması gereken budur. Ancak, satıcının sözleşmeden dönmesi için bu hakkını kullanmak istediğini alıcıya derhâl bildirmesi şarttır (TBK m. 235 / f. 2).

46. Hükmün 3. fıkrası ise peşin satışlara ilişkin değildir. TBK m. 235 / f. 3’ün uygulanması için, satılanın zilyetliğinin satış bedeli ödenmeden alıcıya devredilmesi şarttır. Bir diğer söyleyişle, TBK m. 235 / f. 3, ancak ortada bir veresiye satım varsa uygulanabilir. Gerçekten de bir veresiye satımda, alıcının semeni ödemekte temerrüdü dolayısıyla satıcıya derhâl bir fesih hakkı tanımak, alıcı için ağır sonuçlar doğurabilecektir. Örneğin alıcı, malı başkasına temlik etmiş olabilir veya tüketmiş olabilir ve bu nedenlerle, satım konusu malvarlığı değerini geri vermek imkânını kaybetmiş olabilir. Bu nedenle kanun koyucu, veresiye satımlarda satıcının sözleşmeden dönebilmesi için, bu hakkı sözleşmede açıkça saklı tutmuş olmasını aramaktadır.

47. Satıcının TBK m. 235 / f. 3 çerçevesinde sözleşmeden dönebilmesi için TBK m. 123 ve devamındaki şartların gerçekleşmiş olması gerekir. Yani satıcı dönme yoluna gitmek istiyorsa alıcıya uygun bir mehil vermeli ve mehilin sonunda alıcı hâlâ ödemede bulunmamışsa satıcı derhâl dönme beyanında bulunmalıdır(25) . TBK m. 235 / f. 1’in “… satıcı, herhangi bir işlem gerekmeksizin satıştan dönebilir.” şeklindeki düzenlemesi veresiye satımlarda uygulama alanı bulamaz.

48. Doktrinde hâkim fikre göre(26) , hükmün veresiye satımlar dışında uygulanması da mümkündür; ancak bunun için de satıcının sözleşme uyarınca semenin önce ödenmesini isteyebilecek bir durumda olmasına rağmen, semen ödenmeden şeyi alıcıya teslim etmiş olması şarttır. Hâkim fikre göre, satıcı böyle bir durumda şeyi teslim ederek, fesih hakkından feragat etmiş olur ve TBK m. 235 / f. 3’e tabi olur.

 

5. Sözleşmeden dönme hakkının kullanılması için borçlunun kusuru şart mıdır?

49. Alacaklının sözleşmeden dönebilmesi için, borçlunun temerrüde düşerken kusurlu olması şart değildir. Alacaklı, borçlu kusurlu olmasa dahi, şartları gerçekleşmiş ise sözleşmeden dönebilir.

50. Nitekim doktrinde Eren’e göre de(27) :

“… Borçlu, temerrüde düşmekte kusurlu olmasa bile, alacaklı sözleşmeden dönebilir. Dönme hakkının kullanılması, borçlunun kusurunu gerektirmez. Bu nedenle borçlu, temerrüdün kendi kusuru olmaksızın gerçekleştiğini ispat etmek suretiyle dönme hakkını önleyemez. Ancak, alacaklı sözleşmeden dönmek istiyorsa, dönme iradesini borçluya derhal bildirmek zorundadır. …”

51. Borçlunun kusurlu olup olmaması sözleşmeden dönme hâlinde alacaklının uğradığı menfi zararın giderilmesi bakımından önem arz eder. Borçlu, temerrüde düşmekte kusurlu olmadığını ispat ederek alacaklının dönme nedeni ile uğradığı menfi zararını giderme yükümlülüğünden kurtulabilir (TBK m. 125 / f. 3). Anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir.”

 

6. Derhâl bildirim koşulunu yerine getirmek için ne gereklidir?

52. TBK m. 125’teki ifade, alacaklının borcun ifasından ve gecikme tazminatı talep etme hakkından hemen vazgeçtiğini bildirerek, sözleşmeden dönme beyanında bulunmasıdır. Bundan kasıt, elbette anında veya derhâl demek olmasa gerekir. Kanun koyucu, alacaklının da TMK m. 2’deki dürüstlük kuralına uygun hareket etmesini istemiştir. Alacaklı, borçluya tanınan uygun mehlin sonunda ya da mehil tayini gerekmiyorsa borçlu temerrüde düştükten sonra işlerin olağan akışında mümkün ve makul olan en kısa zamanda, bir diğer söyleyişle borçlunun içinde bulunduğu durumdan yararlanmasına, onun aleyhine spekülasyon yapmasına imkân verilmeyecek bir süre içinde, sözleşmeden dönmeye ilişkin iradesini açıklamalıdır.

 

7. Sözleşmeden dönme hakkının kullanılmasının koşullarının gerçekleştiği iddiasında ispat külfeti kime aittir?

53. Türk Borçlar Kanunu, bu konuda özel bir hüküm içermemektedir. Dolayısıyla TMK m. 6’nın uygulanması gerekir. Anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

54. Dolayısıyla “herkes iddiasını ispatla yükümlüdür” şeklindeki genel ispat prensibi çerçevesinde alacaklı, tam iki tarafa borç yükleyen bir akitte borçlu temerrüdü nedeniyle sözleşmeden dönmenin şartlarının gerçekleştiğini ispat etmekle yükümlüdür. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi (bkz. 32 no.lu paragraf), ispat sorununu düzenleyen HMK m. 190 / f. 1 düzenlemesi de aynı yöndedir.

 

8. Sözleşmeden dönmenin hukukî sonuçları nelerdir?

55. Sözleşmeden dönme üzerine, daha önce yerine getirilmiş edimlerin iadesi gerekir. Henüz yerine getirilmemiş edimlerin ise, artık ifası istenemez. Zira, TBK m. 125 / f. 3, c. 1 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler.”

56. Bununla birlikte, evvelce yerine getirilmiş edimlerin iadesinin nasıl gerçekleştirileceği tartışmalıdır.

 

a. Klasik görüş(28) :

57. Bu görüş, dönme beyanının karşı tarafa varması üzerine sona ermenin geçmişe etkili olduğunu ve sözleşmenin kurulduğu andan itibaren (ex tunc) ortadan kalktığını kabul eder. TBK m. 125 / f. 3, alacaklının sözleşmenin hükümsüz kalması nedeniyle uğradığı zararın giderilmesini talep edebileceğinden söz etmekte olduğu için, bu görüş hükmün lafzına uygundur. Bu görüş çerçevesinde, artık borçların ifası istenemez hâle gelir, daha önce yerine getirilen edimler de hukukî sebepten yoksun hâle gelir. Dolayısıyla daha önce elde edilen edinimlerin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi gerekir (TBK m. 77 vd.).

58. Bu noktada birçok tartışma olduğuna işaret etmek gerekir. Klasik görüş yanlılarının çoğunluğu(29) , sebebe bağlı tasarruf işlemlerinde dahi, tasarruf işleminin dönmeden etkilenmeyeceğini, iadenin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmektedirler.

59. Klasik görüş yanlısı olan azınlıkta kalan bazı yazarlar ise, sebebe bağlı tasarruf işlemlerinde sözleşmeden dönmenin tasarruf işleminin de geçersiz hâle getireceğini ileri sürmüşlerdir. Bu yazarlar, örneğin bir taşınmaz satışı söz konusu ise, sözleşmeden dönen alacaklının (satıcının), taşınmazın dönme üzerine kendiliğinden tekrar kendisine ait hâle geldiğini, bu konuda satıcının tapu kütüğündeki yolsuz hâle gelen tescilin düzeltilmesi davası açabileceğini, yani bu konuda bir ayni hakka sahip olabileceğini iddia etmişlerdir(30) .

 

b. Yasal borç ilişkisi teorisi(31) :

60. Bu görüşe göre, sözleşmeden dönme üzerine sözleşmesel borç ilişkisi geçmişe etkili olarak ortadan kalkamaz. Artık TBK m. 125 / f. 3’ün “Sözleşmeden dönme halinde taraflar karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler.” şeklindeki hükmü uyarınca, taraflar arasında daha önce yerine getirilmiş edimlerin iadesini gerektiren bir yasal borç ilişkisinin kurulduğu kabul edilmeli ve tasfiye, bu yasal borç ilişkisine göre yapılmalıdır.

 

c. Yeni dönme teorisi(32) :

61. Bu görüşe göre, dönme üzerine sözleşme geçmişe etkili olarak sona eremez. Dönme üzerine, sözleşmesel borç ilişkisi, yine sözleşmesel bir iade ve tasfiye ilişkisi yaratır. Yani bu görüşe göre, iade borcuna aykırı davranış, yine kendisinden dönülen sözleşmeye aykırı davranış olarak kabul edilir. Bu düşünceye göre iadeye, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin ve sebepsiz zenginleşme zamanaşımının uygulanması mümkün değildir.

 

III. Türk Borçlar Kanunu m. 125 ile İlgili Sorular - Zararların Giderilmesi Talebi Bakımından

1. TBK m. 125 / f. 2 uyarınca zararların giderilmesinin talep edilmesi için borçlunun kusuru şart mıdır?

62. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, alacaklı sözleşmeden dönmesi üzerine, bir menfi zarara uğramış ise, bu zararının giderilmesini talep edebilir. Borçlu, temerrüde düşmekte kusuru bulunmadığını ispat edemediği sürece, alacaklının menfi zararını gidermekle yükümlüdür. Zira TBK m. 125 / f. 3 aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir.”

63. Alacaklı, TBK m. 125 / f. 2’ye dayanarak ifadan vazgeçip müspet zararının giderilmesini talep edecek olursa borçlunun, alacaklının uğradığı müspet zararı giderim borcundan kurtulabilmesi için temerrüde düşmekte kusurunun bulunmadığını ispat etmesi gerekir (TBK m. 112). Anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.”

64. Kusur, hukuk düzeninin kınadığı, hoş görmediği davranış biçimidir. Kusur, ağır kusur (culpa lata) ve hafif kusur (culpa levis) olmak üzere ikiye ayrılır. Ağır kusur da kast ve ağır ihmal olmak üzere ikiye ayrılır. Hafif kusur ise hafif ihmalden ibarettir.

65. Kast, hukuka aykırı sonucun fail tarafından öngörülmesi ve istenmesidir. İhmal ise failin hukuka aykırı sonucu öngörmesi ve fakat hukuka aykırı sonucun doğmasını önlemek için hukuk düzeninin kendisine yüklemiş olduğu ödevlere aykırı hareket etmesi, gerekli önlemleri almamasıdır(33) . Kısacası, borçlunun alacaklının uğradığı zararı gidermekten kurtulabilmesi için temerrüde düşerken kastının veya ağır ya da hafif ihmalinin bulunmadığını ispat etmesi gerekir.

 

2. Borçlunun borçlarını ifa etmemesi ile giderilmesi talep edilen zararlar arasında uygun illiyet bağı koşulu aranır mı?

66. Evet, borçlunun alacaklının uğradığı zararı gidermesi için, borçlunun temerrüdü ile alacaklının uğradığı zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması şarttır.

67. Borçlu temerrüdü nedeniyle alacaklının ifadan vazgeçip müspet zararının giderilmesini talep etmesi hâlinde (TBK m. 125 / f. 2), alacaklının uğradığı zarar, hayatın doğal akışında normal yaşam tecrübelerine göre borcun ifa edilmemesinin olağan sonucu olarak görülebilmelidir. Bir diğer söyleyişle borcun ifa edilmemesi, olayların birçoğunda ve hayatın doğal akışında aynı (müspet) zararı doğurmaya elverişli ise, borcun ifa edilmemesi ile alacaklının uğradığı (müspet) zarar arasında uygun illiyet bağı var kabul edilir.

68. Borçlu temerrüdü nedeniyle alacaklının sözleşmeden dönüp menfi zararının giderilmesini talep etmesi hâlinde de (TBK m. 125 / f. 3), alacaklının uğradığı zarar, hayatın doğal akışında normal yaşam tecrübelerine göre borçlunun temerrüdü üzerine alacaklının sözleşmeden dönmesinin olağan sonucu olarak görülebilmelidir. Bir diğer söyleyişle dönme, olayların birçoğunda ve hayatın doğal akışında aynı (menfi) zararı doğurmaya elverişli ise, dönme ile alacaklının uğradığı (menfi) zarar arasında uygun illiyet bağı var kabul edilir.

 

3. TBK m. 125 / f. 2 uyarınca zararların giderilmesi talebinin şartlarının gerçekleştiği iddiasında ispat külfeti kime aittir?

69. Türk Borçlar Kanunu bu konuda özel bir hüküm içermemektedir. Bu nedenle alacaklı, herkes kendi iddiasını ispatla yükümlüdür yönündeki TMK m. 6 hükmü uyarınca zararının giderilmesini talep etmesinin koşullarının gerçekleştiğini ispat etmek zorundadır. Anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

70. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi (bkz. 32 no.lu paragraf), ispat sorununu düzenleyen HMK m. 190 / f. 1 düzenlemesi de aynı yöndedir.

Saygılarımızla.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



* Bu hukukî mütalaa 14.11.2018 tarihinde, Prof. Dr. … ve Prof. Dr. … ile birlikte kaleme alınmıştır.

(1) M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: 2, İstanbul, 2016, s: 503.

(2) Fikret Eren; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Hazırlanmış Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Ankara, 2015, s: 1161.

(3) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(4) Eren, age, s: 1171.

(5) A. Lâle Sirmen; Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara, 1992, s: 53.

(6) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 149. maddesinin 1. fıkrası, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 170. maddesinin 1. fıkrasına tekabül etmektedir.

(7) RG. 29.06.2018; S: 30463.

(8) Sirmen, age, s: 54.

(9) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(10) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(11) Yargıtay’ın aynı yöndeki kararları için bkz.: Y. 15. HD., T: 15.3.2017, E: 2016 / 1038, K: 2017 / 1123; Y. 14. HD., T: 5.11.2015, E: 2014 / 14970, K: 2015 / 9886; Y. 14. HD., T: 29.11.2010, E: 2010 / 11775, K: 2010 / 13029 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

(12) Oğuzman / Öz, age, s: 523.

(13) Hasan Pulaşlı; Şartla Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s: 200.

(14) Eren, age, s: 1178-1179.

(15) Sirmen, age, s: 168-169.

(16) Hemen hatırlatmak gerekir ki, yazarın incelemekte olduğu EBK m. 154, yeni TBK m. 175’e tekabül etmektedir.

(17) Eren, age, s: 541.

(18) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(19) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(20) Yargıtay’ın aynı yöndeki kararları için bkz.: Y. 4. HD., T: 2.11.1993, E: 1992 / 7276, K: 1993 / 12397; Y. 19. HD., T: 6.5.2002, E: 2001 / 6486, K: 2002 / 3411; Y. HGK., T: 6.3.1987, E: 1985 / 4-854, K: 1987 / 140; Y. HGK., T: 24.9.2003, E: 2003 / 10-488, K: 2003 / 489 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

(21) Vedat Buz; Borçlunun Temerrüdünde Sözleşmeden Dönme, Ankara, 1998, s: 112-113.

(22) Rona Serozan; Sözleşmeden Dönme, İstanbul, 2007, s: 319.

(23) Buz, age, s: 114-115.

(24) Gerçekten de bazı hâllerde borçluya süre verilmesine dahi gerek yoktur. Zira TBK m. 124’e göre: “Aşağıdaki durumlarda süre verilmesine gerek yoktur: 1. Borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya tutumundan süre verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa. 2. Borçlunun temerrüdü sonucunda borcun ifası alacaklı için yararsız kalmışsa. 3. Borcun ifasının, belirli bir zamanda veya belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, ifanın artık kabul edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa.

(25) Haluk Tandoğan; Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C: 1, İstanbul, 1989, s: 216-217, ve dipnot 32a’da anılan yazarlar ve İsviçre Federal Mahkemesi kararı (BGE 90 II 285).

(26) Tandoğan, age, s: 217, dn: 33’te anılan yazarlar.

(27) Eren, age, s: 1123.

(28) Bkz. Oğuzman / Öz, age, s: 517, dn: 667’de anılan yazarlar.

(29) A. von Tuhr / A. Escher; Allgemeiner Teil des Schweizerischen Obligationenrecht, vol 2. Schulthess, Zürich, 1974, § 73, VII, s: 155-156; H. Oser / W. Schönenberger; Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Volume V: Das Obligationenrecht, Erster Halbband: Art. 1-183. Schulthess, Zürich, 1929, Art. 109, N. 5; Kenan Tunçomağ; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt: 1, İstanbul, 1976, s: 951-952.

(30) M. Turgut Öz; İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi, İstanbul, 1989, s: 40.

(31) H. Becker; Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, vol VI, Obligationenrecht, 1. Abteilung: Allgemeine Bestimmungen, Art. 1-183. Stämpfli, Bern, 1941, Art. 109, N: 4 ve Oğuzman / Öz, age, s: 520, dn: 682’de anılan yazarlar.

(32) Serozan, age, s: 73 vd., Eren, age, s: 1122.

(33) Detaylı bilgi için bkz. Eren, age, 569-583.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X