3. PORTFÖY TAZMİNATI (DENKLEŞTİRME BEDELİ)

• Borç İlişkisinin Nispiliği İlkesi • Üçüncü Kişi Aleyhine Sözleşme Yasağı • Tek Satıcılık Sözleşmesi • Distribütörlük Sözleşmesi • Portföy Tazminatı (Denkleştirme Bedeli)

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

1. İstanbul Barosu mensubu Sayın Av. C. N., şahsıma müracaat ederek, benden İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak yazılı bir hukukî mütalaa hazırlamamamı istemiştir. Sayın Av. C. N. şahsıma müracaatında İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin E: 2015 / 451 sayılı dava dosyasının bir örneğini tevdi etmiştir.

2. Uyuşmazlığa ilişkin olarak tarafıma tevdi edilen dosyadaki tüm belgeler tamamen tarafsız ve objektif bir bakış açısıyla ele alınmış ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİA ve MÜDAFAANIN KISA ÖZETİ

I. İddianın Kısa Özeti

3. Davacı B. Paslanmaz Çelik San. ve Dış Tic. AŞ (bundan böyle kısaca “B. AŞ” olarak anılacaktır) vekili, müvekkilinin davalılardan A. S.A.’nın (bundan sonra “A. SA” olarak anılacaktır) Türkiye’deki münhasır distribütörü olarak uzun yıllardır faaliyet gösterdiğini, bu faaliyetin öncelikle 1979 yılından itibaren hisselerinin tamamı M. A. E.’ye ait olan C. International SA-Brussels’ın (bundan sonra kısaca “C. SA” olarak anılacaktır) münhasır çabalarıyla başladığını, 1985 yılında A. SA ile C. SA arasında bir sözleşme yapıldığını, bu sözleşme ile C. SA’nın A. SA tarafından imal edilen ürünlerin Türkiye’de satışı bakımından resmi temsilci olarak belirlendiğini, 2000 yılından itibaren ise bu faaliyetlerin özellikle M. A. E. ile A. SA’nın kurduğu B. AŞ tarafından sürdürüldüğünü, B. AŞ kurulduktan sonra C. SA’nın yine de gümrük uygulamaları nedeniyle Türkiye’ye satış faaliyetine devam ettiğini, böylece B. AŞ’nin A. SA için önemli bir müşteri portföyünü esasen tek başına oluşturduğunu, A. SA’nın ise önceden ihbarda bulunmaksızın davacı şirketin Türkiye’deki müşterilerine doğrudan ve bizzat satış yapacağını bildirerek B. AŞ’nin müşterileri nezdinde itibar kaybına sebep olduğunu, ardından B. AŞ’ye yüksek fiyatlı, kusurlu ve düşük kalitede mal tedarik ettiğini, B. AŞ’yi rekabet edemez ve fiilen çalışamaz duruma getirdiğini, A. SA’nın bu hareketleri ile B. AŞ’yi Türkiye piyasasından bertaraf etmeyi hedeflediğini, A. Limited Metal Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin (bundan sonra kısaca “A. Ltd.” olarak anılacaktır) bu amaçla ve müvekkili tarafından yıllar içinde oluşturulmuş müşteri çevresine doğrudan doğruya satış yapmak için kurulduğunu, bu kapsamda B. AŞ’nin distribütörlük ilişkisinin fiilen devam ettirilmemesi sebebiyle bu ilişkiyi haklı nedenle sonlandırdığını, B. AŞ’nin bu nedenle portföy tazminatı talep etme hakkının doğduğunu, bu uyuşmazlığın çözümünde Türk mahkemelerinin yetkili olduğunu, B. AŞ’nin TTK m. 122 gereğince denkleştirme talep etme hakkının bulunduğunu, davacının A. SA ile arasındaki münhasır distribütörlük ilişkisinin daha uzun yıllar süreceğine inanarak önemli yatırımlar yapmış olduğunu, münhasır satıcı davacının bizzat oluşturup geliştirmiş olduğu müşteri çevresinden artık haksız olarak doğrudan ve tek başına davalının yararlanması sebebiyle, davacının bu durumla rekabet etmesinin imkânsız olduğunu ve sonuç olarak ilgili müşterilerle tüm ticari ilişkisinin sona erdiğini, uzun yıllara dayanan emeği ve bu konuda gerçekleştirdiği yatırımlar sonucunda oluşturduğu müşteri çevresi için portföy tazminatı talep ettiğini, ayrıca münhasır distribütörlük ilişkisinin davalı şirket tarafından sürdürülemez hâle getirilmesi sonucunda davacının yatırımlarının atıl kaldığını, bu nedenle anılan zarar kalemleri ile ilgili dava haklarını saklı tuttuklarını iddia etmiştir.

 

II. Müdafaanın Kısa Özeti

4. Davalı A. SA ve davalı A. Ltd. anılan dosya kapsamındaki beyanlarında, uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiğini, distribütörlük faaliyetlerinin taraflar arasında akdedilen sözleşme çerçevesinde gerçekleştiğini ve sözleşme hükümlerinin bağlayıcı olduğunu, sözleşme gereği doğacak tüm ihtilaflara İspanyol hukukunun uygulanacağını, sözleşmedeki tahkim kaydı gereği uyuşmazlığın ICC Tahkim kurallarına göre Zürih’te oluşturulacak bir tahkim heyeti tarafından çözüme kavuşturulacağının hüküm altına alındığını, A. Ltd.’nin bu ilişki dışında yer aldığını, A. Ltd.’nin A. SA’nın ürünlerinin Türkiye’deki pazarlamasını gerçekleştirmesinin davacı B. AŞ’ye karşı sorumluluk yaratmayacağını, davanın davalı A. Ltd. yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, B. AŞ ile A. SA arasında ise bir distribütörlük faaliyeti bulunduğunu ancak münhasır distribütörlük anlaşması bulunmadığını, yürürlükte olan 09.09.1999 tarihli sözleşmede münhasır distribütörlük yetkisi verilmediğini, tek satıcılık gibi bir ek hakkın kendiliğinden getirilemeyeceğini, taraflar arasında münhasır yetkinin kararlaştırılıp hüküm altına alınması gerektiğini, A. SA’nın bildirim yükümlülüğü başta olmak üzere her türlü yükümlülüğünü yerine getirdiğini, A. SA’nın doğrudan satış yöntemini seçmesinin nedeninin B. AŞ’nin pazarda gerekli başarıyı sağlamaması ve kendilerine duyulan güveni boşa çıkarması olduğunu, A. SA’nın B. AŞ’de yer alan hisselerinden ileri gelen azlık haklarının kullanılmasının engellediğini, davacı B. AŞ’nin devamlı surette zarar ettiğini, B. AŞ’nin kazanç yoksunluğunu portföy tazminatı talebi ile gidermeye çalıştığını, B. AŞ’nin uzun süredir distribütörleri olduğunu ancak sadece geçen süreden ötürü münhasır yetkinin kazanılamayacağını, davacı tarafa gönderilen hiçbir e-postada münhasır distribütörlüğünün teyit edilmediğini ve e-posta kaleme alan kişilerin taraflar arasındaki sözleşmeyi tadil edecek yetkilerinin olmadığını, bu konuda herhangi bir kabulün bulunmadığını, davacıya kendi siparişleri dışında hiçbir ürünün gönderilmediğini, siparişlerde düşük kalite neticesinin ortaya çıkmasında A. SA’nın hiçbir kusurunun bulunmadığını, A. Ltd.’nin davacının Türkiye’deki rekabetiyle ilgili olamayacağının kuruluş tarihi itibariyle açık olduğunu, itibarı zedelenme ihtimali bulunanın aslında A. SA olduğunu, davacı tarafından gönderilen ihtarnameye cevaben feshin kabul edilmediğinin bildirildiğini, münhasır olmayan bir distribütörlük ilişkisinde denkleştirmenin talep edilemeyeceğini, A. Ltd.’nin kurulmasından yaklaşık 3 sene sonra tazminat talebinde bulunulmasının haksız ve kötü niyetli olduğunu iddia etmiştir.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

5. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekir.

1. M. A. E. ile A. SA arasında akdedilen sözleşmenin B. AŞ’ye etkisi nedir?
2. M. A. E.’nin, A. SA ile birlikte kurduğu B. AŞ’de belli oranda pay sahibi olması yukarıdaki soruya verilecek yanıtın değişmesine neden olur mu?
3. Tek satıcılık veya distribütörlük sözleşmelerinin geçerlilik şartları nedir? Somut uyuşmazlıkta böyle bir sözleşme kurulmuş mudur?
4. Davalının ürünlerinin tanıtımında taraflar arasında uzun yıllar süren ilişkide davacıdan başka bir kişinin faaliyeti söz konusu mudur? Eğer söz konusu değilse bunun sonucu nedir?
5. Somut uyuşmazlıkta portföy tazminatının talep edilmesi için gerekli şartlar oluşmuş mudur?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

I. M. A. E. ile A. SA arasında akdedilen sözleşmenin B. AŞ’ye etkisi nedir?

6. Borçlar Hukukumuza egemen olan en önemli ilkelerden birisi “borç ilişkisinin nispiliği” ilkesidir. Doktrinde oybirliği(1) ile benimsenen bu ilkeye göre: Borç ilişkisi sadece alacaklı ile borçlu arasında bir bağdır ve üçüncü kişileri etkilemez(2) .

7. Borç ilişkisinin nispiliği ilkesinin konumuz açısından üç önemli sonucu bulunmaktadır.

8. Bunlardan birincisi şudur: Sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişiler o sözleşme ile bağlı değildirler. Bir diğer söyleyişle, sözleşmenin doğurduğu haklar yalnızca sözleşmenin tarafları arasında hüküm ifade eder. Dolayısıyla alacaklının, sözleşmedeki hakkına dayanarak sözleşmenin dışında kalan üçüncü kişilerden borcun ifasını talep etmesi mümkün değildir.

9. Borç ilişkisinin nispiliği ilkesinin konumuz açısından ikinci önemli sonucu şudur: Borç ilişkisi ancak borçlu tarafından ihlal edilebilir. Dolayısıyla alacaklının borç ilişkisinin dışında kalan üçüncü kişilerden borç ilişkisine uygun bir biçimde davranmasını talep etmesi mümkün değildir.

10. Borç ilişkisinin nispiliği ilkesinin konumuz açısından üçüncü önemli sonucu da şudur: Hukuk sistemimizde kişilerin kendi aralarında akdettikleri bir sözleşme ile bu sözleşmeye taraf olmayan üçüncü kişilere herhangi bir borç yüklemesi imkânı yoktur. Nitekim doktrinde Oğuzman / Öz de bu hususta aynen şu açıklamalara yer vermişlerdir(3) :

“… Üçüncü kişinin taraf olmadığı bir sözleşmeden dolayı borç altına sokulması mümkün değildir. Buna «üçüncü kişi zararına (aleyhine) sözleşme yasağı» da denmektedir.

… Bir üçüncü kişi borç ilişkisi ile bağlı olmadığı için borcun ifa edilmemesi veya kötü ifa edilmesi yüzünden alacaklıya karşı sorumlu olmaz.

… borç ilişkisinin sadece alacaklı ile borçlu arasında bir bağ teşkil etmesi ve üçüncü şahısları etkilememesi borç ilişkisinin nisbi olduğunu ifade eder ve bu sebeple de alacak hakkının nisbi hak olduğundan söz edilir. …”

11. Keza, doktrinde Reisoğlu tarafından konuya ilişkin olarak yapılan açıklama da aynen şu şekildedir(4) :

“… Bir borç ilişkisinden doğan talep hakkı (alacak hakkı) “nisbi hak” niteliğindedir. Böylece, alacak hakkı, ancak o borç ilişkisi uyarınca borçlu durumda bulunan kişi veya kişilere karşı ileri sürülebilir ve sonuç olarak, alacak hakkı ancak borçlu tarafından ihlal olunabilir (zedelenebilir). Diğer bir deyişle, borç ilişkisinin dışında kalan kişiler (üçüncü şahıslar), borç ilişkisinden doğan haklara yabancıdırlar, alacak hakkı onlara karşı ileri sürülemez, onların alacak hakkını ihlal etmesi de söz konusu olamaz. …”

12. Doktrinde, Kocayusufpaşaoğlu da aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(5) :

“… Borç ilişkisinden doğan haklar ve borçlar, kural olarak, sadece o ilişki çerçevesi içinde ve taraflar (alacaklı ve borçlu) arasında (inter partes) hüküm doğurur. Alacaklı, borç ilişkisinden doğan nisbi hakkını, sadece borçluya karşı ileri sürebilir, edimin yerine getirilmesini münhasıran borçludan talep edebilir. …”

13. Aynı şekilde, Eren de “Borçlar Hukuku Genel Hükümler” isimli eserinde konuya ilişkin olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(6) :

“… Borçlar hukukunun konusu, özel borç ilişkileridir. Borç ilişkilerinden doğan alacak hakkı ise, ayni haklarla kişilik haklarının aksine, hukuki niteliği itibariyle nisbi bir haktır. Alacaklı, bu hakkı, sadece borçluya karşı ileri sürebilir. Üçüncü kişiler, borç ilişkisiyle ilke olarak borç altına girmedikleri, bir hak kazanmadıkları için, bu hakkın onlara karşı ileri sürülmesi, istisnai haller dışında söz konusu olamaz. …”

14. Doktrinde, Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop tarafından kaleme alınan borçlar hukuku kitabında da aynen şu ifadeye yer verildiği görülmektedir(7) :

“… Nisbi haklar ancak belli bir kişiye veya belli kişilere karşı dermeyanı kabil olan haklardır. Alacak hakları, nisbi haklardandır. Zira alacaklar ancak belli bir borçluya veya belli borçlulara karşı ileri sürülebilirler. …”

15. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de T: 08.12.1994, E: 1994 / 10290 ve K: 1994 / 11052 sayılı kararında aynen şu şekilde bir sonuca varmıştır(8) :

“… Her sözleşme kural olarak yalnız kendi tarafları için haklar ve borçlar doğurur. Bu kurala sözleşmelerin nisbiliği denmektedir. Borçlar Hukukuna hâkim olan temel ilke sözleşmelerin nisbi hüküm doğurmasıdır. …”

16. Bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde şu tespitin yapılması gerekir. Davalı A. SA, B. AŞ’ye münhasır satış yetkisi vermediğini, sözleşmeye göre kendisinin de dilediği zaman ihbarda bulunarak Türkiye’de satış yapabileceğini dolayısıyla da B. AŞ’nin herhangi bir şekilde portföy tazminatına hak kazanamayacağını ileri sürmüştür. Davalı A. SA’nın bu savunmaları özellikle M. A. E.’nin davalılardan A. SA ile akdetmiş olduğu 9 Eylül 1999 tarihli sözleşmenin 11. maddesine dayanmaktadır. Ancak B. AŞ, davalı A. SA’nın savunmalarını dayandırmış olduğu bu sözleşmeye taraf değildir. Hatta B. AŞ, M. A. E. ile A. SA arasındaki bu sözleşmenin yapıldığı tarihte henüz kurulmuş bile değildir. Dolayısıyla 9 Eylül 1999 tarihli sözleşmenin hükümlerinin davacı B. AŞ’ye karşı ileri sürülebilmesi mümkün değildir.

 

II. M. A. E.’nin, A. SA ile birlikte kurduğu B. AŞ’de belli oranda pay sahibi olması yukarıdaki soruya verilecek yanıtın değişmesine neden olur mu?

17. Yukarıda ayrıntılı olarak izah edildiği üzere, alacaklı, bir sözleşmeden kaynaklanan alacağını ancak o sözleşmenin tarafı olan kişiye karşı ileri sürebilir. Üçüncü kişilerin, taraflar arasındaki sözleşme ile yükümlülük altına sokulması mümkün değildir. Üçüncü kişinin gerçek ya da tüzel bir kişi olması da bu sonucu değiştirmez.

18. Somut uyuşmazlıkta B. AŞ, 9 Eylül 1999 tarihli sözleşme bakımından üçüncü kişi konumundadır. Zira B. AŞ, bu sözleşmelerde taraf olmadığı gibi bu sözleşmelerin imzalandığı tarihte kurulmuş dahi değildir. Anılan nedenle, sözleşmenin tarafı olmayan B. AŞ’yi sözleşme ile bağlı tutmak, borçlar hukukunun en temel prensiplerinden birini teşkil eden “borç ilişkisinin nispiliği” ilkesine aykırılık teşkil eder.

19. Bu bağlamda, M. A. E.’nin B. AŞ’nin ortağı olması da bu sonucu değiştirmemektedir. Zira bilindiği üzere tüzel kişiler ortaklarından bağımsız olarak ayrı bir kişiliğe sahiptirler.

20. Nitekim doktrinde Poroy / Tekinalp / Çamoğlu tarafından bu konuda yapılan açıklama aynen şu şekildedir(9) :

“… Kişi topluluğunun tüzel kişiliğe sahip olması, onu meydana getiren kişilerden ayrı olarak hak ve borç sahibi olması, temel sonucuna götürür. …”

21. Doktrinde Oğuzman / Seliçi / Oktay-Özdemir tarafından kaleme alınan “Kişiler Hukuku” isimli eserde de aynen şu ifadeye yer verilmiştir(10) :

“… Tüzel kişilik tanınmış kişi ve mal toplulukları bağımsız bir kişiliğe sahiptir. …”

22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da T: 17.11.1973, E: 1971 / 6-99 ve K: 1973 / 900 sayılı kararında aynen şu ifadeye yer vermiştir(11) :

“… Tüzel kişilerin kendilerini meydana getiren gerçek kişilerden ayrı ve bağımsız bir kişiliğe sahip oldukları tüzel kişilik kavramının temel esaslarındandır. …”

23. Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili hükümlerine göre kurulmuş bir anonim şirket olan B. AŞ’nin de bir tüzel kişiliği vardır ve bu kişilik şirketin ortaklarından ya da onların ortak olduğu başka şirketlerin tüzel kişiliğinden ayrı ve bağımsızdır. Dolayısıyla B. AŞ, ortağı M. A. E.’nin borçlarından dolayı sorumlu tutulamaz veya B. AŞ’nin ortağı M. A. E.’nin yönetiminde bulunduğu başka şirketlerin borçları da B. AŞ’ye karşı ileri sürülemez.

24. Diğer yandan, B. AŞ’nin faaliyet konusunun, C. SA ile aynı veya benzer olması da B. AŞ’nin ayrı ve bağımsız bir tüzel kişiliği olduğu ve dolayısıyla tarafı olmadığı bir sözleşme ile bağlı tutulamayacağı hukukî sonucunu değiştirmez. Aksinin kabulü, borçlar hukuku ve ticaret hukukunun en temel prensiplerine aykırılık teşkil eder.

 

III. Tek satıcılık veya distribütörlük sözleşmelerinin geçerlilik şartları nedir? Somut uyuşmazlıkta böyle bir sözleşme kurulmuş mudur?

25. Bilindiği üzere borçlar hukukumuza egemen olan ilkelerden bir diğeri de şekil serbestîsi ilkesidir.

26. Türk Borçlar Kanunu’nun 12’inci maddesinin 1’inci fıkrası aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, hiçbir şekle bağlı değildir.”

27. Tek satıcılık veya distribütörlük sözleşmeleri, münhasır olsunlar ya da olmasınlar, zaten yasa ile düzenlenmiş sözleşmelerden değildir. Bu nedenle de kanunen bir geçerlilik şekline tabi olduklarını iddia etmek zaten mümkün değildir.

28. Ancak, taraflar kanunen geçerlilik şekline tabi olmayan bir sözleşmeyi kendi aralarında yapacakları bir anlaşma ile sıhhat şekline tabi kılabilir. Eğer taraflar arasında TBK m. 17 çerçevesinde yapılmış böyle bir sözleşme yoksa o zaman kanunen düzenlenmemiş dolayısıyla da kanunen bir sıhhat şekline bağlanmamış bir sözleşmenin herhangi bir şekilde yapılması yani sözlü olarak hatta zımni irade beyanları ile dahi yapılması mümkündür.

29. Somut uyuşmazlıktaki dosyada da B. AŞ ile A. SA arasındaki sözleşmenin sıhhat şekline tabi olarak yapılacağına dair herhangi bir sözleşme bulunmamaktadır. O hâlde, taraflar arasında yazılı bir sözleşmenin bulunmaması onlar arasında bir tek satıcılık veya distribütörlük sözleşmesinin kurulmadığı anlamını taşımayacaktır. Nitekim dosya kapsamından A. SA ile B. AŞ arasında bir distribütörlük sözleşmesinin bulunduğunu tarafların da kabul ettiği anlaşılmaktadır.

30. Taraflar arasındaki ilişkinin davacıya münhasır bir yetki verip vermediğine ilişkin tartışmaya, bu noktada girmeden, tek satıcılık sözleşmesinin şekline ilişkin olarak doktrinde Cemile Demir Gökyayla tarafından yapılan şu açıklamaya işaret etmek isteriz(12) :

“… Şekil serbestîsi ilkesi tek satıcılık sözleşmesi bakımından da geçerlidir (TBK m. 12 / I). Uygulamada, sözleşme genellikle yazılı yapılmakla beraber, sözlü veya zımnî olarak da yapılabilir. …”

31. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de T: 05.04.2016, E: 2015 / 7834 ve K: 2016 / 3665 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer vermiştir(13) :

“… Dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgeler ışığında, davacı şirket ile davalılardan ... arasında, yazılı olmamakla birlikte tarafların kabulünde olduğu üzere, fiili bir tek satıcılık ilişkisinin bulunduğu

Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalılardan ... arasında kuruluş tarihinden beri fiilen tek satıcılık ilişkisi bulunduğunu, devam eden ticari bir ilişki bulunmakta iken davalı ... firması 19.12.2011 tarihinde müvekkili şirketle tek satıcılık ilişkisini sonlandırdığına dair bildirimde bulunduğunu …”

 

IV. Davalının ürünlerinin tanıtımında taraflar arasında uzun yıllar süren ilişkide davacıdan başka bir kişinin faaliyeti söz konusu mudur? Eğer söz konusu değilse bunun sonucu nedir?

32. Somut olayda, M. A. E.’nin ortağı ve yöneticisi olduğu C. SA ile A. SA arasında 1985 yılında bir sözleşme akdedilmiştir. Bu sözleşmeye göre C. SA, A. SA’nın imal ettiği ürünleri iki yıllık bir süre için satmaya yetkili olacak ve ilgili tüm pazarlama bilgilerini ve rekabetçi fiyat seviyesi bilgilerini temin edecektir. Taraflar bu sözleşmenin anılan sürenin sonunda içlerinden birinin aksine yazılı ihbarı olmadıkça, “aynı süre için otomatik olarak yenilenmiş” sayılacağını kararlaştırmışlardır.

33. Daha sonraki yıllarda C. SA’nın ortağı M. A. E. ile A. SA arasında 1999 yılında (yani 1985 tarihli sözleşmeden yaklaşık 14 yıl sonra) başka bir sözleşme akdedilmiştir. Bu kez C. SA bu sözleşmeye taraf olmamıştır.

34. Dosya içindeki belgelerden ve bilgilerden tespit ettiğimiz kadarıyla A. SA ürünlerinin Türkiye’de pazarlanması ve satışı faaliyetleri uzun yıllar C. SA üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu ilişkinin dayanağını da 1985 tarihli sözleşme oluşturmaktadır. 1985 yılından 2000’e dek süren bu ilişki sonucunda, taraflar 1999 yılında bir araya gelmiş ancak bu sözleşmeye M. A. E. Grup adına M. A. E. taraf olmuş, bizzat C. SA taraf olmamıştır.

35. Bununla birlikte taraflar sözleşmenin M. A. E. ve kendisi tarafından dolaylı veya doğrudan kontrol edilmekte olan şirketlerin hepsini bağladığını ifade etmişlerdir. Bu mütalaanın 1 numaralı sorusuna verdiğimiz tüm cevaplar C. SA için de geçerlidir. Dolayısıyla sözleşmelerin nispiliği ilkesine göre, 1999 tarihli sözleşme C. SA’ya karşı da ileri sürülemeyecektir.

36. Diğer yandan dosya kapsamından C. SA’nın fiilen 2000 senesinden sonra da B. AŞ’nin kurulmasına rağmen Türkiye piyasasında faaliyet göstermeye devam ettiği anlaşılmaktadır.

37. B. AŞ’nin yetkisinin münhasır olup olmadığı noktasında ise şu tespitleri yapmak gerekir: Öncelikle A. SA’nın Türkiye piyasasında müşterilerinin nasıl oluştuğuna ve ürünlerinin satışını kimin üzerinden gerçekleştirdiğine dikkat etmek gerekir. Dosya kapsamındaki dava dilekçesi, cevap dilekçesi ve gerekçeli karar incelendiğinde A. SA’nın Türkiye piyasasına C. SA ve B. AŞ üzerinden satış yaptığı anlaşılmaktadır. Bir başka ifade ile, 1985 yılından itibaren Türkiye’de C. SA’nın ve B. AŞ’nin emeği ve çabası ile bir portföy oluşturulduğu söylenebilir.

38. Bu durumda C. SA’nın faaliyetlerinin, B. AŞ’nin, A. SA’nın münhasır distribütörü veya tek satıcısı olarak kabul edilmesine engel olup olmadığı incelenmelidir. C. SA’nın hisselerinin tamamı M. A. E. isimli şahsa aittir. M. A. E.’nin B. AŞ’de de hisseleri bulunmaktadır. 1985 yılından 2000’e dek bütün satış ilişkilerini yöneten ve sürdüren M. A. E. hâkimiyetindeki C. SA adlı şirkettir. Bu durum karşısında A. SA ürünlerinin tanıtımında ve pazarlanmasında bir diğer söyleyişle A. SA için müşteri portföyü yaratılmasında C. SA’nın üçüncü bir kişi olarak kabul edilmesini iddia etmek hakkaniyete aykırı olacaktır. Şöyle ki: C. SA, A. SA için uzun yıllar satım yaparak, Türkiye’de bir müşteri kitlesinin oluşmasını sağlamıştır. C. SA ile B. AŞ arasında ortaklık yapısı, yönetim ve faaliyet konusu bakımından kuvvetli bir bağ bulunmaktadır. Yıllar içinde süregelen ilişkide hem C. SA hem B. AŞ birlikte hareket etmiş, ortak bir amaca birlikte hizmet etmişlerdir. Esasen her iki şirketin yönetiminde de hep M. A. E.’nin etkin olduğu görülmektedir. O hâlde, A. SA için yaratılan müşteri portföyünün oluşmasında C. SA ve B. AŞ dışında bir başka kişinin emek ve katkısının olup olmadığı incelenmelidir. Dosya kapsamından A. Ltd. kurulana dek böyle bir başka kişinin bulunmadığı görülmektedir.

39. A. SA’nın, B. AŞ’ye yazılı olarak vermiş olduğu “münhasır” bir yetki yok ise de fiili olarak B. AŞ’nin Türkiye’deki ticari faaliyetlerde tek başına yetkili kişi olduğu kabul edilebilir.

40. A. SA’nın “İhracat Reg. Müdürü” sıfatı ile hareket ettiği anlaşılan T. R. isimli kişi tarafından 22 Haziran 2000 tarihinde …@superonline.com adresine ve …@sky.net.be adresine gönderilen bir elektronik postada şu ifadeye yer verildiği görülmektedir:

“… Bayan D. konusunda, Bay V. ve ben, bu bayanın A. SA malzemesini nereden temin ettiğini anlamak için A. SA-Barselona’ya telefon ettik. A. SA-Barna, Distribütörlüğümüzle temasa geçerek Bayan D.’ye yalnızca ulusal Pazar için teslimat yapması gerektiğini, özellikle şu aralar A. SA’nın Türkiye’de mali çıkarları varken satışlarıyla yetkili Acentamızı zor durumda bırakmakta olduğunu ve Türkiye’ye yaptığı ihracatı derhal durdurmasını söyleyecektir. Bayan D.’nin Türkiye’ye satışlarının devam edip etmediği konusunda lütfen bizi bilgilendiriniz. …”

41. Hemen belirtmem gerekir ki dosya içindeki belgeler arasında yukarıdaki elektronik postanın yeminli tercüman tarafından yapılan çevirisinde şu ifadeye yer verilmiştir: “… yetkili acentamızı …”. Hâlbuki Fransızca kaleme alınan elektronik postanın aslındaki ifade aynen şu şekildedir: “… notre Agent exclusif local …”. Bu ifadenin dilimizdeki karşılığı “… bizim münhasır yerel acentemiz …” dir(14) .

42. Dolayısıyla yukarıdaki elektronik postadaki ifade doğru çevirisi ile birlikte değerlendirildiğinde A. SA’nın yetkili “İhracat Reg. Müdürü” olan kişinin de B. AŞ’nin Türkiye’de münhasır satış yetkisinin bulunduğunu açıkça beyan ettiği anlaşılmaktadır.

43. Davalı A. SA’nın 2000 yılından itibaren yaklaşık 12 yıl (davalı A. Ltd. kurulana dek) başka bir üçüncü kişiyi yetkilendirmemesi, bu fiili ilişkinin tek satıcılık ilişkisi olduğunun davalı tarafından da zımnen kabul edildiği anlamına gelmektedir.

44. Bu kapsamda tekrar vurgulayacak olursak A. SA’nın, B. AŞ’yi münhasır distribütör ya da tek satıcı olarak zımnen yetkilendirdiği yönünde bir fiili uygulamanın bulunduğu ve bu durumun B. AŞ’de haklı bir güven uyandırdığı açıktır.

45. Yukarıda I numaralı başlık altında yapmış olduğumuz değerlendirmelerimiz çerçevesinde, B. AŞ’nin A. SA ile ilişkisinin ve gerek B. AŞ’nin gerekse A. SA’nın yükümlülüklerinin 1999 tarihli sözleşmeden kaynaklanmadığı, fakat aralarında zımnen akdedilmiş olan başka bir sözleşmeden doğduğu açıktır. Kanaatimizce söz konusu fiili durum ile B. AŞ, A. SA’nın Türkiye’deki münhasır distribütörü ya da tek satıcısı olarak faaliyette bulunmuştur.

46. Bu bağlamda 1999 tarihli sözleşmenin 11. maddesini de incelemek isteriz. Bu hükümde şu ifadeler yer almaktadır:

“… A. SA … kendi grubu tarafından imal edilmekte olan her türlü ürünü Türkiye içinde direkt olarak veya B. AŞ şirketinin dışındaki üçüncü kişiler vasıtasıyla bu konuda B. AŞ şirketini önceden bilgilendirmek hakkını haiz olarak pazarlayabilir. …”

47. Sözleşmenin nispiliği ilkesi gereği, yukarıda ayrıntıları ile açıkladığımız üzere bu hükmün B. AŞ’yi bağlamayacağı açıktır. Bir an için 1999 tarihli sözleşmedeki bu hükmün B. AŞ’ye karşı ileri sürülebileceğini kabul ettiğimizde, bu hükmün B. AŞ’nin olası portföy tazminatı (denkleştirme istemi) talep hakkından feragat ettiği anlamını taşıyıp taşıyamayacağı hususunun da incelenmesi gerekir.

48. Öncelikle belirtmek isteriz ki, hiç kimse doğmamış bir haktan feragat edemez. 1999 yılında henüz hak ve fiil ehliyetini haiz olmayan B. AŞ’nin henüz doğmayan bir haktan - portföy tazminatını (denkleştirme istemi) talep etme hakkından - feragat ettiğini kabul etmek zaten mümkün değildir.

49. Bir an için B. AŞ’nin tüzel kişiliği haiz olduktan sonra olası portföy tazminatını (denkleştirme istemi) talep etme hakkından feragat ettiği iddia edilecek olsa dahi yine durum değişmez zira hiç kimse doğmamış hakkından önceden vazgeçemez. Yani B. AŞ sözleşme gelecekte sona erdiğinde ve şartları gerçekleştiğinde talep edebileceği portföy tazminatı (denkleştirme istemi) talebinde bulunma hakkından önceden vazgeçemez.

50. Nitekim Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 17.11.1970, 6249 / 6080 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(15) :

“… MK. m. 23’e göre, hiç kimse, medeni haklarını kullanmaktan feragat edemez. Doğmamış haklar medeni haklar niteliğindedir. … Doğmamış bir haktan feragat etmek caiz değildir. …”

51. Yine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin T: 06.06.2017, E: 2017 / 12309, K: 2017 / 8432 sayılı kararında aynen şu açıklamalarda bulunulmuştur(16) :

“… Mahkemece, davacının henüz doğmamış bir haktan feragat etmesi geçerli kabul edilerek davanın reddine karar vermesi yerinde olmamıştır. …”

52. O hâlde bu noktada şu sorunun sorulması kaçınılmaz hâle gelmektedir: Bir an için 1999 tarihli sözleşmedeki 11. maddenin B. AŞ’yi bağlayacağı kabul edilecek olursa, böyle bir düzenleme Yargıtay kararları ile de kabul edilen “doğmamış haktan feragat edilemez” ilkesine karşı bir kanuna karşı hile hâli oluşturmayacak mıdır? Bizce bu sorunun yanıtı evet olmalıdır. Şöyle ki:

53. B. AŞ ile A. SA yazılı bir sözleşme yapsalardı ve bu sözleşmeye B. AŞ’nin münhasır satış yetkisine sahip olduğunu ve fakat sözleşmenin sona ermesi hâlinde portföy tazminatı talebinde bulunamayacağını açıkça yazsalardı bu düzenleme “doğmamış haktan feragat edilemez” ilkesi uyarınca geçersizlik yaptırımına maruz kalmayacak mıydı? Evet kalacaktı.

54. O hâlde, A. SA bunu sözleşmeye açıkça yazmadığında ancak sözleşmede, - fiilen B. AŞ’ye Türkiye’de tek satıcılık veya münhasır distribütörlük yetkisi vermiş olmasına rağmen - kendisinin veya belirleyeceği üçüncü kişiler eliyle mallarını Türkiye’de pazarlama yetkisini saklı tuttuğunda durum değişecek midir?

55. Eğer bu düzenleme sayesinde, fiilen B. AŞ yıllar içinde tek satıcı olarak hareket etmiş olmasına ve A. SA için önemli bir müşteri portföyünü bizzat yaratmış olmasına(17) rağmen kendisine, yarattığı müşteri portföyü için, salt A. SA’nın Türkiye pazarına bir gün bizzat veya üçüncü kişiler eliyle girip mallarını pazarlama faaliyetinde bulunma hakkını saklı tuttuğu gerekçesi ile portföy tazminatı (denkleştirme bedeli) ödenmeyeceğine karar verilecek olursa, bu durum yargı kararları ile de benimsenen temel bir hukuk prensibine karşı hile hâli oluşturacaktır.

 

V. Somut uyuşmazlıkta portföy tazminatının talep edilebilmesi için gerekli şartlar oluş mudur?

56. 6762 sayılı eski Türk Ticaret Kanunu’nda portföy tazminatı düzenlenmemiş idi. Bununla birlikte bu tazminatın talep edilebileceği doktrinde ve Yargıtay içtihatları ile benimsenmiş idi.

57. Nitekim Yargıtay 19. Hukuk Dairesi T: 04.05.2000, E: 1999 / 7724 ve K: 2000 / 3470 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer vermiştir(18) :

“… Davacı kâr kaybı haricinde 500.000 DM’ın müşteri tazminatı olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Tek satıcılık sözleşmesinin haklı nedenle feshi haricinde sözleşmede öngörülen veya makul bir sürede feshi halinde müşteri çevresini kaybeden ve ekonomik bakımdan güç durumda kalan tek satıcının bu nedenle tazminat isteyebileceğine dair yasal bir düzenleme mevcut değildir. Ancak, öğreti (Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri C.I / 1 İstanbul 1988, s: 59,60; İşgüzar, Hasan; Tek Satıcılık Sözleşmesi Ankara 1989, s: 177; Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku 1. Cilt İstanbul 1989 s: 29; Tekinalp Ünal; Türk Hukukunda Acentanın Portföy Akçası Talebi, Prof. Dr. Ali Bozer’e Armağan, Ankara 1998, s:17) ve uygulamada (11.H.D, 25.12.1996, 6699 / 9192) bu konuda boşluk bulunduğu portföy tazminatı istenebileceği kabul edilmektedir. …”

58. 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunumuz ise acentenin portföy tazminatı talep edebileceğini açıkça hükme bağlamıştır. Türk Ticaret Kanunu’nun “denkleştirme istemi” kenar başlığını taşıyan 122. maddesi şu şekilde kaleme alınmıştır:

“(1) Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra;

a) Müvekkil, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa,

b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve

c) Somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa,

acente müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir.

(2) Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır.

(3) Müvekkilin, feshi haklı gösterecek bir eylemi olmadan, acente sözleşmeyi feshetmişse veya acentenin kusuru sebebiyle sözleşme müvekkil tarafından haklı sebeplerle feshedilmişse, acente denkleştirme isteminde bulunamaz.

(4) Denkleştirme isteminden önceden vazgeçilemez. Denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde ileri sürülmesi gerekir.

(5) Bu hüküm, hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanır.”

59. Görüldüğü üzere hükmün 5. fıkrasına göre hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ve benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de müşteri portföyünü yaratan taraf portföy tazminatı bir diğer söyleyişle denkleştirme bedeli talep edebilecektir.

60. Doktrinde Kaya, portföy tazminatının yasal dayanağı ile ilgili olarak aynen şu açıklamalara yer vermiştir(19) :

“… Denkleştirme istemini tazminattan ayıran en önemli nokta getiriliş amacıdır. Getiriliş amacı, müvekkilin kusurlu davranışlarından kaynaklanan zararın giderilmesi değildir. Çıkış noktası, sözleşmenin sona ermesi ile birlikte artık ücret alınamaması, buna mukabil yaratılan müşteri çevresinden yararlanılmaya devam edilmesidir. Taraflar başlangıçta bu çevreden birlikte yararlanırken sözleşmenin sona ermesiyle acente için bu imkân kalkar; müvekkil …” için “… devam eder, acente ücret hakkını kaybeder. İşte amaç, devam eden bu portföyden belirli şartlarda acenteyi de yararlandırmaktır. …”

61. Doktrinde Demir Gökyayla da Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri adlı eserinde aynen şu açıklamalara yer vermiştir(20) :

“… Bir tek satıcılık sözleşmesinde, üretici, sözleşmenin sona ermesinden sonra, bu zamana kadar tek satıcıdan mal satın alan müşterilere, sistemden çıkarılan tek satıcı yerine mal satabilir. Bu müşterilerle yaptığı işlemlerden kazanç elde edebilir. Üreticinin, müşterilerle kurulan satış sözleşmelerinin tarafı olmaması, bu müşterilerin, tek satıcılık sözleşmesi sona erdikten sonra, üreticinin müşterileri hâline gelip, üreticinin mallarını satın almaya devam etmelerini tamamen imkânsız hâle getirmez. …

Sonuç olarak tek satıcı / bayi üretici için bir müşteri çevresi yaratır. Tek satıcının müşteri çevresi yaratılması şeklindeki bu ediminin karşılığının da bir denkleştirme istemi ile sağlanması gerekir. …”

62. Dosya kapsamından davacı B. AŞ’nin Türkiye’de, özellikle 2000 yılından itibaren, A. Ltd.’nin kurulduğu 2011 yılına dek, A. SA için münhasır distribütör veya tek satıcı olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda B. AŞ’nin haklı nedenle sözleşmeyi feshetmesi hâlinde, hakkaniyet gereği portföy tazminatı talep edebileceği açıktır.

63. Tek satıcılık ilişkisinde portföy tazminatının ödenmesinin hakkaniyet gereği olduğu ile ilgili olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda anılan, T: 5.4.2016, E: 2015 / 7834 ve K: 2016 / 3665 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(21) :

“… Mahkeme kararında da belirlendiği üzere, portföy tazminatının amacı, acentenin veya tek satıcının sözleşme ilişkisinin sona ermesi nedeniyle müvekkiline veya yapımcı / sağlayıcıya kazandırdığı müşteri çevresini kaybetmesi nedeniyle doğan zararın, müvekkil veya yapımcı / sağlayıcının oluşturulmuş olan bu müşteri portföyünden yararlanmaya devam ederek elde ettiği kazanç ile denkleştirilmesidir. Yine mahkeme gerekçesinde TTK’nın 122. maddesine göre portföy tazminatı talebi yönünden davacı ile davalı ... arasındaki sözleşme ilişkisinin sona erdiği, sözleşmenin haklı bir neden haricinde sona erdirilmesi durumunda tek satıcıya münasip bir tazminat ödenmesinin hakkaniyet gereği olduğu belirlenmiştir. …”

64. Yine portföy tazminatının ödenmesinin hakkaniyet gereği olduğuna ilişkin Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T: 03.10.2017, E: 2016 / 12745 ve K: 2017 / 4954 sayılı kararında aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(22) :

“… davalının acentenin portföyünden ne gibi önemli menfaatler elde edeceği ve hakkaniyet ilkesi gereği portföy tazminatı verilmesinin gerekip gerekmediği hususları tartışılmamıştır. … Bu durum karşısında, taraf delilleri de nazara alınarak portföy tazminatı isteminin açıklanan şekilde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, ... şirketinin elde edilebileceği komisyon alacağına göre hesap yapan bilirkişi raporuna dayalı hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir. …”

65. A. SA ve A. Ltd.’nin 2011’den sonra Türkiye’de satış yapmış olması, o ana kadar B. AŞ’nin kendi çabaları ile yarattığı portföyün A. SA’ya sağladığı menfaatin değerini yok etmemelidir. Dosya kapsamında portföy tazminatı talep eden B. AŞ’nin, A. Ltd.’nin Türkiye piyasasına girmesinden sonra yarattığı yeni müşteri kitlesinin etkisinin değil, kendi yarattığı müşteri kitlesinin devam eden etkisinin dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.

66. Somut olayda ve IV numaralı başlık altında yapılan değerlendirmelerimiz ışığında, C. SA ve B. AŞ’nin A. SA’nın Türkiye piyasasında gerek tanınmasını gerekse ürünlerinin uzun yıllar boyunca satılmasını sağladıkları, C. SA ile B. AŞ’nin arasında kuvvetli bağ bulunduğu, dolayısıyla A. SA’nın B. AŞ’yi münhasır distribütör ya da tek satıcı olarak zımnen yetkilendirdiği yönünde fiili bir uygulamanın bulunduğu kabul edilirse, B. AŞ’nin münhasır distribütörlük veya tek satıcılık ilişkisini haklı neden ile sonlandırmış bulunması hâlinde portföy tazminatı talep etmesi mümkündür.

 

E. SONUÇ

Yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında:

1. Davacı B. AŞ’nin ortağı M. A. E. ile davalı A. SA arasında 1999 yılında yapılan sözleşmenin getirdiği borçlardan davacı B. AŞ sorumlu tutulamaz. Zira bir sözleşme kural olarak sadece taraflarını bağlar.

2. B. AŞ, faaliyete geçtiği 2000 yılından itibaren Türkiye’de, A. Ltd.’nin Türkiye’de bizzat satış yapar hâle geldiği 2011 yılına kadar A. SA’nın fiilen münhasır distribütörü veya tek satıcısı olarak hareket etmiştir.

3. Bu zaman zarfında M. A. E.’nin yönetimindeki C. SA’nın Türkiye’ye A. SA ürünlerini satmış olması, B. AŞ’nin A. SA için müşteri kitlesi yaratırken münhasır olarak hareket etmediği savunmasına imkân sağlamamalıdır. Böyle bir savunma TMK m. 2’deki dürüstlük kuralına aykırı olacaktır.

4. Davalı A. SA ile davacı şirketin ortağı M. A. E. arasındaki 1999 tarihli sözleşmenin A. SA’ya Türkiye’de bizzat veya üçüncü kişiler eliyle mal satma hakkı tanıyan 11. maddesinin davacı B. AŞ’yi bağlaması mümkün değildir. Zira sözleşme ancak taraflarını bağlar. Ayrıca, tüzel kişiliğe sahip ticaret ortaklıklarının, ortaklarından bağımsız ayrı bir kişiliğe sahip olduğu açıktır.

5. Bir an için davalı A. SA ile davacı şirketin ortağı M. A. E. arasındaki 1999 tarihli sözleşmenin 11. maddesinin, davacı B. AŞ’yi de bağlayacağı kabul edilse bile, taraflar arasında yıllar boyunca fiili olarak uygulama alanı bulan tek satıcılık veya münhasır distribütörlük ilişkisine rağmen bu hükme dayanmak, doğmamış haktan peşinen vazgeçilemeyeceği ilkesine karşı bir kanuna karşı hile hâli teşkil eder. Zira taraflar sözleşmeye, sözleşmenin sona ermesi hâlinde davacıya bir portföy tazminatı ödenmeyeceğini açıkça yazmış olsalardı bu hükmün geçersiz olacağı açıktır. O hâlde, tarafların A. SA’nın müşterilerinin yaratılmasında B. AŞ’den başka üçüncü kişilerin hiçbir katkı ve etkisinin bulunmamasına rağmen aynı hukukî sonucu (B. AŞ’ye portföy tazminatı ödenmemesi sonucunu) doğuracak bir başka hükmü kabul etmeleri bir kanuna karşı hile hâli teşkil edecektir.

6. O hâlde, B. AŞ’nin münhasır distribütörlük ilişkisini ya da tek satıcılık ilişkisini haklı neden ile sonlandırmış olduğu kabul edilecek olursa, davacı B. AŞ’nin TTK m. 122 / f. 5 uyarınca davalı A. SA’dan portföy tazminatı (denkleştirme bedeli) talep edebileceği kabul edilebilir.

Saygılarımla.

 

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİNİN KARARI
(T: 16.01.2020, E: 2018 / 710, K: 2020 / 39)

“… Dava, münhasır distribütörlük (tek satıcılık) sözleşmesinden kaynaklanan portföy(denkleştirme) tazminatının tahsili istemine ilişkindir. … Davacı taraflar arasında münhasır distribütörlük yani tek satıcılık ilişkisi olduğunu ileri sürmüş ise de, davalı bunu inkar etmiş, davacıya hiçbir zaman münhasır satış yetkisi verilmediğini belirtmiştir. Tarafların da kabulünde olduğu üzere davalının ürünlerinin Türkiye’de satışı davacı ile ortak hissedara sahip C. S.A. tarafından yapılmakta iken, tarafların hissedarı oldukları davacı şirket kurulmuştur. Taraflar arasındaki ilişkiyi düzenleyen yazılı bir sözleşme bulunmadığından, davacı tarafça dosyaya sunulan yazışmalar incelenmiştir. Davacı tarafça 28.05.2009 tarihli yazışmalarda davalının davacının tek satıcısı olduğunu kabul ettiği ve müşterilerine bu yönde düzeltme mesajları gönderdiği ileri sürülmüş ise de, yazışmalar incelendiğinde davacının kendisini münhasır satış temsilcisi olarak tanımladığı, ancak davalının bu yönde bir tanımlama yapmadığı, sadece uzun süreli ticari ilişkilerinden söz ettiği görülmüştür. Yine 22.06.2000 tarihli davalı e-postasında davacının yetkili acente olduğundan söz edildiği görülmüş olup, davacı tarafça istinaf aşamasında söz konusu e-postanın davacının tek yetkili acente olduğuna dair farklı bir tercümesi sunulmuş ise de, davalı tarafın da açıkça itirazına uğrayan bu farklı tercümeye itibar edilmemiştir. Dosya kapsamında mevcut diğer e-posta yazışmaları incelendiğinde de davacıya münhasır satış yetkisi verildiği kanısını oluşturacak düzeyde bir delile rastlanılmamıştır. Davalı tarafça M. A. E.’ye hitaben yazılan 11.11.2009 tarihli yazıda da, Türkiye’de kurulacak şirketin davacıyı etkilemeyeceğinin, davalının ürünlerini direkt olarak veya M. A. E. Grubunun dışındaki üçüncü kişiler vasıtasıyla ve hatta 1999 yılında akdedilen anlaşmanın uygulamaya konulmasından çok önceden beridir pazarlamasını zaten yapmakta olduğunun, bu durumun M. A. E. Grup tarafından bilinmekte ve zaten kabul edilmekte olduğunun, aslında bu durumun spesifik olarak söz konusu anlaşmanın bir parçasını teşkil etmekte olduğunun, davacı ile uzun yıllar çalışma niyetleri olduğunun belirtildiği görülmüştür. Öte yandan bizzat davacı tarafça davacı şirket kurulduktan sonra da bir takım vergisel nedenlerle ürün satışının hisselerinin tümü M. A. E.’ye ait C. S.A. üzerinden devam ettiği kabul edilmiştir. Davacı, C. S.A.’nın kendisinin kurulmasından sonra müşterilerle irtibata geçmediğini ve sadece kendisi ile davalının çözüm ortağı olarak hareket ettiğini, gümrük işlemlerini direkt kendisi yapmak isteyen müşterilerin C. S.A. üzerinden mal aldığını, ancak tüm bu satışları da kendisinin organize ettiğini ileri sürmüş ise de, bu iddianın yani davacı ile C. S.A. arasındaki iç ilişkinin ispata muhtaç olduğu, salt davacı ile C. S.A.’nın ortak hissedarlarının olmasının da tek bir şirket olarak kabul edilmelerini sağlamayacağı, ilişkinin dışarıdan görünen haliyle davacının tek yetkili satıcı olmadığı, C. S.A. ile birlikte satış yaptığı kabul edilmiştir. Ayrıca davacı, davalının 2009 yılından itibaren direkt satış yapma girişimlerinde bulunmaya başladığını, bir süre engellense de söz konusu satışları yaptığını, 2011 yılında ise davacıyı bertaraf etmek için davalı A. Ltd. Şti.’yi kurduğunu ve bu şirket üzerinden de rekabeti bozacak şekilde satış yapmaya başladığını ileri sürmüş ise de, davacının bu tarihten sonra 09.07.2014 tarihli ihtarnamesine kadar davalıya bu şirket üzerinden satış yapılmasına itiraz ettiğine dair bir ihtarına da dosya kapsamında rastlanılmamıştır. 09.09.2009 tarihli davacı şirketin kurulmasına ilişkin sözleşmenin 11.maddesinde de davalı ürünlerinin Türkiye içinde direkt olarak veya davacı dışındaki üçüncü kişiler vasıtasıyla bu konuda davacıyı önceden bilgilendirmek hakkını haiz olarak pazarlanabileceği kabul edilmiş olup, dolayısıyla davacı şirket kurulurken hissedarların iradesinin de davacıya münhasır satış yetkisi verilmemesi yönünde olduğu açıktır. Bu durumda davacı, davalı A. S.A.’nın münhasır distribütörü (tek satıcısı) olduğu yönündeki iddiasını ispat edememiş olup, TTK 122. m. uyarınca portföy (denkleştirme) tazminatı şartları oluşmamıştır. Bununla birlikte davalı A. Ltd. Şti., taraflar arasındaki distribütörlük ilişkisinin tarafı olmadığından, iş bu davada bu davalıya husumet yöneltilemeyeceği açıktır. O halde ilk derece mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olup …”







 

 

 

 

 

 

 



* Bu hukukî mütalaa 15.02.2018 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Selahattin Sulhi Tekinay / Sermet Akman / Haluk Burcuoğlu / Atillâ Altop; Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Yeniden Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 7. Baskı, İstanbul, 1993, s: 14; Necip Kocayusufpaşaoğlu / Hüseyin Hatemi / Rona Serozan / Abdülkadir Arpacı; Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, Birinci Cilt, İstanbul, 2014, s: 15; Kemal Oğuzman / Turgut Öz; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt 1, İstanbul, 2017, s: 21 – 27; Fikret Eren; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Hazırlanmış Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2015, s: 52.

(2) Alacaklının borç ilişkisinden doğan nispi nitelikteki alacak hakkını borçludan başka onun külli haleflerine karşı da ileri sürebileceği unutulmamalıdır.

(3) Kemal Oğuzman / Turgut Öz; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt 2, İstanbul, 2017, s: 446 - 447; Oğuzman / Öz, age, C: 1, s: 21 - 27.

(4) Safa Reisoğlu; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2014, s: 34.

(5) Kocayusufpaşaoğlu / Hatemi / Serozan / Arpacı, age, s: 15.

(6) Eren, age, s: 18.

(7) Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop, age, s: 14 - 15.

(8) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(9) Reha Poroy / Ünal Tekinalp / Ersin Çamoğlu; Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, Güncelleştirilmiş 11. Bası, İstanbul, 2009, s: 22.

(10) M. Kemal Oğuzman / Özer Seliçi / Saibe Oktay-Özdemir; Kişiler Hukuku, İstanbul, 2014, s: 247.

(11) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(12) Cemile Demir Gökyayla; Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri (Münhasır Bayilik Sözleşmeleri), İstanbul, 2013, s: 42.

(13) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(14) Fransızca “exclusif” kelimesi sıfattır. Sözlüklerdeki karşılığı şunlardır: 1. (Bir kimseyi) Yerinden çıkarabilici, yerinden atabilici, kovabilici. 2. Bir tek kişi ya da topluluğa ait. 3. Tekelci, tekelde olan, tekelden. 4. Yalnız bir firmanın yapıp satabildiği. 5. Kesin, ödün vermez. 6. Sırf, yalnız, salt, bir tek. 7. Özel, ayrı, hepsinden ayrı (Tahsin Saraç; Büyük Fransızca – Türkçe Sözlük, İstanbul, 1985, s: 565 - 566).

(15) Karar için bkz: Ünal Ertabak; Tek Satıcının “Müşteri Tazminatı” Talebi ve Müşteri Tazminatı Miktarının Hesaplanması, İstanbul, 2009, s: 70.

(16) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(17) Bu müşteri portföyünün yaratılmasında C. SA’nın da katkısının bulunmasının B. AŞ’nin tek satıcı olarak hareket etmediği yönünde bir savunmaya dolayısıyla da portföy tazminatı talep etmesinin mümkün olmadığı yönünde bir iddiaya imkân sağlamaması gerekir. Zira böyle bir iddianın TMK m. 2’deki dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği açıktır.

(18) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(19) Arslan Kaya; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, Birinci Kitap Ticari İşletme, Yedinci Kısım Acentelik, İstanbul, 2013, s: 231 - 232.

(20) Demir Gökyayla, age, s: 257 - 258.

(21) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(22) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X